Karadeniz için yaz mevsiminin en güzel anları. Nem henüz bütün ağırlığı ile bastırmamış. Fındık mevsimi gelmemiş ki şehir; gurbetçiler, Almancılar, yerli turistler vs ile nerede ise ağzına kadar dolu. Fındık buraların temel geçim kaynağı. Bir yıl sabırla beklenen Ağustos ayı boyunca köylü emeğinin karşılığını Allah ne kadar verdi ise alacak. Lakin fiyatlar konusu çok tartışmalı. On yıllardır sektöre bence hiçbir artı değer sunamayan Fiskobirlik ve yine aynı şekilde büyük çoğunluğu ülkenin merkez ekonomik kulübünün üçüncü sınıf temsilcisi olan faizci tüccar arasında üretici sıkışmış durumda. Yerleşik devletçi algı dolayısı ile fındığın fiyatının da devlet tarafından belirlenmesini bekleyen ve küresel sektör ne durumda olursa olsun, elindeki ürününe her şartta yüksek rakamlar verilmesini uman bir üretici “sınıfı”… Aslında yine -bence- reel bir üretici sınıf da yok. Çünkü salt fındığı ile geçinen bir köylü yok karşımızda ağırlıklı olarak. Bu ve benzeri ekonomi-politik meseleleri, fındık üretimini merkez alarak, birkaç yıl evvel İletişim Yayınları tarafından çıkartılan derleme kitap, “Karardı Karadeniz” adlı çalışmada uzun uzun çözümlemeye çalıştım.
Bir mitingden fazlası
Fındık fiyatlarının üretici lehine yeniden gözden geçirilmesi ve hükümetin fındık politikasının eleştirilmesine yönelik şehirde büyük bir miting hazırlığı söz konusu o yaz. Binlerce araç giriş yapıyor küçük Karadeniz kentinin kıyılarına. Adana’dan, Ege’den, Trakya’dan… Ülkenin her tarafından otobüslere “bindirilmiş üreticiler” hükümeti protesto edecekler! Ben bu mitingin bir operasyon olduğuna dair kanaatler taşımaktayım… Yıllar sonra ortaya çıkan bilgiler gösterdi ki, bu kanaatimi destekleyen veriler ile karşılaştık. Yani hükümeti yıkmaya yönelik derin girişimlerin ilk fitilinin ateşlendiği toplumsal gösterilerin başında geliyor bu fındık mitingi…
Ben alıp başımı, denize girmek için şehrin uzak kıyılarına doğru çekildim. Paletlerim, deniz gözlüğüm ve birkaç kitap… Dalış yapacağım yer kayalık. Çocukluğumdan beri denizin içi her zaman ilgimi çeker. Orada doğal olarak ayrı bir dünya vardır. Ve bu dünya sizi gerçeklikten alıp kopartır, rahatlatır. Gerçek dünyaya yeniden huzur içinde dönersiniz. Tabi sırılsıklam olarak…
Birkaç dalış yapıp kumlara uzandığım vakit telefonum ısrarla çalmaya başladı. Kimsenin bu huzurlu deniz keyfimi bozmasına fırsat vermemek gibi bir düşüncem var. Evden arıyorlardır mutlaka. Ama üst üste çalınca çantamı açıp baktım artık. Telefonda Mehmet Aycı yazıyor. Bir şair arayınca bütün önceliklerim yer değiştirir. Aycı, şair ağabey Mehmet Fidancı ile yolda olduklarını ve birkaç saat sonra bana uğramak istediklerini belirtince eşyaları toplamamla araca atlamam bir oldu. Başıma geleceği tahmin ediyorum çünkü. Miting dolayısı ile küçücük şehre o kadar çok araç giriyor ki, evime ulaşmam mümkün değil neredeyse. O yüzden hızlı hareket etmek zorundayım. Tam tahmin ettiğim gibi sahil ana yolu kapanmış. Ülkenin her tarafından değişik plakayı ilk kez bir arada görüyorum. Çare, ana yoldan çıkıp, sahil köylerinin, mahallerinin küçük, dar yollarından alternatif bir geçiş bulmak. Dolaşa dolaşa evime ulaştığımda şehir artık tıkanmıştı. Artık şehre ne girmek ne de çıkmak mümkün değil.
