Divan şiirinde filozoflar ve hakîmler

Bu yazı, incelenen 97 divandan hareketle divan şiirinde geçen filozof ve hakîmlerin hangi imgelerde kullanıldığını ortaya koymayı amaçlamaktadır Murat Aslan yazdı.

Divan şiirinde filozoflar ve hakîmler

Ortak İslam kültürünün ürünü olan divan şiiri, İslam düşüncesini besleyen unsurları ifade edecek tasavvufî ve hikemî imgelerle örülmüş bir içeriğe sahiptir. Şairler, bazı isim ve kavramları belirli anlamları ifade edecek şekilde şairane bir üslupla kullanmışlar, bunların felsefi ve ilmî boyutta sorgulanmalarına girişmemişlerdir. Söz konusu unsurlardan biri, filozof ve hakîmlerdir.

Divan şairleri antik Yunan filozoflarına, İslam felsefesinin önde gelen isimlerine ve hikmet sahibi kişilere şiirlerinde yer vermiştir. Aristo’dan Calinus’a, Hipokrat’tan Lokman Hekim’e ve  Farâbî’den Gazâlî’ye pek çok tanınmış isim, beyitlerde karşımıza çıkmaktadır.

Divan şiirinde geçen filozof ve hakîmlerin hangi imgelerde kullanıldığını belirlemeye yönelik tespitlere daha önce Dursun Ali Tökel’in Divan Şiirinde Şahıslar Mitolojisi kitabında yer verilmiştir; ancak yazar sadece Aristo, Eflâtûn ve Lokman’ı incelemiştir. Bunun dışında, divan tahlilini konu alan yüksek lisans ve doktora tezlerinde de bu konuda bilgiler bulunmaktadır; fakat bu bilgiler, incelenen divanda bulunan birkaç beyit ile sınırlıdır. Söz konusu tezlerden bazıları şunlardır: Antakyalı Münif Divanı Tahlili, Seyf-i Fergânî Divanı Tahlili (Kaside, Kıt’a ve Rubailer) ve Saîd Giray Divanı Tahlili.

Bu yazı, incelenen 97 divandan hareketle[1] divan şiirinde geçen filozof ve hakîmlerin hangi imgelerde kullanıldığını ortaya koymayı amaçlamaktadır; ancak, filozof ve hakîmlerin ifade ettikleri anlamların altı asır boyunca pek değişmediğini fark ettiğimizden dolayı,  bu çalışmada yalnızca 34 divandan faydalandık.

Aristo

Aristo, İslam felsefesinde ‘’birinci öğretmen’ olarak bilinir; çünkü İslam felsefesinin temelleri Aristo’ya dayanır. Onun Organon adlı altı ciltlik mantık eseri Fârâbî ve İbn-i Sînâ tarafından şerh edilmiştir. Dolayısıyla Organon, İslam felsefesinin temelini oluşturan eserlerdendir. Bu sebeple Aristo, İslam düşüncesinde aklı temsil eder.

Filozof, M.Ö. 375’te Trakya’da bulunan Stageria’da doğar. M.Ö. 367 yılında Atina’ya giderek Platon’un Akademos’una girer. Burada yirmi yıl kadar eğitim görür. M.Ö. 347’de Platon’un ölümü üzerine Akademos’u terk edip Assos’a, Prens Hermias’ın yanına gider. Ardından bir yıl kadar Midilli adasındaki Mytilene’de yaşar. Bu süre zarfında hocası Platon’un idealar kuramını eleştirmeye ve eserler yazmaya başlar. Ardından, II. Filip tarafından Alexander’ı yetiştirmek üzere M.Ö. 343-342 yılında Pella sarayına davet edilir. Aristo, Alexander’i sekiz yıl süreyle eğitir. Alexander Asya seferine çıktığı sırada Aristo, Atina’ya giderek kendi okulu olan Lykeion’u kurar. Derslerini, öğrencileri arasında gezinerek verir. Bundan dolayı Aristo’nun felsefî ekolüne Perioatos denir. Bu kavramın İslam felsefesindeki karşılığı Meşşâîliktir. Aristo, M.Ö. 322’de mide rahatsızlığından dolayı ölür (Kaya 1991: 375).  

Aristo, divan şiirinde aklı sembolize etmektedir. Aşağıdaki örnek beyitler bunu kanıtlayacak mahiyettedir:

Beden Mısr’ında cân İskender Eflâtûn durur fikrüm

Aristo ‘akl ü dil âyine-i devrân imiş bildüm (Kâdi, G. 171/4)

Şair; bedeni Mısır’a, canı ise İskender’e benzetmiştir. Bu ülkede fikir Eflatun iken akıl Aristo’dur. Gönül ise zamanın aynasıdır. Beyitte aklın Aristo ile özdeşleştirilmesi dikkate değerdir.

