Bütün 'çok'lardan geçince varılır Bir'e

Sadık Yalsızuçanlar’ın Birdenbire kitabı, bir romandan ziyâde âbidler ve zâhidler meclisinde kulak kabartılan sırlı bir sohbet adeta..

Bütün 'çok'lardan geçince varılır Bir'e

Dünyaya gelişler sessiz sakin bir yolculuktur. Dokuz ay bittiğinde ise dünyada olgunlaşma süreci başlar. Kimisi bu zamanı bilir ve tanır, kimisi hiç bilmeden, bulmadan geçirir koskoca bir ömrü. Bir yol ki göz ile görülmez ki aşılsın, bir yol ki bilinmez ki geçilsin. Bilenler arayanlardır, yoksa bulanlar arayanlardır mı demeliyim?

Bilmekten yoksunluktur kayıplık. Taşkın bir nehir ol/a/maz bilmeyen. Bulmaktan yoksundur yiten, başıboş geçirir yılları. Kimisi Yunus gibi Tabduk’u bulur. Kimisi Ganem Dede gibi Rusuhi İsmail Dede’ye kurban olur. Kimisi de Niyazi Mısri gibi Malatyalı Halveti şeyhi Hüseyin Efendiye talebe olur.

Birdenbire’de bir yürüyüş başlar Bir’den Bir’e. İlk şavkla kanat vurulur sonu gelmez bir dönüşe; Başlangıç Bir'den, varış Bir'e... Adım adım Bir'e dönüşür her zerre. "Bir" menzilden, "Bir" menzile... Her hücre ayrı bir göz oluverir o anda; eli, ayağı, saçının her teli, kaşı, dudağı, yüzü, yanağı... Tepeden tırnağa göz göz olur insanın ten varlığı. Her nesne farklı bir tecelliye bürünür o vakit. Pası silinir gönül kulağının. Canlı-cansız her varlık bambaşka zikirlerle dile gelir birdenbire. Ötelerin seyrânı işitilir mestâne bir cezbeyle. Elest Bezmi'nden fânî varlığa sürgün edildiğinden beridir düğümlü bulunan diller çözülür. Her söz Bir'den bahseder, her harf Bir'e işaret eder.

Sadık Yalsızuçanlar’ın Birdenbire kitabı Haziran 2002’de Timaş Yayınları’ndan çıkmış. Beni oku dercesine bir hediye paketinde geldi kitap, kucağında birkaç kuru gül ile… 352 sayfalık bir romanın girişinde, ne anlatacağını bilmediğini söyleyen bir yazar, okuyucuyu daha çok merak içinde bırakırmış, anladım. Roman, konusu itibariyle bir üniversite hocasının ata toprağı olan Kızılcabölük yolculuğunu ve oradaki eskiye dair gelenek görenek ve yaşantıyı anlatır görünse de asıl anlatılan o dar kasabadan maveraya yelken açma çabasıdır. İçsel bir yolculuğa sosyal yaşam içinde yer veren Sadık Yalsızuçanlar, bu konuda çok başarılı. Bu öyle bir yolculuk ki “O’na, O’ndan, O’nunla varılır”.  Arifler ve dervişler kıssalarıyla ışık tutar satır aralarında okura. Birinci tekil anlatıcı kullanan yazar, zaman zaman hâkim anlatıcı üslubuna kaçar. Sade fakat düşündüren cümlelerle akar roman. Birdenbire olur her şey. Bir’den Bir’e… Aniden dokunur kalplere Bir. Öyle dokunur ki dünya gözde pula döner, nefs yerle yeksan olur. Öyle dokunur ki zaman mekân tutmaz ayaklar. Gözler, kimselerin görmediği hakikat suretlerini görür. Çakıl taşıyla güneşin fazlaca bir farkı kalmaz o demde.

Âbidler ve zâhidler meclisinde kulak kabartılan sırlı bir sohbet

Her ki ne var şu âlemde, bütün kâinâtın özeti, çekirdeğidir ârifin gözünde. İnsan, tecellîgâh-ı Rahmân'dır; her gönül, göğüs kafesinde bir Kâbe... Mehtâb, gecenin kürsüsüne bağdaş kurmuş bir hatiptir dinlemesini bilene. Hak yolcusu ise bir ferdidir bu sohbet halkasının, yıldızlarla birlikte. Her yanda ayan-beyan Bir'in fermânı okunur. Ağaçların ellerinde çekilen tesbih tâneleri misâli düşer dalından her yaprak. Ezelden ebede sürüp gider kâinâtın evrâdı: Ey Bir... Ey Bir... Ey Bir... Seyr-ü sülûk yolcusu, her adımda işitir ve seyreder bu cümbüşü...

Birdenbire, romandan ziyâde âbidler ve zâhidler meclisinde kulak kabartılan sırlı  bir sohbet. Kitap olsun kaygısıyla değil de, "Anlatacaklarım, fakat ne kadar anlatsam da anlatamayacaklarım var" niyetiyle kalem oynatılmış belli ki. Beyaz kireçle boyalı eski bir köy odasındasınız okurken. Duvarda fânusu isten kapkara olmuş bir gaz lambasının loş ışığında, elleriniz dizlerinizde sadece dinlersiniz. Diz çökmüş sizinle birlikte oturanlar var etrafınızda, duyar fakat göremezsiniz. Sadece duvarda gölgeleri vardır, diz çöküp, el bağlayanların.

