Duası reddedilmeyen peygamber

"Peygamber Efendimiz’in temiz ve şerefli soyunun İbrahim’e (Aleyhisselam) dayandığı bilinmektedir. Bilindiği üzere Peygamberimiz'in (Sallalahu Aleyhi ve Sellem) soyundan gelen kimseler temiz ahlâklı ve büyük günahlarla anılmayan kimselerdi." Tuba Nur Kayapınar yazdı.

Duası reddedilmeyen peygamber

İbrahim (Aleyhisselam), semavî dinler olan Yahudilik ve Hristiyanlıkta ismi çokça zikredilen ve yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de birçok kıssası yer alan Ulu’l-Azm peygamberlerdendir. İbrahim (Aleyhisselam), bir insanın ömründe görebileceği en büyük imtihanları yaşamıştır. Canıyla, babasıyla, canıyla, evladıyla, eşiyle türlü türlü imtihanlar yaşamıştır. Ancak o yapılan bütün zulümlere rağmen din-i mübînden asla taviz vermemiştir.

Allah’ın kendisini Hanif olmakla övdüğü ve zatına dost edindiği büyük bir peygamberdir. Kendisine ileri yaşına rağmen Allah’ın mucizesiyle çocuk bahşedilmiş, İsmail ve İshak (Aleyhimusselam) soylarından gelen peygamberle nesli bereketlenmiştir.

Peygamber Efendimiz’in temiz ve şerefli soyunun İbrahim’e (Aleyhisselam) dayandığı bilinmektedir. Bilindiği üzere Peygamberimiz'in (Sallalahu Aleyhi ve Sellem) soyundan gelen kimseler temiz ahlâklı ve büyük günahlarla anılmayan kimselerdi. Allah Teâlâ, İbrahim’in (Aleyhisselam) içtenlikle yaptığı duaları kabul buyurarak onun İsmail (Aleyhisselam) vasıtasıyla gelen bu peygamber soyunu temiz ve mübarek eylemiş, onları Hanif dinine mensup kılmış ve şirkten uzak tutmuştur.

Şüphesiz İbrahim (Aleyhisselam) Allah’ın emirlerine sıkı sıkıya bağlı bir peygamberdi. Henüz hayatının erken dönemlerinde kâinatı inceleyerek bütün varlıkların üstün ve sonsuz kudret sahibi bir yaratıcıya ihtiyaç duyduğunu idrak etmiş, tek bir Allah’a iman etmiştir. Yüce Allah da onun ömrü boyunca gerek canıyla gerek evladıyla ortaya koyduğu bu tevhid mücadelesinin bir mükâfatı olarak İbrahim peygamberi “Halillullah” yani “Allah’ın dostu” lakabıyla şereflendirmiştir.

O, İsmail (Aleyhisselam) ile birlikte tarıma pek de elverişli olmayan Mekke topraklarında Allah’ın emrini yerine getirmek ve insanların ibadet ve taatla Allah’a kulluk edebilmeleri için Mekke’yi ibadet şehri hâline getirmiştir. Yaptığı dualarla maddî ve manevî anlamda Mekke’nin ihya olmasına vesile olmuştur.

Kuran’ın birçok yerinde İbrahim’in (Aleyhisselam) kendisi, ailesi ve soyundan gelecek kimseler için yaptığı dualar mevcuttur. Oğlu İsmail ile (Aleyhisselam) birlikte Beytullah’ı inşa ettikten sonra Allah’a bu bölgeyi kendisi ve kendisinden sonra gelecek kimseler için güvenilir bir belde kılması ve ailesini putlara tapmaktan koruması için yakarmaktadır. Mekke’yi tarıma ve yaşama elverişsiz bir bölge olmasına rağmen mamur bir şehir hâline getirmesini, yalnızca insanların Allah’a çokça ibadet etmesi ve namaz kılmaları için yaptığı ifade edilen İbrahim peygamberin buradaki ifadeleri dikkate şayandır. O, Yüce Allah’a şu şekilde yalvararak namazın her bir fert için ne büyük ehemmiyette olduğunu ortaya koymaktadır: Rabbim! Beni ve soyumdan gelecek olanları namazı devamlı kılanlardan eyle; Rabbimiz, duamı kabul et!”[1]

Şüphesiz insanın en önemli görevi; Allah’a kulluktur. Kişinin kendisini Allah’a yakınlaştıracak ibadetlerle meşgul olması birinci vazifesidir. İnsanın Allah’a en yakın olduğu hâli ise ettiği dua ve kıldığı namazdır. Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) de bu durumu, “Kulun Rabbi’ne en yakın olduğu hâl secde hâlidir. İşte bu sebeple secdede çok dua etmeye bakın!”[2] şeklinde ifade etmiştir. Namaz bizi kötülüklerden alıkoyar, malayaniden uzak tutar. Böylece asıl vazifemiz olan kulluğu hakkıyla yerine getirmemize vesile olur. Günün her vakti Allah’ı anmak, onun önünde secde etmekle kulluğumuzu ve acizliğimizi kabul eder, insaniyetimizi bilir, yaratıcımızı tekbir ile büyükleriz. İbrahim peygamber de bu hassasiyetle soyundan gelenlerin Allah’ın hanif dinine namazla sarılmalarının bir zorunluluk olduğunu bilmiştir. Namaz, imanın ve İslâm’ın en mükemmel hâliyle ortaya çıktığı bir ibadettir. İnsan namaz kılmakla şeref bulur. O çağrıya hakkıyla icabet edebilenler hakkıyla yaratıcıya iman eden kimselerdir. Nasıl ki Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) miraca çıkmakla bir insanın yaşayabileceği en büyük şerefe nail olmuşsa insanda namazla misli bir şerefe nail olmaya aday olur.

İşte bu dua İbrahim’in (Aleyhisselam) kendinden sonra gelecek neslinin böyle temiz ve inanmış kimseler olmasını dilediğini, soyunun namazla şeref bulmasını istediğini ortaya koymaktadır. Bir peygamberin yalnızca kendisinin değil soyunun dahi namaz kılan kimselerden olmasını dua buyurması bu yüce ibadetin Allah katındaki değerini ortaya koymaktadır. Bize farz kılınmış namazlarla günümüzü Allah adına planlar ve onun çizdiği sınırlar içinde yaşamaya gayret gösteririz.

Mekke gibi verimsiz bir toprağı müminler için yeryüzünün en mübarek ve en yüce beldesi hâline getirmeye kâdir Yaratıcımız şüphesiz ki rızkımıza da kefildir. Yeryüzünün neresini kendimize yurt edindiğimiz fark etmeksizin rızkın ve bereketin Allah’tan geldiği bilinciyle sımsıkı sarılmamız gereken ilk gayemiz namazdır, namazdır ve namazdır.

Tuba Nur Kayapınar                                                                                                                                                                                                                                                                                                                       

Dipnot:                                                                                                                                                                                                                                                                                                                      


[1] İbrahim Suresi, 40

[2] Tirmizî, Daavât 118; Nesâî, Mevâkît 35

YORUM EKLE