Safvet-i zihnine mir’ât-ı İskender hayrân

Leylî-i fikretine ‘akl-i Aristo mecnûn (Antakyalı Münif, K. 22/34)

İskender’in aynası, cihanı gösteren bir aynadır. Rivayete göre bu aynayı Belinus, Hermis ve Valines tasarlamış, İskenderiye Feneri’nin üzerine koymuştur. Bu ayna sayesinde, İskenderiye’ye gelmekte olan gemiler bir aylık mesafeden görülebilmekte, eğer düşman gemisi iseler ayna sayesinde güneş ışığından faydalanarak yakılabilmektedir. Bir başka rivayette ise mir’ât-ı İskender, Hint hükümdarı Kayd tarafından İskender’e hediye edilmiştir. Bu ayna yalancıların yüzünü göstermezmiş. Dolayısıyla İskender, kimin doğru söyleyip kimin yalan söylediğini bu ayna vasıtasıyla anlayabilmekteymiş. Klasik Türk edebiyatı geleneğinde mir’ât-ı İskender, Allah haricindeki her şeyden arınan arif kalbini, insân-ı kâmilin gönlünü sembolize eder (Pala 1991: 252). Beyitte ise İskender’in aynası, âşık zihninin temizliği ile mukayese edilmiştir. Âşığın zihni o kadar paktır ki İskender’in aynası bile ona hayrandır. Bu saf zihnin sevgiliye dair düşünceleri, Aristo’nun aklını deli edecek düzeydedir. Antakyalı Münif, Leylî vü Mecnûn mesnevisine telmih yaparken aşkın akıldan üstün olduğuna işaret eder. Söz konusu Aristo’nun aklı olsa bile…

N’ola Eflâtun Aristo senden ister bir kemâl 

Ögredüpdür gamze-i dildâr kim hikmet sana (Nigârî, G. 17/7)

Sevgilinin gamzesi âşığa hikmet öğretmektedir. Platon ve Aristo ise, aşkın vereceği bilgelikten mahrum oldukları için, âşıktan bu hikmeti öğrenmek istemektedir. Bu beyitte de aşk yoluyla ulaşılan bilgi, akıl yoluyla elde edilen bilgiden üstün tutulmuştur.

Felâtûn-ı müdebbir Bû- ‘Âli-yi dâniş ü bîniş

Aristo-yı hıred ‘akl-ı mücessem Âsaf-ı sânî (Tıflî Ahmed, K. 9/10)

Platon, her şeyin sonunu düşünerek hikmetle iş yapan biridir. İbn Sinâ ise bir bilim adamıdır ve basiret sahibidir. Aristo’ya gelince… O ise akıldan ibarettir, aklın cisimleşmiş halidir. Bundan dolayı Aristo, Tıflî Ahmed tarafından ‘İkinci Âsâf’ olarak anılır. Âsaf, Hz. Süleyman’ın hikmetiyle ve tedbiriyle bilinen veziridir. Bu vezirin tam adı ise Âsaf bin Berahyâ’dır (İpşirli 1991: 455).

Nizam-ı memleket ser-ta-kadem re’yünle muhkemdür

Meger kim tac-dara sen Aristo-yı zaman oldun (Gelibolulu Âlî, K. 70/2)

Burada memduh, zamanın Aristosu olarak adlandırılır; çünkü memleketin düzeni, baştan ayağa onun hükümleri sayesinde sağlamdır.

Felâtûn-ı cihân şâgird-i üstâd-ı hayâlümdür 

Aristô ders-h’ân-ı mekteb-i fazl u kemâlümdür (Beyânî, G. 266/1)

Bu beyit, bir fahriye örneğidir. Şair kendini Aristo ve Platon’dan daha büyük görmektedir. Beyte göre; şairin hayali üstaddır ve Platon bu üstadın şakirdidir. Aristo ise, şairin fazilet ve olgunluğunun öğrencisi olmuştur.

Görülüyor ki Aristo, Klasik Türk Edebiyatı geleneğinde aklın en önemli temsilcilerinden biridir; fakat Hz. Süleyman’ın veziri Âsaf, akıl ve hikmet bakımından Aristo’dan daha üstündür. Aristo, kasidelerde memduhun akıl ve hikmetini övmek için bir benzetme unsuru olarak kullanılabilirken bazen de karşılaştırma unsuru olarak kullanılır. Karşılaştırma unsuru olarak kullanıldığı durumlarda tabi ki memduh, Aristo’dan daha üst bir konumda bulunur.

Aristo, akıl yoluyla elde edilen hikmeti sembolize eder; ancak gönül yoluyla ulaşılan irfan, akılla ulaşılan hikmetten üstündür. Bu nedenle Aristo, âşıklarla boy ölçüşemez. Hatta o, aşkın bir sonucu olan ve dert ehline özgü hikmeti öğrenmek için âşığa öğrenci bile olur.  Bazı beyitlerde ise, bilim adamı kimliğiyle karşımıza çıkar.

