Boş sallanan salıncak

"Hayatımız çalındı, kılıfı zaten çoktan hazırdı. Hiç mi insan soyulduğunu anlamaz diyebilirsiniz. Sıkıntı da burada işte. Hayat kalitesi diye sunulan bir şeyin en kıymetli varlığımız, yaşam sırrımızı, çalmaya gelen bir canavar olduğunu bilemedik zaten bilmemiz de pek mümkün değildi, çok iyi hazırlanılmıştı. Peki, bu nasıl oldu?" Hüma Dergisi'nden Ayşenur Gürbüz yazdı.

Boş sallanan salıncak

İşler hiç yolunda gitmiyor. Gün geçtikçe artan, karmaşaya dayanamayan, aklını kaçıran, beynini eline almış, stres topu gibi yoğuran insanların sayısı çok fazla. Issız sokakların ardındaki ses dalgasının şiddeti, depremlere sebep olan tartışmalar ortaya çıkarıyor. İyiye giden bir şeyler arıyorum. Tamam, gitmese de sadece yerinde duran iyi bir şeyler de olur. Kilometrelerce yürüyebilir hatta koşabilirim, ağaçların tepesine çıkıp bakabilirim ama hayır göremeyeceğimi, bulamayacağımı biliyorum. Telaşım arttıkça pilim daha hızlı tükeniyor. Böyle zamanlarda ne yapacağımı bile unutmuşum. Tek bildiğim şey koşmak. Sebepsizce koşarken daha çok tükeniyorum. Düğme, evet düğme. Onu kapatabilirsem pilim biraz daha yetebilir. Pil, düğme, pil, düğme, buldum. Babaannemden dinlemiştim, ayağım bir taşa değerse durabilirim. Harika bir fikir ama bütün taşların toplatıldığını hatırlayana kadar. Pürüzsüz bir dünya fikrinin içinde çakıl taşları bile yoktu. Proje başlatıldığında pek çoğumuzu mutlu etmişti aslında. Evet, düğme diyordum, bulamıyorum. Peki, neden bu kadar telaşlıyım çünkü bugün son günümüz. Yarın Mars’a taşınıyoruz. Rüya değil tabii ki de. Bir süre önce hiçbir şey yolunda gitmemeye başladı. Aslında başından beri böyle idi ama hiçbir şeyi anlayamadığımız gibi onu da göremedik.

Yolunda gitmeyenler çığırından çıkınca yapabilecek hiçbir şey kalmamıştı ve sonunda dünyanın çivisi çıktı. Günlerce dâhi mühendisler tarafından tekrar yerine yerleştirilmeye çalışıldı ama maalesef çabaları çivinin boşluğunu genişletmekten başka bir işe yaramadı. Artık ne kapı kilit tutuyordu ne de dünya çivi. Son çare olarak Mars’a taşınılmaya karar verildi. Mars’ta yeni bir dünya affedersiniz yeni bir hayat kurmaktan başka bir ihtimalimiz kalmadı. Eğer hemen bu çivisi çıkmış dünyayı terk etmezsek kendimizi yiyip bitirerek dağılacağız, un ufak olup gezegenlerin üzerine bir avuç toprak gibi döküleceğiz. Dünyamızın çivisinin çıkmasına ne mi sebep olmuştu. Aslına bakarsanız bu konuda konuşmaktan utanıyorum ama yeniden tekrarlanmaması için yapabileceğim en iyi şey bu konuşma sanırım.

Önceleri gözlerimizi ağlayarak açtığımız kâh gülerek kâh düşünerek bütün duyguları dolu dolu yaşadığımız bir hayatımız vardı. Yeni bir güne bilinmezliğin tatlı edasına eşlik eden taze umutlarla uyanan, gününü bir bilmece gibi yaşayan, akşam vakti üzerine çöken yorgunluğa “sabah ola hayr ola” diye selam çakarak günü geceye uğurlayan insanlarla dolu idi. Yaşamadan önce acı ve mutluluktan haberdar olmadığımız için içimizi kemiren korkularımız da yoktu. Bazen o kadar çok mutlu olurduk ki bu mutluluğun bir kısmını acılarımızın yanına katık olsun diye saklardık. Hüznümüzü mutlulukla yoğuran ve belirsizliğin güvenli kıyısına sığınan biz insanlar çok fena kandırıldık.

