Okumak; bilmeye en çok ihtiyaç hissettiğimiz zamanda önümüzde beliren en güzel seçenektir. Bilmek ise öğrenme isteğinin içimizde alevlendiği dönemlerde imdadımıza koşan bir yangın söndürme tüpüne benzer. “Okumak, öğrenmek ve bilmek” muhteşem üçlüsü tamamlıyor ve var ediyor benliğimizde kendini. Bu üçlünün en vazgeçilmez muhatabı ise insan. Var olması ve onun tüm eksiklerini tamamlayıp çalışmaya başlaması için bir imkân okumak ve bilmek… Ve imkânın mekânı nam-ı diğer Âdemoğlu.
Oku, yaşa ve yaşat
“Nisyan” kökünden gelen ve unutkan bir canlı olarak nitelenen insan, bilmek, bulmak ve anlamlandırmak ister. Bunun için arar, sorar, okur ve yazar. Ve daima bu anlam için yaşar. Görünürde çalışan, çabalayan, amaçları olan ve daima yükselmek isteyen bir hâl ile var olur. Fakat hiçbir durum görünenden ibaret değildir. İşin içinde bir de görünmeyen kısım var. Zamanla içimiz ve dışımızın çatıştığı olaylar yaşıyor ve görünenden çok görünmeyen kısmın bizi alakadar ettiğini öğrenmiş bulunuyoruz. İnsan, dünya âleminde gece gündüz kendi içinde gömülü olan sırrı hatırlamaya çalışıyor. Başarısı muhteşem üçlü olarak tanımladığım “okumayı, bilmeyi ve öğrenme”yi kendisine misafir edip etmemesine bağlı. Misafir etse dahi bu misafirleri hoş karşılaması lazım. Anlayacağınız bu misafirler de ev sahibi de birbiri ile bağlantılı ve bir o kadar önemli. Tüm samimiyet, gayret ve çabasıyla Allah’ın halifeleri olarak bizler, kendimizdeki boşlukları dolduracak ve kalbimizi onaracak kabiliyete sahibiz. Bunun sonrasında ise Allah’ın bize kardeş kıldığı kişilerdeki boşlukları doldurmada da onlara yardımcı olabiliriz. Çünkü insan kulluk ve halifelik ile muhatap alınmış olan bir Ahsen-i Takvim varlık yani oldukça donanımlı ve misafirperver bir canlıdır.
Boşluklar yalnızca doğru parçalarla doldurulabilir. Öğrenmek, okumak ve bilmek ise ilim başlığı altında bizi karşılar. Boşluklar ilimle beraber anlamını bulur. Şayet kendimizi satır satır okur, kişiliğimizi ilmek ilmek işleyebilirsek anlamlı bir hâl ile var oluruz. Bu yüzdendir ki birinci vazifemiz layıkı ile kendimizi keşfedebilmektir. Dış dünyayı ve içimizdeki dünyamızı fark etmeden, hayatımız ile bağ kurmadan, sevmeden ve sevilmeden, öylece ve sadece yaşamak ile kalbimizi hissedemez, anlamlı bir şekilde var olamayız. Öğrenmek ve bilmek ve bu bilgiyi yaşayabilmek... İlim bu üç kolda ve üç yolda bir nizam halinde ilerler. Demek ki insandaki ilim de tedricen bir okuma ister… Kitap dahi sadece bir sayfada ve tek okumada anlaşılmazken kişi kendisini nasıl incelemeli, nasıl anlamalı? Aşama aşama, sabır ile. Kitap okumaktan daha da fazlası olan kendimizi okumak, tüm ömrümüze yayılan bir eylemdir. Hızlı bir okuma birçok detayı kaçırmamıza sebep olur. Hayatımızın her safhasında açıp kendimizi okumaya çalışırsak detayları görür yeni noktaları keşfederiz. Merak, istek ve heves ile kendimize dönmeliyiz. Bu sayede bir gün ve her gün kendi hikâyemizin manzarasına bakma ve yaşadıklarımıza şükretme imkânı bulmuş oluruz.
Süreç uzun olabilir, zor olabilir, yorucu olabilir. Sürecin uzunluğu korkutmamalı gözümüzü. Bir gün kitabımızın son sayfasına gelmiş olacağız. Bu kitabın nasıl olacağı, türü ve hikâyesi bizim çabamıza ait. Kitabın kapağı kapandığında okuyana güzel bir gülümseme bırakmak, bilinçli bir yazma eylemi ister. Bu bilinç ise hepimizde mevcuttur, önemli olan ne kadar kullanabildiğimiz… Önce kendimizde bir okuma kabiliyetinin olduğuna inanmalıyız, sonrasında zaten öğrenmek için uzaklara gitmemiz gerekmiyor. Sadece içimize dönüp bir baksak yetecek… Orada ne dehlizler, karanlıklar, sayfası çevrilmesi gereken tozlu kitaplar ve bir o kadar umutlar, gülüşler, sıcaklıklar, yeşiller ve maviler var. Karanlıkları görmek için fenerimiz öğrenmek, bakmak ve görmek olmalıdır. Göreceğiz ve duyacağız. Daha sonra gösterecek ve duyuracağız. Ve hep yaşayacağız ve yaşatacağız.
Gizem Erdoğan
Hüma Dergisi, Sayı:16