Eflâtûn

Eflâtûn, Batıdaki ismiyle Platon, Aristo’nun hocası ve Sokrates’in öğrencisi olan büyük Yunan filozofudur. Devlet adlı kitabı onun en ünlü eseridir.

Atina’da doğan Eflâtûn, Sokrates’in ölümüne dek onun peşinde olmuş; ardından Megara, Kirenea, Sicilya, Mısır ve İtalya’ya seyahat etmiş; buralardaki bilim adamları ve filozoflarla tanışmış, fikir alışverişinde bulunmuştur. Eflâtûn’un, Sokrates dışında, kendilerinden etkilendiği ve onun düşüncelerine yön veren isimlerden bazıları şunlardır: Kratilos, Timaios, Arkitas, Elealı Parmenides, Homeros ve Hesiedos. Eflâtûn, M.Ö. 387 yılında Atina yakınlarındaki Akademos bahçesinde, bugün Akademi olarak bilinen okulunu kurmuş, hayatının büyük bir kısmını bu okulda dersler vererek ve kitaplar yazarak geçirmiştir. 347 yılında, seksen yaşlarındayken iyi yetiştirilmiş öğrencilerini ve yazdığı birçok kitabı geride bırakarak ölmüş, okulunun bahçesinde gömülmüştür (Olguner 1994: 69-70).

Eflâtûn Klasik Türk Edebiyatı geleneğinde, tıpkı Aristo gibi, akıl ve fikrin temsilcisidir:

Bû ‘Alî-fıtnat Aristo-hikmet  

Dikkat-âmûz-i Felâtûn-hıredân (Arpaeminizade Sâmî, Tarih 6/18)

Şair, bahsettiği kişinin Eflâtun akıllı olduğunu söyler. Böylece, kemâle ermiş aklın temsilcisi olarak Eflâtun’u gösterir.

Cür’a-nûş-ı hum-ı sahbâ-yı visâlün olalı

Râmizâ hikmet ü şi’r içre Felâtûn-gûyuz (Râmiz Mehmed, G. 81/5)

Şöyle diyor şair: “Ey Râmiz! Kavuşma şarabının küpündeki tortuyu içtiğimizden beri hikmet ve şiir içinde Felâtun (gibi) söz söyleyeniz.” Eflâtun’un sözleri hikmet ve sanat ile ilişkili olarak düşünülmüştür. Hikmet ve şiir ortamını oluşturan ise aşkın kemâle ermesidir. Dolayısıyla bahse konu olan hikmet, gönle doğrudan ulaşan irfan bilgisidir. Şiir de zaten akıl değil gönül yoluyla ortaya çıkar.

İslam filozoflarından olan Rüşd o kadar akıllıdır ki Eflâtûn bile ona karşı kıskançlık duyar. Aşağıdaki beyitte İslam filozoflarını Yunan filozoflarından üstün gören bir anlayış hakimdir. Eflâtûn, yine aklı sembolize etmektedir, ancak bu sefer durum farklıdır: Eflâtûn’un aklı, artık en yüce akıl değildir, ondan daha üstün olan Rüşd vardır:

‘Akl-ı Rüşdî o kadar reşk-i Felâtun’dur kim

Kıldı tasnîf-i nizâmât-ı cünûd-ı İslâm’ (Eşref Paşa, K. 27/11)

Aristo nasıl aşktan anlamıyorsa ve aşk derdine çare bulmak konusunda aciz ise, Eflâtûn da öyledir; çünkü her ikisi de akıl sahibi olmalarıyla öne çıkarlar. Oysa aşk konusunda akıl hiçbir işe yaramaz:

Dil-hastegî-i ‘aşka ne Risto ne Felâtun

Derd ehlidür ancak yine ol hikmete hâzık (Esrâr Dede, G. 138/4)

Kasidelerde Eflâtun, memduhu övmek için beyitlerde ya benzetilen olarak yer alır ya da karşılaştırma unsuru olur. Filozofun mukayeselerde daima memduhun altında yer aldığı dikkat çekmektedir:

Kande Eflâtûn olsun ana şâkird-i kemâl

Eylesün tahsîl-i ‘ilm ü hikmeti bî-intihâ (Fâzıl, K. 4/20)

Muhammed Emin Ali Paşa’nın dördüncü defa sadrazam seçilmesi üzerine yazılan bu kasidede Fâzıl, memduhu ilim ve hikmet yönünden metheder ve onu Eflâtun ile karşılaştırır. Muhammed Emin Ali Paşa öyle sonsuz bir ilim ve hikmet sahibidir ki, Eflâtun bu ilmi öğrenmek için Muhammed Emin Ali Paşa’ya olgun bir öğrenci dahi olamaz.