Mânâ deryalarında çalkalanan sözlere ara verilir bazen. Tevhid başlar "Hû" sesiyle. Bir'in Bir'liği tekrar edilir binlerce defâ. "Lâmelif" yazılır gönüllere. "Lâ" diyerek kanat çırpmaya başlar nefesler: "Lâ İlâhe İllallah"... Hasretten gayrı pâyesi olmayanlara sığınak olur kimi paragraflar. Çünkü hasret elestte başlar ve dünyada devam eder.

Önce Elif’le başlar sevda yangını kahramanın, sonra Elif ile devam eder hiç sönmeden. Elif besmelesidir aşkın. Beklenen, istenen, aşılmaz dağları deldiren Elif’tir. Elif sadece bir roman karakteri midir, yoksa Bir'e yolculukta varılan ilk menzil midir, varın orasını siz bulmaya çalışın okurken. Değil mi ki O'nun Kelâmı'nın yazıldığı alfabenin başlangıcıdır "Elif"... İlk harfidir O’nun isminin... "Allâh"... Bir "Elif" yazar kalem ilkin, O'nun ismini yazmaya başlarken. Ve bir "Güzel He" yazılır son olarak. "Elif ve He"... Yan yana geldiğinde okunan incecik ve sessiz bir "Âh" oluverir... Âh ki, kabul olunmaya en yakın duasıdır kulun. Birdenbire’nin sayfalarının arasında böyle bir âh çeker mahzun bir delikanlı. "Evlâdım" der gencin âhını işiten bir ihtiyar, "Sen o âhını bana ver, ben namazımı sana vereyim"... Yanan ve yakan, bir kıvılcımıyla arayışı başlatan bir "âh"ın adıdır Elif. Ne ki, imkânı yoktur Elif'ten geçerek yürümenin. Elif'le atılır arayış sahrâsında her adım. Elif olmakla devam edilir yola...

Bütün "çok"lardan geçince varılır Bir'e

Bir işaret bir nişan bir ses arar her an Elif’e dair, yazar… Sonra kalbi dudak büken bir çocuk edasıyla kendine döner. Bir buse kondurur hasrete, derin bir nefes alarak. Dışardan gelen kuş sesleri getirir selamını Elif’in, sonra güneş, sonra rüzgâr… Ayrılık zâhirde bir yanılgıdan ibarettir artık. Elif ki candadır, özdedir. Ve hasret, üzeri çile örtüsüyle örtülü vuslattır bu raddede. "Bir sükûtla bin haber" salınır gecenin karanlığıyla ve seher vaktinin doğum sancısıyla. Ruhunu ten surlarından âzâd edip, gönül kuşunun kanadına mektuplar bağlayanlar bilir bu hâli ancak. Bu hakikattir aşığın bir dizeyle ilân ettiği: "Bulanlar Hakk'ı buldu / Buldular Cân içinde"...

“Âşıklar Diyarı” mânâ iklimini arzulayarak zahiren varıp hizmete koşmayı dileyenleri bekler kendi sessizliğinde. Aşk diye bir çileyi omuzlayanlara açılır bu yol. Canında olup da yanında olamayanlar bilir hasreti. Ağlamayı gülmek diye seçenlerin düşer yolu bu diyara. Dünya tutkusundan geçerek hiçliğe ermek isteyenlerin diyarıdır burası. Bir sultan arar romanın kahramanı Mustafa. Öyle bir sultan ki Elif’le kabul edecektir onu. Hasret dolu günleri bal günü bilir bu yüzden.

Sahabelerden, Hacı Bayram’dan, Akşemsettin’den, Arif Efendi’den… Nice kıssalar ve Kur’an’ı Kerim’den telmihler ile donanan Birdenbire’de bir yandan yolculuk devam eder, diğer yandan arayış. Bu arayış içinde yakın geçmişin ülke sorunları, belgesel çekimleri, günlük yaşantıdan izlenimler de verilir okura. Ancak en çok ariflerin gölgesinde duraklar satırlar. Nefeslenir, nefeslendirir.

Birdenbire, kadim zamanın sûfî menkıbelerinin şerhedildiği bir tezkiredir bu yönüyle. Sadık Yalsızuçanlar, görmüş ve aralarında bulunmuşçasına mütevâtir bir üslupla anlatır Hak Dostları'nın gönül okşayan serencâmını. Akılla anlaşılası ve idrâk edilesi değildir, Velîlerin sırlı hâlleri. Değil mi ki, bir sarıçiçekle hasb-i hâl etmiştir Sakarya Nehri'nin kıyılarında Yûnus. Ve yine O, nehrin bağrında "Hû" diyerek dönüp duran bir dertli dolabın sırdaşıdır. Kıssadan hisse kâbilinden alacağı nasihate kulak vermelidir onların esrârını dinleyen. Akıl ne kadar "Olamaz" dese de, bütün olunmazları olduran bir Zât vardır.

Ömrünü aşka vakfedenler, imtihanın çetinini yaşayanlar, ihsan diyerek imkân var etmeyenler, yanmaya can atanlar, razı olanlar… Aşk ile aşka dair bir arayışın romanıdır, Birdenbire. Bir’le başlar, Bir’le yok olmak kolay olmasa da Bir’le başlayan yolculuk devam eder, hiç bitmemecesine…

Bütün "çok"lardan geçince varılır Bir'e. O'nu bulan her şeyi bulur. Çok şeyler bulsa da kaybetmeye mahkûm olur O'nu bulamayan. O'nu bilen kendini bilir, kendini bilen de O'nu... Hay'dan gelen Hû'ya gider. Bir inkılâbın sonunda gönlünü O'nun yoluna salan O'na vardıkça yürür, buldukça arar. Yanar, erir ve erişir... Elhâsıl, herşey Birdenbire olur...

Sergül Vural yazdı

YORUM EKLE