Bir toplumu ölmeye yatırdılar

Ölmeye Yatmak, Adalet Ağaoğlu'nun günümüz Türkiyesinin şifrelerini gösterdiği sosyolojik politik eleştirel romanı...

Bir toplumu ölmeye yatırdılar

Hakikatli bir eleştiri

Türk ‘modernleşmesi’ –bu kelimeyi yazı boyunca olumsuz ya da kısmen olumsuz bir manada kullanacağımı belirtmiş olayım- denilen, Tanzimat ile başlayıp Cumhuriyet ile birlikte hızlanan Batılılaşma sürecini içeriden bir göz olarak, bireyin üzerinden toplumsal bir analiz ve bununla beraber bir özeleştiri ile ele alan bir kitaptır ‘Ölmeye Yatmak’. Bireyin modernleşen yaşam içindeki bunalımını, bir dönemin siyasal ve toplumsal havasını, devletin halk ve halkın değerleri ile ilişkisini, tek tipleştirmekten başka gayreti olmayan eğitim/öğütüm sisteminin tohumlarının nasıl atıldığını gözler önüne seren bu eser, Adalet Ağaoğlu’nun ‘Ölmeye Yatmak’, ‘Bir Düğün Gecesi’ ve ‘Hayır’ romanlarından oluşan “Dar Zamanlar” isimli üçlemesinin ilk kitabıdır.

Modernleşmeyi anlatan modernist bir kitap

Kitabın edebî bakımdan incelemesinden ziyade içeriğine dair birkaç kelâm etmek maksadındayım. Ama elbette edebî açıdan da bazı temel noktaları belirtmekte fayda var. Zira okuyucu kitabı eline aldığında sadece olaylarla karşılaşmaz.

Adalet Ağaoğlu, Ölmeye YatmakModernleşme sürecinin, modernist bir üslup ile anlatılması okuyucunun verilmek isteneni daha iyi anlaması bakımından oldukça çekici bir noktadır. Ölmeye yatan bir kadının, düşüncelerini aktarmadaki başarının sırrı da bu üslupta gizlidir. Farklı ‘ben anlatıcı’ların ağzından anlatılan hikâye, bu özelliği ile de bizi kahramanlarla baş başa bırakarak onları birebir anlama fırsatı sağlıyor. Onların duygularını aracı olmaksızın bize ulaştırıyor.

Bu söz konusu üslup, zaman zaman modernist anlatının bir işareti olarak belirsizlikler doğurduğundan, ‘Ölmeye Yatmak’ klasik okuyucu için kısmen zor bir eser olarak kabul edilebilir. Bu yüzden klasik okuyucu eseri ısrarla okumaya devam etmediği takdirde kendisine yabancı gelecek olan bu üslubu yadsıyacaktır. Ancak ısrar edip okunduğunda gerek olayların akışı gerekse üsluptan kaynaklanan tökezlemelerden kurtulmanın verdiği rahatlık sebebi ile kolayca ve zevk alınarak okunabilecek bir eserdir Ölmeye Yatmak.

Gelişmek=Batılılaşmak=Yabancılaşmak

Aysel adındaki bir doçentin Ankara’nın devlet kokan o soğuk caddelerinin üzerinde bulunan otel odasında ‘ölmeye yatışı’ ile başlar roman. Aysel’in çocukluğuna kadar gidip, kâh onun kâh arkadaşlarının ağzından dinleriz olayları. Kitapta zaman zaman gazete ve radyo haberlerini de görüyoruz. Böylece dönemin toplumsal yapısını idrak etmemiz kolaylaştığı gibi, bu; olup bitenleri her ne kadar mantıklı bir yere oturtmamıza yardımcı olmasa da insanların davranışlarını anlamlandıramamaksızın tanımlamamızı mümkün kılıyor.

Adalet Ağaoğlu“Yeni bir halk yaratmak” için sıvanan kollarının ‘yenilere’ yer açmak için eskiye dair her şeyi silip süpürmesine şahit oluyoruz. Bir yandan uygarlık, medenîleşmek, çağdaşlık, ilericilik gibi bugün bile dillere yapışıp kalmış kelimelerin şekle indirgenmesi ile alay eden Adalet Ağaoğlu, diğer yandan da Necip Fazıl’ın “kaba softa, ham yobaz” dediği kişileri de eleştiriyor.

Kitapta medenî olmanın Fransızca bilmek, dans etmek ve tıraş olmak ile eşleştirildiği yılların havasını solurken; bir devletin yıkılıp gidişine şahit olan halkın dahası devletin ve rejimin fikrî bunalım ve bulanıklıklarının, ‘ulus(al)laşma’ sürecindeki çarpıklıkların, halkın üzerinde yama gibi duran Batılı yaşam tarzının ironik bir dille aktarıldığını görüyoruz.