Eflâtun, şairane övünme vesilesi olarak da beyitlerde geçer:

Felâtûn-ı hikem-perdâz-ı nazmam cevher-i eşyâ 

Döşenmiş cilve-gâhumda Beyânî seng-i râhumdur (Beyânî, G. 193/5)

Bir fahriye örneği olan bu beyitte Beyânî, kendisinin nazmın hikmet söyleyen Eflâtun’u olarak anlatır. Şeylerin özü, onun söz sanatını gösterdiği yerdeki yol taşıdır.

Aşağıdaki beyitte Eflâtûn’un hüner sahibi olması, Büyük İskender’in ona olan rağbetine, yardımlarına bağlanmıştır. Ancak burada büyük bir bilgi hatası vardır; çünkü Eflâtûn öldüğünde Büyük İskender henüz doğmamıştı. Büyük İskender’in rağbet gösterdiği kişi Eflâtûn değil, Eflâtûn’un öğrencisi olan Aristo’dur (Diogenes Laertios 2015: 206).

Nazîrün yok veli hikmet-pesend-i şehdedür ‘Âli

Sikender ragbetinden zû-fünûn olmışdur Eflâtûn (Gelibolulu ‘Âli, G. 1088/5)

Divan şiirinde Eflâtun, fikir ile eşleştirilmiştir. Bazı şiirlerde ise o, tıpkı Aristo gibi, aklı sembolize eder. Akıllı olduğu için tedbirlidir de. Öyle bir bilgedir ki aşk hastalığına bile ilaç yapabilir. Eflâtun’un sözlerinden hikmet ve sanat damlar. Bazı şairler, Eflâtun’un aklının aşk ve sevgiden kaynaklandığını düşünür. Bazı şairlere göre ise o, yalnızca akıl sahibi olduğu için, basit bir âşığın seviyesine dahi çıkamaz; çünkü aşk ile elde edilen hikmet, akıl ile elde edilen hikmetten daima daha üstündür. O, bazen kasidelerde memduhu övmek için karşılaştırma unsuru olarak kullanılır; bazen de şairane övünme amacıyla beyitlerde yer alır. Dünyaca ünlü bir filozof olduğundan dolayı, tanınmış kişiyi de sembolize eder.

Fârâbî

Fârâbî, Aristo’nun eserlerini –özellikle Organon adlı altı ciltlik mantık kitabını- şerh etmesiyle ünlenen, Ortaçağ’ın en önemli İslam filozoflarındandır. Ona muallim-i sâni denmektedir. Batıda Alfarabius ve Abunaser adlarıyla bilinir (Kaya 1995: 145).

Türkistan’ın Fârâb şehri yakınlarında bulunan Vesiç’te, 871-872 yılında dünyaya gelen Fârâbî, çocukluğunda iyi bir eğitim görmüş ve eğitimi bittikten bir süre sonra ilim yolunda ömür boyu sürecek bir seyahate çıkmıştır. Bu seyahatte Fârâbî’nin ziyaret ettiği bazı şehirler şunlardır: Buhara, Semerkant, Merv, Belh ve Bağdat. Fârâbî Bağdat’ta İbnü’s-Serrâc’dan Arapça öğrenmiş, mütercim ve şârih Ebû Bişr Mattâ bin Yûnus’tan mantık okumuştur. Kendisini en çok etkileyen hocası ise Harranlı Yuhannâ bin Haylân olmuştur. Fârâbî, 948 yılında Mısır’a seyahat etmiş, sonra Dımaşk’a dönmüştür. 950 yılında ise, seksen yaşlarındayken vefat etmiştir (Kaya 1995: 145-146).

El-Medînetü’l-Fâzıla adlı ünlü kitabından dolayı faziletli, şerh eserlerindeki kavrayış ve yorumlama gücünden dolayı fehîm vasıflarını sembolize eden Fârâbî, kanun adlı müzik aletinin mucidi olması dolayısıyla da divan şiirine konu olmuştur:

Ol fâzıl-ı yegâne ki Fârâbî-i fehîm

Nisbetle fehm ü fazlına bir tıfl-ı mübtedî (Antakyalı Münif, K. 17/15) 

Şair şöyle diyor: “O eşsiz faziletli biridir ki akıllı Fârâbî anlayış ve fazilette ona nispetle acemi mir çocuktur.” Beyitte Fârâbî, memduhu övmek için bir mukayese unsuru olarak kullanılmış; memduhun faziletçe Fârâbî’den oldukça üstün olduğu söylenmiştir. Klasik Türk Edebiyatı geleneğinde faziletiyle bilinen Fârâbî’den faziletçe üstün olmak, bu konuda cihanda en yüksek kişi olmak demektir. Böylece şair, memduhu en güzel biçimde övmüştür.

