Bir Rüyadan Dünyaya Açılan Seyyah: Evliya Çelebi

Evliya Çelebi bir rüyadan dünyaya açılan seyyahtır. Gezdiği yerlerin sosyal, ekonomik, kültürel, siyasi durumunu teferruatı ile belirtmiş böylece on yedinci yüzyıla daha rahat bir şekilde bakmamızı ve irdelememizi sağlamıştır. Yörelerin adet, gelenek ve göreneklerini satırlara dökerek bizim hafızamızın taze kalmasını sağlamıştır.

Bir Rüyadan Dünyaya Açılan Seyyah: Evliya Çelebi

Osmanlı’nın en önemli seyyahı Evliya Çelebi, Hicri 10 Muharrem 1020  tarihinde İstanbul’da dünyaya geldi. İki kez kulağına ezan okunan Çelebi’nin asıl ismi bilinmemekle birlikte adını daima Evliya olarak anmıştır. Hakkındaki bilgileri seyahatnamesinden öğrendiğimiz Evliya Çelebi, seyahat heyecanını ve merakını babasından dinlediği sohbetlerden alarak genç yaşlardan itibaren dönemin padişahı IV. Murad’ın gözüne girmiş ve sarayda Sultan’ın en yakınlarından biri olmuştur. Bununla beraber aile eşrafından Melek Ahmed Paşa'nın saray eşrafından olması, aynı zamanda mevkide makamda gözü olmaması onu bütün devlet erkanı arasında sevilir sayılır hale getirmiştir. Bu sayede devlet erkanı ile müezzin, vergi memuru veya elçi olarak seyahatlere çıkmıştır.  Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ifadesiyle“Bir Türk şehrinden bahsedip de Çelebiyi hatırlamamak kabil değildir” zira seyahatnamesinde dönemin belli başlı bütün şehir ve kasabalarını anlattığını görmekteyiz

Balkanlardaki şehir mimarileri üzerine yaptığı çalışmalarla bilinen Machiel Kiel, Çelebi’nin kendinden önceki ve sonraki Doğulu ve Batılı gezginlerden çok daha titiz olduğunu söyler ve başından geçen bir hikayeyi anlatır. Seyyahımızın kesin olarak yanıldığı görmek için Akdeniz kıyısından biraz içeriye doğru Mora’nın batı kısmında bulunan küçük bir şehir olan Arkadia’ya gider. Arkadia, Evliya tarafından çok doğru ve ayrıntılı bir şekilde tasvir edilmiş olan esaslı bir kaleye sahiptir. Çelebi kaleyi tasvir ederken doğuya bakan dış giriş kapısında enfes bir suyun aktığı çeşme bulunduğundan söz etmektedir. Daha sonra kalenin dışında, Arkadia çarsısı içindeki bir çeşmede bulunan kısa bir ibareye yer vermektedir: "Bu sebil-i kevserin hatif dedi tarihi/ İç Hüseyn’in aşkına ey can sahha afiya" (sene 1016)

Machiel Kiel, Çelebi’nin sözünü ettiği kapının önünde durduğunda girişin sağ tarafında küçük bir çalılık olduğunu görür. Kiel bu çalılığı ittiğinde göğsü hizasında Osmanlıca yazılmış iki satır yazıyı görür ve seyahatnamede geçen aynı yazı olduğunu fark eder. Machiel Kiel, yaşadığı duyguları şu şekilde ifade etmiştir: “Koruyucu meleğim ve kılavuzum Evliya Çelebi tam üç yüz sene önce aynı yerde durmuş ve yazıyı kopya etmiş olduğunu fark ettim. Bu olayı ömrüm boyunca unutamayacağım.”