Hayatımız çalındı, kılıfı zaten çoktan hazırdı. Hiç mi insan soyulduğunu anlamaz diyebilirsiniz. Sıkıntı da burada işte. Hayat kalitesi diye sunulan bir şeyin en kıymetli varlığımız, yaşam sırrımızı, çalmaya gelen bir canavar olduğunu bilemedik zaten bilmemiz de pek mümkün değildi, çok iyi hazırlanılmıştı. Peki, bu nasıl oldu?

Evet, hepimizin hayatında rayında gitmeyen bir şeyler olurdu ama biz bunların varlığı için kendimizi suçlamazdık. Hayat bu, her şey olabilir, bu da gelir bu da geçer derdik. Er ya da geç geçerdi de. Önce aksiliklerin sebebi bizmişiz gibi hissettirmekle başladılar. Suçluluk psikolojisinin içinde tam kendimizi kaybederken aksakallı bir dede gibi elimizden tuttular, Hızır olduğuna inandık. Sebebi olduğumuz bu aksiliklerin çözümünün yine bizim olduğumuzu, biz istersek her şeyi aşabileceğimizi söylediler. İkna olmamız pek uzun sürmedi. Deneme sürüşü olarak işlerin daha az acı hissederek hızlıca rayına girdiğini görmemiz çok hızlı büyülemişti. Mutluluğun bizim elimizde zirve yaptığı bir dünyaya davet edilmiştik. Başlangıçta her şey çok mükemmeldi. Tüm hayatımızı milim milim düzenleyerek hiçbir aksiliğe yer vermiyorduk. Neyi istiyorsa onu yaşıyorduk.  Hayatımız boş bir arazinin üzerine kurulan gökdelen gibi oldu. Az alanda çok eylem vardı ve hiçbir bilinmezliğe yer yoktu. Parsellenmiş mutluluklar sayesinde ne zaman mutlu olacağımızı ne zaman yorulacağımızı biz belirliyorduk. Geçmişte güvenli kıyımız olan belirsizlik, sürekli olarak kaçtığımız bir düşmana dönüştü. Gün geçtikçe bütün pürüzlerden çabucak kurtulan, her anını dolduran, yürürken ayağına taş bile değmeyen, camdan prizmasında yaşayan insan bedenine bürünmüş robotlar olduk. Eski hayatımıza dair özlediğimiz hatıralar zihnimize gelir gibi olduğunda duygularımızı donduran meşguliyetler elimize verilirdi, hatırlamadan tekrar unuturduk.

Sonsuza kadar sürmesi planlanan bu kusursuz dünya sürekli sivilce çıkarmaya başladı. İddialarından vurulmaları uzun sürmedi. Hiçbir şey yolunda gitmemeye başladı çünkü dünyanın kendine has bir mayası vardı ve her çomak sokup karıştırmaya çalıştıklarında çivinin yerinin biraz daha oynadığını bilmiyorlardı. Her gün daha fazla kontrolsüzlüğe sürüklenen dünya sonunda bu hâle geldi işte artık gezegen değiştirmek zorundayız.

Bize gelince, büyük felaketten önce rahatsızlığını duymaya başlamadık değil ama sesimizi çıkaramayacak kadar uyuşturulduğumuz için kolumuzu kıpırdatamadık. Oyun bozulunca da daha mutlu ve pürüzsüz yaşamak için çabalarken yıkımı içerden başlattığımızı, kalbimizi geçiştirdiğimiz sorunların molozları ile doldurduğumuzu, duygularımızı bastırarak içimizi şişirdiğimizi fark ettik. Gerçek bir hayatı sahte bir dünya ile nasıl değişebildiğimize hâlâ inanamıyorum. Hayat, ara ara rayından çıkması, varlığını sevdiğimiz acılar ve planlanmamış mutluluklar ile güzeldi.

Giderken son bir sözüm kaldı. Darmaduman ettiğimiz bu hayatı yeniden kurduğumuzda en çok yapmak istediğim şey ne biliyor musunuz? Koltuğunu tüm duygularım ile doldurmuş, yaşama telaşını unutmuş bir şekilde doyasıya bir salıncakta sallanmak ve yeni hayatımızda her anımı planlarken hayatın kendisini kaçırdığım, eğlencesinden mahrum kaldığım, içinde var olduğumu sanırken aslında boş sallanan bir salıncak olsun istemiyorum.

Ayşenur Gürbüz

Hüma Dergisi, Sayı:16

YORUM EKLE