Aşağıdaki beyitte Fârâbî, eserleri dolayısıyla anılmıştır:

Sandûk-ı hâtırında o genc-i fezâ’ilin

Var nice nüshâ Fâzıl-ı Fârâb görmedik (Bursalı Tâlib, G. 69/7)

“O faziletler hazinesinin zihin sandığında pek çok kitap vardır; (ancak) aralarında Fârâb’ın faziletlisini görmedik.”

Aşağıdaki beyitte Fârâbî’den, müzikle ilgisinden dolayı bahsedilmektedir:

Reşîd mutribi Fârâbî olsa da uymaz

Nevâ-yı kilkine sad-nağme-i rübâb-ı ferâh (Çeşmî-zâde Reşîd, G. 8/8)

Örnek beyitlerde gördük ki Fârâbî, divan şiirinde anlayış ve fazileti temsil eder. Ayrıca o, müzikle ilgisinden dolayı da beyitlere konu olur.

İbn Sînâ

İbn Sînâ hem bir hekim hem de bir filozoftur. En ünlü eseri Eş-Şifâ’dır. Tıpkı Fârâbî gibi o da Aristo’nun Organon adlı eserini şerh etmiştir.

İbn Sînâ, 980-981 yılında Buhara yakınlarındaki Efşene adlı köyde doğmuştur. Ortaçağın âlim ve düşünürleri ona “eş-Şeyhü’r-reîs” ünvanını vermişlerdir. Batıda ise Avicenna olarak anılır. İbn Sînâ’nın babası Abdullah, iyi bir eğitim gördüğü için evinde bilim toplantıları düzenleyen bir zattı. Bundan dolayı İbn Sînâ felsefe, geometri ve matematiğin konuşulup tartışıldığı bir evde büyüdü. Böylece; bu konulardaki bilgisini arttırdı. Küçük yaştan itibaren Kur’an, dil, edebiyat, akaid ve fıkıh üzerine dersler aldı. Babası Abdullah’tan ise felsefe, geometri ve aritmetik öğrendi. Mahmûd el-Messâh ise İbn Sînâ’ya Hint matematiği öğretti. Bunun dışında İbn Sînâ tıp, eczacılık, fizik, metafizik ve astronomi konularında da oldukça iyi bir düzeye ulaştı. İslam felsefesi tarihinin bu büyük filozofu 1037 yılında hastalanarak vefat etmiştir. Kabri Hemedan’dadır (Alper 1999: 319-321).

Divan şiirinde İbn Sînâ aklı, hüner sahibi olmayı, hikmeti, ahlakı sembolize etmektedir. Beyitlerde bazen Bû ‘Alî Sînâ ismiyle de geçmektedir.

Aşağıdaki beyitlerde İbn Sînâ akıl ve kavrayış sembolü olarak kullanılmıştır:

Felâtûn-ı müdebbir Bû- ‘Âli-yi dâniş ü bîniş

Aristo-yı hıred ‘akl-ı mücessem Âsaf-ı sânî (Tıflî Ahmed, K. 9/10)

Yukarıdaki beyitte memduh, Tıflî Ahmed tarafından bilgi ve basiret bakımından İbn Sînâ’ya benzetmiştir.

Aşağıdaki iki beyitte ise İbn-i Sînâ’nın aklının dahi yetmeyeceği konulardan bahsedilmiştir. Bu konu şüphesiz ki aşktır. Aşk, aklın sınırları ötesinde olduğu için, insan dünyanın en akıllı varlığı olsa dahi eğer gönül dünyası fakirse aşkı anlayamaz. Aşkı anlamak için tek yol onu tecrübe etmektir. Bununla beraber, filozofların gönül dünyalarının genel olarak fakir olduğu bilinir. İbn-i Sînâ’ya da öyle bakılır; o, aşkı anlayamaz:

Arar evrâk ‘akl-ı İbn-i Sînâ

Bulamaz derdine dermân dirîgâ (Esrâr Dede, G. 7/9)

Aşağıdaki beyitte ise İbn-i Sînâ ahlak sembolü olarak geçmektedir:

Cenâb-ı Râtib-i âsaf-semîr-i Bû ‘Alî-sîret

Ki her bir lafzı sad-mazmûn ile ma’nâ-resenlikdür (Râmiz Mehmed, G. 62/11)

İbn-i Sînâ, filozof olduğu gibi, çok ünlü bir hekimdir de. Onun eş-Şifâ adlı dev yapıtı Batıda yüzyıllarca ders kitabı olarak okutulmuştur. Aşağıdaki beyitte İbn-i Sînâ’nın şifa verici yönüne değinilmiştir:

Semi’-i mefhar-ı ‘âlem nazîrin görmemiş dünyâ

Şifâ-yı sînedir tedbîri sanki İbn-i Sînâ’dır (Sırrı Rahile Hanım, K. 4/8)

İbn Sînâ, beyitlerde akıl ve kavrayışı temsil eder. Bilgi ve basireti yönüyle de şiirlere konu olur. Onun bir diğer özelliği, tabip olmasıdır. Ne var ki tabip, aşk hastalığı konusunda, İbn Sînâ bile olsa çaresizdir. Dolayısıyla aşk, İbn Sînâ’yı bile aşan bir olgudur. İbn Sînâ, aynı zamanda ahlak sembolüdür. 