Evliya'nın gözünden Viyana

Evliya Çelebi’nin en ilginç anılarından bir diğeri de, Beç Kalesinde yani Viyana’da gördükleridir. 1665 yılının Nisan ayında yola çıkan Kara Mehmet Paşa’nın Viyana elçilik heyetinde bulunmuştur. Çelebi’nin burada en ilgisini çeken olay beyin ameliyatı yapılmasıdır. Başından vurulmuş bir askerin kurşun başında kalmıştır. Çelebi olayı bu ameliyatı şu şekilde anlatır: “Kefereyi ipek serili bir sedirin üzerine yatırdılar. Amma başı Adana kabağı gibi gözleri Mardin eriği gibi, burnu patlıcan gibi tamamen şişmiş. Hemen hekimbaşı bütün kefereleri dışarı kovup bir yardımcısı ve hakir bir sıcak odada kaldık. Yaralıya bir fincan safran su içirince kefere  kendinden geçip bayıldı. Hekim oda içinde bir mangal ateş yakıp köşeye koydu.” Olayı ayrıntılı bir şekilde anlatan Çelebi burada açılan kafatasına bakarken ağzını ve burnunu makbereyle kapatır. Bunu neden yaptığını soran hekimbaşına, “Belki bakarken ya aksırırsam  ya öksürüp nefes alıp verirken  herifin kellesi içre rüzgar girmesin diyü ağzım ve burnum kapadım”  diye söyleyince Hekimbaşı, Evliya’nın bu düşüncesine olan takdirini şöyle belirtir: “Aferin mübarek ol…Sen bu bilimle uğraşsan usta ve uzman bir cerrah olurdun.” Ameliyatlarda hastanın mikrop kapma tehlikesine karşı cerrahların maske kullanması uygulaması henüz başlamamıştır. Evliya Çelebi üç yüz elli yıl önce  bu davranışı ile bir örnek oluşturmuştur.

Çelebi, diğer taraftan Viyana kalesini hendek kenarınca adım adım dolaşarak ve attığı adımları da elindeki tesbihle sayarak ölçer ve kale kenarının on dokuz bin beşyüz elli adım olduğunu ve Tuna nehri kenarından da iki bin adım olduğunu eserinde belirtmiştir. Viyana kalesinin içinin tertemiz olduğunu söyleyen Çelebi burada bulunan çarşıda beş bin beş yüz dükkan olduğunu da belirtir.

Yemekleriyle, adetleriyle şehirler

Çelebi’nin seyahatlerinde dikkat çeken hususlarından biri de gezdiği yerlerin yemeklerinin tasviridir. Yörük obalarına yaptığı gezilerde sofralarında yirmi bir yiyecek ve içecek sayıyor. Bunların yanında törenlerde helvacılar ile balıkçıların geçiş sıraları ile ilgili tartışmalar yaptıklarını ifade eden Çelebi; helvacıların Hz. Muhammed’in tatlıyı sevdiğine dair örnekler getirerek önde geçmek için ferman aldıklarını kayıd etmiştir.

Çelebi'nin ilginç tespitlerinden bir diğeri de, Çoruh Nehri üzerinedir: "Erzurum eyaletinde  dağlarından doğup nice beldeleri dolaşıp nice tarlaları sulayıp Bayburt şehri içinde aşağı şehirden kale altına doğru akar. Çoruh nehrinin iki tarafında süslenmiş iki katlı bakımlı haneler vardır. Herkes Havernak Köşklerinde oturup Çoruh Nehri’nde yüzgeçlik eden alabalıkları avlayıp yerler. Abıhayat gibi tatlı bir nehirdir ki Çoruh (Çoruğ) 'cuy-ı ruh'tan bozulmadır. Yani ruh ırmağı demekle meşhur berrak, safi duru, billur gibi tatlı bir nehirdir."

Çelebi’nin Anadolu’daki önemli duraklarından birisi olan Diyarbakır'ı tasviri de hayli ilginçtir: "Öncelikle hepsinden ünlü olan Anadolu ülkesinden Konya’da Meram’ı, Antalya’da Istanaz bağı, Mısır’da Feyyum bağı, Şam’da Mencik bağı Darende’de Darende bağı, Malatya’da Aspuzan bağı bütün bunlar çok ünlü olup gördüğümüz gibi özellikleri yazılmıştır. Ama bu Diyarbakır’ın Şattularap kıyısında olan Reyhan bağı ve şebekeli bostanının Anadolu, Arap, Acem’de eşi benzer yoktur.”

