Bir şair otobüsle...

Edebiyatçının binek içerisinde onu hareket ettiren biri olarak durumu mide bulantısından kıvranan kişinin durumu gibidir. Şiir bir gidip bir gelmektedir. Şair ve yazarların kahir ekseriyetinin bir otomobil sahibi olmayışı hiç tesadüf değildir. Hüseyin Akın yazdı.

Bir şair otobüsle...

Edebiyatçı dediğin süvari değil yaya olur. Hele şairler ayakları yerden kesik olduğu için onların mesafe sorunu hiç yoktur. Düzyazıya gelince, o Cemal Süreya’nın sözünü dinleyip ağır olmalı ve de yükselmek için zıplayıp durmamalıdır. Çok istiyorsa uçağa binebilir tabi.

Modern hayat tabiatla insan arasındaki ilişkiyi değiştirerek teknoloji uygarlığına doğru uzanır. İnsan tabiatla direk değil dolaylı ilişki kurmaya başladığında “doğal uyum” dediğimiz sorun kendini göstermeye başlamıştır. Bir yerden bir yere kendi bütünlüğüne ait bir organı vasıta yaparak giden insan çoktandır böyle bir marifetini unutur hale gelmiştir. Seyrüsefer ve ulaşımın doğal ve sınırlı hedefleri yerini uçsuz bucaksız bir sebebe ve hedefe bırakmıştır.

Bir otomobili mülkiyet edinmek sadece ulaşıma yardımcı bir araca sahip olmak değil aynı zamanda yürüyenlerle arasına bir sütre yerleştirmesidir insanın. Yaya ve binit içinde mesafe alan insanlar birbirine hiç sürünmeden geçerler. Edebiyatçının aynı zamanda sahip olduğu otomobilin şoförü olması kendini korunaksız bir alana iteklemesi gibi bir şey. Şoför şair otomobilinin ve hızın önünde kuru bir yaprak gibi savrulup durur. Hem mekân hem de zamanla doğal uyumunu koruyamamıştır. Yazmak için durup dinelmek ya da dinlenmek dediğimiz aşamaların hiçbirine ihtiyacı kalmamıştır. Tabiat ara sıra gelip edebiyatçının omuzuna konup göçen bir şeydir artık. Kalbinden dilinin ucuna kadar gelip gelip giden imgeler sileceklerin hareketi karşısında görünmez parçalara ayrılıvermiştir.

Edebiyatçının binek içerisinde onu hareket ettiren biri olarak durumu mide bulantısından kıvranan kişinin durumu gibidir. Şiir bir gidip bir gelmektedir. Şair ve yazarların kahir ekseriyetinin bir otomobil sahibi olmayışı hiç tesadüf değildir. Öyle zaman gelir ki kendisini taşıyan otomobil şairin omuzlarında taşınan bir şey haline gelir. Bu her zaman her yere sığmayan kütleyi zihninde bile park edecek bir yer bulabilmiş değildir.

Hayatını trafik kazasında kaybeden yazarlar

Sokakları ve caddeleri işgal eden bu acelesi olan sac uygarlığının aygıtları insanlara ait müşterek soluklanma ortamlarından çaldıkları yetmiyormuş gibi sürekli kurban almaktadırlar. Mesela Fransız yazar ve filozof Albert Camus 1960 yılında talihsiz bir trafik kazası sonucu ölmüştü. Yine Fransız felsefeci ve de edebiyat eleştirmeni Roland Barthes 1980 yılında bir çöp kamyonunun altında kalarak can vermişti. Mehmed Fuad Köprülü, Nevzat Üstün, Halis Altındağ ve Eser Gürson trafik kazası sonucu dünyaya veda eden isimler arasındadır.

Otomobil sahibi olmak bir şair için dolaylı yoldan halk ile arasına ister istemez bir mesafe koymasıyla neticelenecektir. Kalabalıklar halkın kendisidir. Şayet bir şair kalabalıktan uzaklaşırsa, onun yaşama biçimini, yoksulluk kültürünü umursamazsa halktan yana bir yönünün kalmadığına hükmedilir. Şu dizelere dikkat:

Ben halka bakınca gümüş tırnaklı kısraklar sırça kirpikli gelinler huylanır.

Ben halka bakınca terlenirim

yaslanırım tarlaların gölgesine, tozuna

kirlenir gülkurusu mendilim.

Benim rengimle kim yarışabilir

sancımı kimler alt edebilir ben halka bakınca?

Bu dizelerin İsmet Özel’e ait olduğunu kelimelerin hangi kelimeyle birlikte saf tuttuğuna bakarak anlayabilirsiniz. Halkın dostu olmak, halkın içinde yer almak konformizm bakış ve halka mesafeli bir bakışla olmaz elbette. Okuyucuları ve de onu sevenler İsmet Özel’i sıklıkla toplu taşım aracında, bir çay ocağında ya da bir camide görebilirler. En çok da otobüste bir köşede alışkın olmayan binlerce göze inat dikilirken görebilirsiniz onu. İçinizden yer vermek gelse de veremezsiniz, çünkü siz de ayaktasınızdır. Bu müştereklik hoşunuza gitmeye başlar. Halbuki zaten siz ona içinizde çoktan yer vermişsinizdir. Varsıl yaşayıp yoksulların kamusunu kullanan uyanıklara diyecek bir sözümüz yok. Treni kaçırdığı halde bu gerçeği ifade etmeyi gururuna yediremeyip “hayır, treni kovaladım!” diyerek itiraz eden şairlerin de kompartımanı oraya çok uzaktır.

Trafiğe takılan bir şair düşünün. Park yeri bulamayıp şehri defalarca turlamak zorunda kalan bir yazarı anlamaya çalışın. Ne düşündüğünüzü anlayabilecek ne de anladığınızı gözünüzün önünde canlandırabileceksiniz.

Çaresiz zihninizin bir köşesinde otobüste yüzünü halktan yana dönmüş bir İsmet Özel fotoğrafı kalacaktır.

Hüseyin Akın

YORUM EKLE

banner36