Lokman

Lokman, Kur’an’da adı geçen hikmet sahibi kişidir. Şifacı özelliğiyle bilinir. Divan şiirine de şifacı ve hikmet sahibi özellikleriyle konu olmuştur:

Bir kulun dîvâne olsa gayret-i akrân ile

Bende çek zencîr-i ihsânunla Lokmânlık budur (Aşık Çelebi, G. 110/2)

“Akranlarının çabasıyla bir kulun delirse (onu) iyilik zincirinle bağla; Lokmânlık budur.” Şair, sevgiliye, deliren âşıkları için Lokman hekime yaraşacak bir tedavi önerir. Bu tedavi iyiliktir.  

Çün denî nefsün ‘ilâcın idemezsin ne ‘amel

‘İlm-i tıbb içre seni Bokrat u Lokmân oldı tut (Celîlî, G. 1/29)

“Alçak nefsin ilacını bulamadığın için tıp ilminde Hipokrat ya da Lokman olsan da faydası yoktur.” Bu beyitte ise, tıp ilminin çözüme ulaştıramadığı bir sorundan, nefis meselesinden bahsedilir. Şair; nefsin kötü isteklerine çare bulamayan ilmi faydasız görür. Çünkü onun için, gönül sağlığı önceliklidir. Beden sağlığı, gönül sağlığından sonra gelir.

Râzî ve Gâzâlî

Gâzâlî ve Râzî, Ortaçağın iki büyük İslam filozofudur. Aşağıdaki beyitte şair her ikisini aynı mısra içinde zikretmiştir. Her ikisi de faziletin sembolüdür:

Cihân-ı mekremet mihr-i ‘inâyet kulzüm-i ref’et

Gazâlî-menkamet Râzî-fazîlet menzelet-peymâ (Çeşmî-zâde Reşîd, Tarih 32/5)

Sokrates

Sokrates, Eflâtûn’un hocası olan ünlü Yunan filozofudur. Halk arasında çeşitli diyaloglara girişir, bilgilerin bizde doğuştan var olduğunu savunur, bu iddiasını da doğurtma yöntemiyle kanıtlamaya çalışırdı.

Filozof M.Ö. 470’te Atina’da doğmuştur. Bir süre heykeltıraş olan babasının yanında çalışmıştır. Anaxagoras’ın öğrencisi Archelaos’tan dersler almıştır. Hiçbir eser yazmayan Sokrates, hayatı boyunca daima tartışmış ve sorgulamıştır (Kaya 2009: 352).

Tıpkı Aristo ve Eflâtûn gibi Sokrates de aklın ve hikmetin sembolüdür. Ne var ki ölüme çare bulmakta o da aciz kalmıştır:

Hemân ölmezden evvel ölmegi gör renciş-i mergün

‘İlâcın bulmadı Sokrat u Bukrat u Aristôlar (Birri, G. 145/6)

Hipokrat

Hipokrat, antik çağın en ünlü Yunan hekimidir. Beyitlerde de -mesleğinden dolayı- tıp ile alakalı olarak geçmektedir:

Çün denî nefsün ‘ilâcın idemezsin ne ‘amel

‘İlm-i tıbb içre seni Bokrat u Lokmân oldı tut (Celîlî, G. 1/29)

İbn Rüşd

İslam filozofu İbn Rüşd, diğer tüm filozoflar gibi, aklı temsil etmektedir:

‘Akl-ı Rüşdî o kadar reşk-i Felâtun’dur kim

Kıldı tasnîf-i nizâmât-ı cünûd-ı İslâm (Eşref Paşa, K. 27/11)

“Rüşdî’nin aklı o kadar Felâtun’u kıskanmaktadır ki İslam ordusunun düzenini sınıflara ayırdı.” Beyitte şair, İbn Rüşd’ün Eflâtun’dan etkilendiğine dikkat çekmektedir.

Calînûs

Calinus –tıpkı Hipokrat gibi- antik çağın ünlü hekimlerinden biridir. Dolayısıyla, divan şiirine de mesleği sebebiyle konu olmaktadır (Abalı, 2006: 73). Calinus, aşağıdaki beyitte bu özelliğiyle geçmektedir:

Sanma perçem kim ecel ser-riştesidür iy tabîb

Derdüme el urma olsan tıbda Câlînûsveş (Celîlî, G. 163/4)

“Ey tabip! (Sevgilinin) perçemini ecel ipinin ucu sanma. Tıp ilminde Calînûs gibi (büyük) olsan da derdime elleme.” Celîlî, beyitte Calînûs’un ne kadar büyük bir hekim olduğunu; buna rağmen aşk hastalığı konusunda onun –ve onun gibilerin- bile hiçbir şey yapamayacağını anlatmaktadır.

