24 Ağustos 2007, Cuma, Beylerbeyi.
Çayırbaşı durağında Özcan'ı bekledim. Saat on beş gibiydi. Çayırbaşı durağı Beylerbeyi Sarayına yakın olan duraktır. Siyah renkli şimdiye kadar binmediğim bir ciple geldi. Land Rover 2005 model bir şey. Siyah rengin o çekiciliği dikkatimi çekti daha çok. Yoksa caddeler arabadan geçilmiyor. Hâlbuki bir Özcan Ünlü alışkanlığı olarak daha küçük bir arabayla bekliyordum. Böylece birlikte Gebze'ye gidip akşamleyin Eskihisar'da şiir okuyacağız. Güzel ve rahat bir araba
Dediğine göre çalıştığı kurumun arabasıymış, ona tahsis etmişler. Çalıştığı kurum ise AKP İstanbul İl Teşkilatı. Özcan Ünlü arkadaşımız yıllarca Türkiye Gazetesinde çalışmıştı. Emekli olamadan işten çıkardılar. Başka işlerde çalıştı, olmadı, nihayet bir yıldan fazladır partide basın ile ilgili işlerde çalışıyor. Kendisi aslında gazeteci
Tabii şair olarak da tanınan, kitapları olan, ayrıca sevilen bir arkadaşımız
Özcan Ünlü ile 1990 yılından itibaren tanışıyoruz. Arkadaşlarla Kardelen dergisini çıkarmaya başlamıştık. Tabii dergi vesilesiyle bir hayli yeni arkadaşlıklar doğmuştu aramızda. O grubun en yaşlısı ben miydim acaba diye düşünüyorum. Galiba en yaşlısı bendim. Ben de kırk beşime dayamıştım yaşımı. Hem o yıl ilk şiir kitabım çıkmıştı. Benden genç olanlar ise Mürsel Sönmez, Müştehir Karakaya ve Özcan Ünlü birer ikişer kitap yayınlamışlardı o tarihe kadar. 1962 doğumlu Müştehir Karakaya, 1963 doğumlu Mürsel Sönmez ile yani böyle bir gençlik grubu ile genç bir dergi çıkarmaya başlamıştık. Hatta Özcan'ın Benden Önce adlı şiir kitabını hafiften eleştirmiştim. Bir ara o tür yazılar yazayım dedim dergide lâkin dilim sivri ve üslubum ise sert bulunduğu için bırakmak zorunda kaldım arka sayfa muhabbetini. Benim için iyiydi aslında. O arada ben de bir şeyler öğreniyordum en azından. Dikkat etmeye gayret gösteriyordum. Çünkü birisi hakkında yazacaksınız şiirini size gelen her neyse inceleyeceksiniz ve kanaatinizi doğru ve yanlışsız bir şekilde ortaya koyacaksınız. Zor bir işti ama faydalı bir işti bana göre.
Tabii bu arada geçen zaman içinde çok şeyler oldu. Tabir caizse köprülerin altından çok sular akıp gitti. Genç şairler büyüdüler, kendilerini geliştirdiler, kitaplar çıkardılar. Yani Türk Edebiyatı içinde bir yer edindiler kendilerine. Bu hoş bir duygu veriyor insana. Yıllar geçiyor ve arkaya dönüp baktığınızda çok şeylerin geride kaldığını fark ediyorsunuz. Tabii hedefiniz ileriye bakmak oluyor. Daima ileri. O tarihi atmosferden aldığınız hızla ileriye doğru adımlar atıyorsunuz. Gün be gün değişiyor çünkü algılar. Zamana, tarihe bırakacak bir şeyler gerekiyor elbet. Benim elimden. Arkadaşımın elinden. Peşimden gelenin elinden bir şeyler kalmalı tarihe. Hayat bu değil midir zaten? Devir ede ede geçen bir zaman, dönen bir dünya...
Yani dünya dönüyor...
Dünya dönerken de mehtaplı bir ay ışığı gecesinde diğer şairlerle birlikte biz de Özcan'la Gebze Eskihisar'da şiirimizi şiirsel bir ses ahengiyle okuduk. Sanıyorum bize yakın bir ses tonu ve şiir okuma algısıyla bir de Recep Garip okumuş oldu. Üçümüzün tarzı çok yakın oldu birbirine. Yani üçümüz bir programda şiir okuyabiliriz üç şair olarak. Nihayet geceyi devirip 01.20 civarında evimin kapısı önünde beni bırakması da bir incelik oldu elbet. Dostluk, arkadaşlık bir birini yarı yolda bırakmamaktır zaten. Dostluklar, arkadaşlıklar yaşadıkça insan insanın değerini daha iyi kavrıyor.
Şimdi Özcan'la ve diğer arkadaşlarla bir şey yapmamız lazım.
Artık toplu şiirlerimizi yayınlamamız şart oldu diye düşünmekteyim...
merhabalar. özcan ünlü'yü " aşk günlüğü " kitabı ile tanıdım. bana aşkı sevdiren şahsiyetlerdendir.