Dün yani 28 Haziran 2009 tarihli Taraf Gazetesi’nde okurlarımızın birçoğunu yakından ilgilendiren önemli bir söyleşi yayımlandı. Taraf’ın Pazar söyleşilerini hazırlayan Ayça Örer bu haftaki sayfasını Meksika Sınırı programının sunucularına ayırmıştı.
İsmail Kılıçarslan, Tarık Tufan ve Selahattin Yusuf programları, ülkenin sağcıları, muhafazakârları ve solcuları hakkında konuştukları söyleşi, “Mevlana’yı Şizofren Yaptılar” başlığıyla çıktı. Çünkü söyleşinin bir kısmı popüler kültürün öğütmek için canla başla uğraştığı büyük sanatkârlar üzerine devam ediyordu. Bunlardan biri de kuşkusuz Mevlana Hazretleri’ydi.
Söyleşinin ilk sorusu “Meksika Sınırı nasıl ortaya çıktı?” şeklindeydi. Mehmet Efe’nin Meksika Sınırı başlıklı bir şiirindeki tema onlara yol gösterici olmuş. Selahattin Yusuf bu soru altında diyor ki: “Eski kovboy filmlerinde iyi kahramanlar polisten, baskıdan, kanundan Meksika sınırına doğru kaçar, sınırı geçerlerse hem onlar hem biz rahatlarız ya. Türkiye’de de insanları insani bir hayat yaşamalarını zorlaştıran hukuk, kanun, baskı ne çeşit bir şey varsa onlara karşı geliştirildi Meksika Sınırı.”
Meksika Sınırı’nın Seviyesini Artıracak Bir Seyirci Yok!
Televizyon programlarında konuşulanların, aslında kendi aralarında zaman zaman yaptıkları kültürel sohbetlerin bir yansıması olduğunu söyleyen üçlü, bunun bir parça farklılık yarattığını savunuyor. Çünkü onlara göre Türk TV’leri bu tür kompozisyonlara çok alışık değil.
Söyleşinin devamında İsmail Kılıçarslan Meksika Sınırı-seyircisi ilişkisini hülasa eden birkaç söz söylüyor. Kılıçarslan’a göre 2009 yılında insanlar ikinci el duyarlılıklarla hayatlarına devam etmek istiyorlar. Dolayısıyla Meksika Sınırı’nın seviyesini artıracak bir seyirci topluluğuyla karşı karşıya değiller. Programı sadece kendi ilgilerini derli toplu sunduğu için takip ediyorlar.
Bir programcının kendi programı ve seyircisi hakkında bu tür doğrudan ve sahici ifadeler kullanması oldukça manidar. Herkes kendi ürününü pazarlamanın derdine düşerken onlar her zaman kavgasını verdikleri, bir şeyin “kopya”sını yapmanın o şeyi yapmış olmak anlamına gelmediğini çok iyi biliyorlar çünkü.
Belki de bu yüzden Kılıçarslan’ın az önce sınıflandırdığı seyirci tipinden gayrı olarak, onların bu fikirlerinin idrakinde bir izleyici potansiyelleri de vardır…
12 Eylül Bugünden Daha mı İyiydi? Evet!
12 Eylül 1980 tarihiyle ilgili yer yer söyleşide görüşler serdediliyor. Bunlardan biri de Selahattin Yusuf’un o günlerle bugünü kıyasladığı ifadeleri. Yusuf “’80 öncesinde çok kötü bir durum vardı’ diyorlar. Ölen insanlara, kana, cana olan saygımızı bir kenara bırakıp soğukkanlı olmaya çalışarak söylüyorum bunu; hayır o kadar kötü bir ortam yoktu. Bugünkünden çok kötü değildi. Neden? Solcuların ve sağcıların amaçları, yeni bir ülke, yeni bir ülkü kurmaktı. Söylediğim duygu o zamanlar yaşıyordu. Bugün o da yok. 12 Eylül’ün büyük bir kazanım olduğunu söylüyorlar. Ben çok kötü hissediyorum 12 Eylül sonrasında kendimi.” diyor.
Bir ülkenin genç yazarlarından birinin bu türden düşüncelere sahip olması gerçekten endişe verici. Yaşını başını almış bir zâtın çıkıp da bunları söylemesi daha rahat kabul edilebilir ya da anlaşılabilir bir durum. Fakat özellikle bir genç, hem de okuyan, düşünen, yazan bir gencin kuşağını da içine alarak kendi günü için bunları söylemesi o ülke için tehlike çanlarının ses verdiğini gösterir, değil mi?
Sinir Uçlarından Arındırılmış Bir Pop Tasavvuf!
Söyleşinin son kısımlarına doğru söz, muhafazakârlık tartışmaları üzerinden Mevlana’ya geliyor. Ayça Örer şu soruyla karşılarına çıkıyor: “Mevlana’nın hiç olmadığı kadar popüler olduğu bir zamandayız… Buna karşı mısınız?” Tarık Tufan’ın bu soru karşısında verdiği cevaptaki şu ifade önemli bir tespiti barındırıyor: “Sinir uçlarından arındırılmış bir pop tasavvuf gelişti. İçinde tek bir Kur’an tek bir peygamber cümlesi olmadan saatlerce tasavvuf konuşuluyor.”
İsmail Kılıçarslan, Mevlana’nın en az Müslüman yanının konuşulduğunu savunuyor. Selahattin Yusuf da “Mevlana’yı önce Amerikalılar sevdiği için Mevlana şizofren oldu. Yarın Neşet Ertaş’ı da severler Allah korusun, Neşet Ertaş da şizofren olur.” diyor.
Yakup Öztürk haberdar etti
sayın okuyucu, haberin başlığına bu söyleşi tartışılacak yazmışlar zannımca haberi yazan zatın işi değildir bu çünkü haberin içerisinde 'tartışılacak' bişey yok, yeni bişey de yok, biz en iyisi bu üçlünün arasında en çok kimi sevdiğ,imizi ve neden sevdiğimizi tartışalım, ben ismaili seviyorum herkes adamını yazsın bilader.