Öklid

Öklid, antik çağın önemli filozoflaından ve geometricilerinden biridir. Aşağıdaki beyte ilmî yönüyle konu olmuştur:

Sutûr-ı fenn-i Mecestî vü ‘ilm-i Öklîdîs

Olursa pâye-i mi’râc ‘akl-ı dür nazar (Aşık Çelebi, K. 14/33)

Sonuç

Divan şairleri, şiirlerinde beslendikleri ortak İslam kültürünü yansıtacak şekilde, bu kültürün unsurlarına yer vermişlerdir. Filozof ve hakîmler de, divan şiirinde sıklıkla rastlanan unsurlardan biridir.

İncelediğimiz beyitlerde gördük ki divan şairleri filozof ve hakîm isimlerini çok yüzeysel ve klişeleşmiş bir şekilde şiirlerinde kullanmaktadırlar. Akıl sahibi olmak, neredeyse bütün filozof ve hukemâ için kullanılmaktadır.

Filozof ve hükemânın sembolize ettiği anlamlar şöyledir: Aristo: Akıl, bilgelik, hikmet; Eflâtûn: akıl, fikir, tedbir, hüner, öğretmenlik, menkamet, hikmet; Fârâbî: akıl, kavrayış; İbn-i Sînâ: akıl, hikmet, hüner, ahlak, şifa; Lokman: şifa, hikmet; Râzî ve Gazâlî: fazilet; Sokrates: akıl ve hikmet; Hipokrat: şifa; Rüşdî: akıl; Calînûs: şifa; Öklid: ilim.

Şairler, söz konusu hakîm ve filozofları mazmun oluşturacak şekilde değil, bu  kişilerin hangi anlamları ifade ettiğini açık açık belirtecek şekilde şiirlerinde kullanmışlardır. Meselâ; Aristo çoğunlukla yalnız başına değil, bir tamlama halinde beyitlerde bulunur: ‘akl-i Aristo,  Aristo-hikmetân, Risto-hıred, Risto-i rây, Aristo-hikmet...

Kasidelerde memduhu övmek için pek çok yerde filozof ve hükemâ mukayese unsuru olarak kullanılmış; memduh, daima daha üstün gösterilmiştir. Bazı yerlerde ise övülen kişi filozof ve hakîmlere benzetilmiştir.

Divan şiirinde geçen filozof ve hakîmler İslam düşüncesini oluşturan ve besleyen kişileri göstermektedir; ancak onların düşüncesinden şiirlerde hemen hemen hiç bahsedilmemiştir. Bu kişilerin yalnızca adları zikredilmiş ve akılları, hikmetli oluşları, ahlak ve faziletleri övülmüştür. Bazen de karşılaştrma unsuru olarak kullanılmışlardır. Bazen, yüce akıllı kabul edilen  bu kişiler, aşkın ne kadar zor ve yüce olduğunu anlatmak için aşk derdini çözme konusunda aciz gösterilmiştir.

Kaynakça 

Abalı, Murat (2006). Saîd Giray Divanı Tahlili, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Pamukkale Üniversitesi.

Açıköz, Ali (1994). Beliğ Divanı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir.

Açıl, Berat (2005). Sırrı Râhile Hanım ve Divanı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi.  

Akdoğan, Yaşar (t.y.). Ahmedî Dîvân, //ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10591,ahmedidivaniyasarakdoganpdf.pdf?0 (Erişim Tarihi: 29/04/2015)

Alper, Ömer Mahir (1999). “İbn Sînâ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt: 20, s. 319-322.

Altun, Kudret (1989). Gelibolulu Mustafa Ali ve Divanı, (Yayınlanmamış) Doktora Tezi, Tezi Yöneten: Ali Alparslan, İstanbul.

Atik, Arzu (2003). Celîlî Divanı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul 2003

Başpınar, Fatih (t.y.). Beyânî Divan, //ekitap.kulturturizm.gov.tr/TR,78363/beyani-divani.html (02/06/2017)

Bilgin, Azmi (t.y.). Nigârî Divan, //ekitap.kulturturizm.gov.tr/TR,78394/nigari-divani-azmi-bilgin.html (e.t. 02/06/2017)

Çınar, Bekir (2000). Tıflî Ahmed Çelebi Hayatı Edebi Kişiliği Eserleri ve Divanının Tenkitli Metni, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Elazığ.

Diogenes Laertios (2015). Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri, Yapı Kredi Yayınları, çev. Candan Şentuna, İstanbul.

Duman, Mehmet Akif (2005). Fâzıl Dîvânı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sivas.

Erdem, Melike (1994). Bursalı Tâlib ve Divanı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.

Erkul, Rasih (1992). Birri Mehmed Dede (Magnisalı) Hayatı Edebi Kişiliği ve Divanının Tenkidli Metni, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Konya.