Çıkalım Boztape’ye de…
Tam o sırada Aycı arıyor. Onlar da şehre giremeden sahil yolunda bir yere park etmişler araçlarını. Niyetleri bana uğrayarak bir çay içip, Ankara’ya devam etmek. Ama bu fikir için durum hiç iç açıcı değil. Şehirden geçmek mümkün değil çünkü. Yapılacak tek şey, güzel bir yere oturup, bu iki kadim dost ile güzel vakit geçirmek… Hatta mümkün ise şehrin de biraz dışına taşmak. Bu tek adresi işaret ediyor. Şehrin en yüksek tepesi olan Boztepe mevkii. Oraya çıkmak da sorun. Bir şekilde yol bulacağımı umarak araçla dalıyoruz şehrin göbeğine. Dar mahalle aralarından, izbe sokaklardan, ince manevralar yaparak, nihayet bizi Boztepe’ye ulaştıracak köyün yoluna giriyoruz. Tabi arazi yükseldikçe şehri tepeden görme imkânımız artıyor, yukarıdan şehrin manzaramsı müthiş. Deniz alabildiğine ufuk çizgisine kadar size açıyor enginliğini. Uzak dağlar, tepeler ve şehrin kıyı boyunca dağılımı… Herkes gibi Aycı ile Fidancı da etkilendi sanırım bu manzaradan. Yalnız Aycı, 1990’ların ikinci yarısı yine misafirimiz olmuş ve Boztepe’ye o vakit çıkmıştı.
Mehmet Aycı ile birbirimizin yüzünü görmeden, yıllarca “Kırağı” isimli şiir dergisinde yazdık. O’nu ilk oradan tanıyorum. “Sel” isimli halk edebiyatı formundaki şiirlerinden sonraki ilk kitabı olan “Mor Kitap”taki hemen bütün şiirlerini biliyordum dolayısı ile. Hatta bahsettiğim bu ilk gelişinde, sahil yolu üzerinde bir seyyar kitapçıda rastladığı “Genç Werther’in Acıları”nı alıp bana hediye etmiş ve imzalamıştı. O kitabı hâlâ saklarım. Aycı’nın bazı şiirleri yakından tanıdığım müzisyenler tarafından da bestelenmişti ayrıca. Sağındık gibi, Arif Nazım gibi önemli isimler tarafından.
Mehmet Fidancı isminin de bende ayrı bir yeri var. O’nu ilk kez, “Bizim Ocak” isimli dergide yayınladığı desen çalışmaları ve şiirlerinden biliyorum. İlgimi ilk orada çekmişti. Sonra keşfettim ki bunlar bir ekip. Hiç dağılmayan bir ekip. Yani Mehmet Can Doğan, Cengizhan Orakçı ve Fidancı. Araf Dergisi, Son Duvar Dergisi, Sonsuzluk ve Birgün Dergisi ve şimdilerde Kurgan Edebiyat Dergisi… Kendimi hep bu ekibin takipçisi olarak görmek istedim. Çünkü benden önceki kuşağı temsil ediyordu bu isimler. Aynı ideolojik gelenekten geliyorduk ve bu üç isim ortaya koydukları ürünler ile o ideolojik kapanın kapılarını kırıp, ileri düzeyde estetik ürünler ile yollarına devam ettiler. Dolayısı ile benim için ön açıcı olmuşlardır bir anlamda. Tabi bundan onların hiç haberi olmadı. Ben öyle uzaktan takip ederek, dergilerini okuyarak, kitaplarını aldığım gün bitirerek yaptım bunu. Yapabildiysem eğer… Mehmet Fidanı ile yollarımız ortak bir çalışmada kesişti yıllar evvel. Benim, “Kurutulmuş Gül Mevsimi” isimli ikinci müzik çalışmamın kapağını o yapmıştır. Bundan büyük onur duyduğumu söylemeliyim.
Biz, Boztepe’de derin şiir sohbetine başladığımızda da mitingin artık fitili ateşlenmiş, üzücü olaylar yaşanmış, provokasyonlar olmuş ve sahil yolu kilitlenmişti. Memleketine varmak isteyen binlerce insan saatler boyu, yani öğle vaktinden gece yarısına kadar yollarda telef oldu o gün. Biz, olan biteni sohbet için oturduğumuz tepeden bütün çıplaklığı ile gözlemleyebiliyoruz. Gece yarısına doğru kalabalık yavaş yavaş dağılmaya, trafik hareketlenmeye başladı. Aycı ve Fidancı için Ankara yoluna düşme vakti gelmişti artık.
Selçuk Küpçük yazdı