Döneminin ilginç olaylarını da kaleme aldı

Çelebi’nin diğer seyyahlardan ayrılan bir özelliği bir tarihçi gibi döneminin önemli ve ilginç olaylarını da kaleme almasıdır. Bunlardan en dikkat çekenlerinden biri Hezarfen Ahmed Çelebi hikayesidir: “İlk defa Okmeydanı minberi üzere yıldız rüzgarı şiddetinde kartal kanatlarıyla sekiz dokuz kere göklere kanat açarak talim eti. Sonra Sultan Murad Han, Sarayburnu’unda  Sinanpaşa köşkünde seyrederken Galata Kulesi’nin en tepesinden Ahmed Çelebi lodos rüzgarıyla uçup Üsküdar’da Doğancılar Meydanı’na inmiştir. Sonra Murad Han bir kese altın ihsan edip Ahmed Çelebi’yi Cezayir’e sürmüştür.Orada öldü. Murad Han “her ne isterse elinden gelir” diye Ahmed Çelebi’den korktuğundan sürmüştür.”

Çelebi’nin ilginç notlarından bir diğeri ise Lagari Hasan Çelebi hakkındadır. Murad Han’ın, Kaya Sultan adlı bir kızı olmuştur ve yeni doğan çocuk için Allah’a şükür niyetiyle kesilen kurban olan akika şenliğinin olduğu gece Lagari Hasan, elli okka baruttan yedi kollu bir fişek icat edip Sarayburnu’nda padişah huzurunda deniz üzere fişeğe biner: "Yardımcıları fişeği ateşe verirken 'Padişahım seni Allah’a ısmarladım. İsa Peygamber ile konuşmaya gideriz', diye göklere yükselirken dua edip Allah’a hamdederek yanında olan fişeklere ateş verip deniz yüzünü aydınlattı. Gök kubbede büyük fişeğin barutu kalmayıp yere inerken ellerinde olan kartal kanatları açıp Sinan paşa kasrı önünde denize düşüp yüzerek çıplak, Padişahın huzurunda yer öpüp: 'Padişahım ! İsa Peygamber padişahıma selam eyledi', diye şakalar eyledi. Bunun üzerine bir kese altın ve yetmiş akçe ile sipahi zümresinden olup Kırım’da Giray  Han’a gidip orada öldü."

Seyyahımızın diğer bir çarpıcı notu İstanbul’un burcu üzerinedir ki şu şekilde rivayet eder. İstanbul’un yeniden kuruluşu sırasında şehrin inşası başlanacak zamanın yengeç burcu olduğuna karar verilir.Her ülkeden mimar, usta, mühendis işçi bir milyon insan toplanır. Uğurlu saatte ve aynı anda inşaata başlayabilmek için Edirnekapı tarafında büyük bir çan yapılır. Bütün işçiler ellerinde taş kireç beklerler. Yengeç burcuna girilmesi beklenirken; "O sırada bir yılanı avlayan leylek yuvasına doğru uçarken yılan gagadan kurtulur ve çanın üzerine düşer. Yılanın çarpmasıyla çan sesi duyulur ; bütün işçiler işe başlarlar… Müneccimler kahinler; Uğurlu saat gelmedi, durun bu olay uğursuzluk getirir diye bağırırlar ama temel yerden bir arşın yükselmiştir... Belede-i Tayyibe Fatih’in fethiyle bayındır hale gelecektir."