Felek, Özgen (2000). Antakyalı Münif Divanı Tahlili, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Elazığ.

İpşirli, Mehmet. (1991). “Âsaf”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, 3. Cilt, s. 455.

Kasır, Hasan Ali (1996). Esrâr Dede Hayatı Edebi Kişiliği ve Divanının Karşılaştırmalı Metni, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Erzurum.

Kaya, Mahmut (1991). “Aristo”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt: 3, s. 375-378.

Kaya, Mahmut. (1995). “Fârâbî”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt: 12, s. 145-162.

Kaya, Mahmut. (2009). “Sokrat”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt: 37, s. 352-354.

Kutlar; Fatma Sabiha (t.y.). Arpaemîni-zâde Mustafa Sâmî Dîvân, //ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10592,arpaeminizade-samipdf.pdf?0 (Erişim Tarihi: 29/04/2015)

Luggat Osmanlıca Türkçe Sözlük, https://www.luggat.com/index.php#ceviri (Erişim Tarihi: 20,07,2019).

Olguner, Fahrettin. (1994). “Eflâtun”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt: 10, s. 469-476.

Pala, İskender. (1991). “Âyîne-i İskender”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, Cilt: 4, s. 252.

Polat, Fatih (2003). Râmiz Mehmed Efendi Divanı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sivas.

Tanrıbuyurdu, Gülçin (2006). Eşref Paşa Divanı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kocaeli.

Söylemez, İbrahim (2018). Seyf-i Fergânî Divanı Tahlili (Kaside, Kıt’a ve Rubailer), Yayımlanmamış Doktora Tezi, Kırıkkale Üniversitesi-Ankara Üniversitesi, Kırıkkale.

Uluocak, Mustafa (1998). Çeşmî-zâde Reşîd Divanı, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Bursa.

 

[1] İncelediğimiz divanlar şunlardır: Alaşehirli Kadı Muhammed Divanı, Antakyalı Münif Divanı, Asaf Divanı, Aşık Çelebi Divanı, Atıf Efendi Divanı, Azbi Baba Divanı, Bağdatlı Esat Divanı, Beliğ Divanı, Birri Divanı, Bursalı Talib Divanı, Celili Divanı, Çeşmizade Reşid Divanı, Daniş Divanı, Esadzade Mehmed Çelebi Divanı, Esrar Dede Divanı, Eşrefoğlu Rumi Divanı, Eşref Paşa Divanı, Fasih Ahmed Dede Divanı, Fazıl Divanı, Fedai Divanı, Feridun Divanı, Fevzi Divanı, Ganizade Divanı, Garibi Divanı, Gelibolulu Ali Divanı, Hafid Divanı, Hakani Mehmed Divanı, Halet Bey Divanı, Hasan Ziyai Divanı, Hoca Neşet Divanı, İbrahim Hurrem Divanı, Katibzade Sakıp Mustafa Divanı, Kıratoğlu Emin Divanı, Koca Ragıp Paşa Divanı, Münif Antaki Divanı, Naci Ahmed Dede Divanı, Nazif Divanı, İstanbullu Nazım Divanı, Nevres-i Kadim Divanı, Nüzhet Divanı, Ramiz Mehmed Divanı, Ratib Ahmed Paşa Divanı, Reşid Divanı, Remzi Divanı, Sabih Divanı, Salik Divanı, Sami Divanı, Selanikli Esad Divanı, Seyyid Vehbi Divanı, Sırrı Rahile Hanım Divanı, Sururi-i Acem Divanı, Sükkeri Divanı, Şerif Nehci Divanı, Şeyhi Divanı, Şeyh Mehmed Nazmi Divanı, Taib Mehmed Çelebi Divanı, Tıfli Ahmed Divanı, Tokatlı Kani Divanı, Üsküdarlı Sırri Divanı, Vasık Divanı, Vişnezade İzzeti Divanı, Yenişehirli Avni Divanı, Zihni-i Çermiki Divanı, Agah Divanı, Ahmedi Divanı, Arpaeminizade Sami Divanı, Beyani Divanı, Bursalı Rahmi Divanı, Enderunlu Hasan Yaver Divanı, Fevzi Divanı, Filibeli Vecdi Divanı, Kami Divanı, Kani Divanı, Katibzade Sakıb Divanı, Lebib Divanı, Mehmed Sıdki Divanı, Muvakkitzade Pertev Divanı, Naşid Divanı, Nedim Divanı, Nehci Divanı, Nevizade Atayi Divanı, Nigari Divanı, Said Giray Divanı, Sakıb Dede Divanı, Sünbülzade Vehbi Divanı, Tırsi Divanı, Haşmet Divanı, Meşhuri Divanı, Mostarlı Ziyai Divanı, Sehabi Divanı, Süheyli Divanı.

YORUM EKLE