Sistem kendine bekçi yetiştiriyor

Kitabı okurken ister istemez bazı sahneleri bugün ile kıyas etmekten geri duramadım. Asıl şaşırtıcı -aslında bu ülkeyi iyi tanıyan biri için sıradan, ancak evrensel normlar bakımından şaşırtıcı - olan ise 30’lu, 40’lı yılların anlatıldığı Türkiye’de yaşananların bugün halen yaşanıyor olmasıdır. Artık kapılarına “Dikkat zararlıdır: şahsiyeti ve düşünceyi öldürür!” yazılı levhaların asılması gerektiğini düşündüğüm bugünkü okullar aracılığı ile verilen eğitimin, kitapta tüm gülünç ve bir o kadar da trajik yanlarıyla ortaya konan eğitim ile aynı zihniyete sahip oluşu bu durumun belki de tek sebebidir. Cumhuriyetin ilk yıllarında düşünen bireyler yerine, sistemin bekçiliğini yapacak ‘yığınlar’ yetiştirmek amacındaki eğitim, bugün de görevini aksatmadan ifa etmektedir.

Kitaptaki ilgi çekici sahnelerden biri de, en iyi ‘kraldan çok kralcı’ diye tarif edilebilecek olan Dündar Öğretmen’in vatanseverlik ölçüsünün ‘bayramlarda camlara bayrak asmak’ olduğunu öğrendiğimiz satırlardır. Birkaç saniyelik düşünme ile bugün de bu zihniyetin kendisini aynen muhafaza ettiğini görmek hiç zor olmayacaktır. Değişen tek nokta ise şu: Resmî ideoloji zamana ayak uydurarak bu vatanseverlik ölçüsünü bugün internet ortamına da taşımış ve buna uygun mekan olarak da ‘profil fotoğrafları’nı seçmiştir.

Bir kitap okumakla vatan haini olabilirsiniz

İkinci Dünya Savaşı sırasında alışverişlerin karne ile yapıldığı yıllarda, malları birkaç kuruş fazlaya satan küçük esnaf, kutsallaştırılmış bir kurum olan devlet tarafından ‘vatan haini’ ilan edilirken, ‘sistemden beslenenlerin’ neyi kaç kat kârla sattığının belli olmadığını da okuyoruz karakterlerin ağzından. ‘Devlet Baba’nın halk karşısındaki otoriter duruşunu anlamak için vatan haini olmanın kolaylığına ve dahası kimsenin buna ses çıkarmadan boyun eğiyor oluşuna bakmak yeterli olacaktır. Sözgelimi Ölmeye Yatmak’ta, Andre Gide’in ‘Dar Kapısı’nı okuyarak da vatan haini olmanın mümkün olabildiğini görüyoruz. Bu gibi parçalar bize kitabın satır aralarının dikkatle okunması ve o yıllara dair yapılan bu hakikatli eleştirinin iyi anlaşılması gerektiğini söylüyor.

Kitaptaki şu satırlar o yılları ve o yıllarda yetiştirilmek istenen ‘bekçilerin’ durumunu özetler nitelikte:

“Bir daha bilmeden suç işlememeyi öğrendi. ‘Oku’ diye verdiklerinden gayri hiçbir şey okumamayı, ‘Düşün’ dedikleri dışında hiçbir şey düşünmemeyi…”

(Me)denîleşen Nesil

Kıyafete indirgenen bir medeniyetin bugün bir ‘magazin medeniyeti’ oluşuna şaşırmak mı gerekir? Karakterlerin ağızlarından düşürmedikleri ‘uygar ve medenî’ kavramlarını kullanış yerlerine bakarak bu kavramların içinin aslında daha o zamanlar boşaltıldığını anlıyoruz. “Dündar Bey” demenin, tesettür bir yana uzun saçın ve örgünün, Doğulu; “Bay Dündar” hitabının, kısa saçın, baloların, dans etmenin Batılı ve uygar olmayı temsil ettiğine inanan zihniyetten başka türlüsünü beklemek de safdillik olurdu.

Yeni neslin kendi milletine, dahası anne-babasına, aşağılayıcı bir nazar ile bakmasını sağlamanın modernleşmenin neresinde olduğunu sorgulamak gerekir. Değil köylü anne-babaların çocuklarının, bir kaymakamın çocuğunun dahi ailesini cahil bulmasını sağlayan sistemin yaptığı bu ‘şeye’ eğitim denebilir mi?

Kendi günahları ve bunalımlarıyla, bir otel odasında yatıp ölümü beklerken yüzleşen Aysel’in hikâyesi bizi bu bireysel hesaplaşmadan çok daha ötelere götürüyor. Bir dönemin portresi çiziliyor. Farklı tabakadan insanların hayatlarına konuk oluyor, onların abartılı bulduğumuz tavırları ile o günleri hissediyoruz.

Şunu da belirtmek gerekir ki romanlar, birer tarih kitabı değildir. Onlar bize birebir yaşananları vermek için yazılmamışlardır elbette. Ancak, bu anlattıkları yahut yazıldıkları dönemler hakkında bilgi içermedikleri anlamına da gelmez. ‘Ölmeye Yatmak’, bir döneme ayna tutan, yaşanmışlıklar barındırdığı her halinden belli bir yapıt olarak karşımızda durmaktadır. Gerek edebî açıdan gerekse konu bakımından okunmaya değerdir.

 

Görkem Evci tavsiye etti

YORUM EKLE
YORUMLAR
m. fatih kutan
m. fatih kutan - 12 yıl Önce

bütün yenik düşenlerle aynı kışlaktanız, çok şükür. teşekkürler görkem evci.

banner36