Trabzon ve Erzurum notları

Çelebi’nin bir diğer durağı da Trabzon’dur. Hamsisi ile meşhur ilimizi anlatırken yörenin insanın konuşmasına vurgu yapar ve konuşmalarında  konuyu hamsiye  getirdiklerini belirtir. Çelebi hamsinin ismini özellikle  hapsi diye, balık ismini de palık biçiminde yazarak yörenin konuşmasını yazısına geçirmiştir.  Limana hamsi balığı geldiğinde ağaçtan yapılan bir boru üflendiğini, borunun sesini duyan halkın hatta cemaatte namazda dahi olsalar namazı bırakarak “Namaz bulunur ama Hamsi bulunmaz” ifadeleriyle yöre halkının hamsiye olan düşkünlüğünü anlatmıştır.

Anadolu’nun her diyarını dolaşan Evliya Çelebi'nin Erzurum ilini anlatması ise hayli ilginçtir. Zira kış soğuğu ile meşhur Erzurum’u yörenin halkından duydukları ile şöyle hikaye etmiştir: “Erzurum’da kış öyle sert olur ki, insanların dilinde bir darbımeseldir ki (hikayedir) bir dervişe sorarlar;
-Nereden gelirsin?

-Kar rahmetinden gelirim,der.

- O yer hangi diyardadır? derler.

-Soğuktan Ere-zulüm olan Erzurum’dur der.

-Orada kışa rastladın mı hiç? derler. Derviş;

-Vallahi on bir ay yirmi dokuz gün orada kaldım, bütün halkı yaz gelecek dediler amma ben görmedim, der.”

Bir rüyadan dünyaya

Evliya Çelebi, devlet erkanı ile katıldığı seferlerde müezzin-i kayyımlık görevlerinde bulunmuş ve zafer ezanlarının okuyucusu olmuştur. Çelebi; Kafkasya’dan Macaristan’a ve Girit’e kadar olan savaşlarda zafer ezanını okuduğundan söz etmektedir. Uyvar, Litre, Leve, Egirvar, Egirsek, Yenikala, Hanya ve Yanova kalelerinin fethinde bulunduğunu ve zafer ezanını okumanın kendisine nasip olduğunu belirtmiştir.

Evliya Çelebi, 1671 yılının Kadir gecesinde babası ile hocası Evliya Mehmed Efendi’yi rüyasında görür. Seyyahımız rüyasının yorumu üzerine Hacca gitme vaktinin geldiği fark ederek aynı yılın mayıs ayında yola çıkar. Seyyahımız hac yolculuğunda Batı Anadolu bölgesinden hareketle Anadolu’nun gezmediği yerlerini ziyaret ederek Mekke ve Medine’ye ulaşır. Çelebi Mekke’ye yaklaştığında gördüklerini şöyle hikaye etmiştir: “Çöl adeta insan denizine dönmüştür. Büyük, küçük, yaşlı ve genç kadınlar çocuklar hacıları karşılamaya çıkmıştır. Bazı çocuklar ellerinde Hurma sepetleriyle hacılardan ihsandan bulunmalarını dilemektedirler.Hacılar da Allah’a hamd olsun, alemlere rahmet Efendimizin asitanesine  geldik ve bunlar onun komşusudur, diyerek bağışta bulunuyorlardı.”.

Evliya Çelebi bir rüyadan dünyaya açılan seyyahtır. Gezdiği yerlerin sosyal, ekonomik, kültürel, siyasi durumunu teferruatı ile belirtmiş böylece on yedinci yüzyıla daha rahat bir şekilde bakmamızı ve irdelememizi sağlamıştır. Yörelerin adet, gelenek ve göreneklerini satırlara dökerek bizim hafızamızın taze kalmasını sağlamıştır. Böylece gerek geçmişin gerekse günümüzün koruyucu meleği ve kılavuzu olmuştur. Çelebi sadece bir seyyah değildir. Yazdıklarıyla düne, bugüne, yarına etkisi olan bir kültür taşıyıcısıdır.

Emrah Avcı

Kaynaklar:

Evliya Çelebi, Tam Metin Seyahatname, Üçdal Neşriyat, İstanbul,1985

Şükrü Haluk Akalın, Seyyah-ı Alem Evliya Çelebi,Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara,2011

YORUM EKLE

banner36