Bir ezel dervişinin filmi: Ah Güzel İstanbul

Ah Güzel İstanbul'u izlerken Ayşe Goncagül’ü heveslerinin elinde oyuncak olmaktan kurtaran Haşmet’in insanları nefsinin ve hevasının kayalıklarına çarpmaktan kurtaran bir deniz feneri olan merhum Safer Dal Efendi’ye ne kadar benzediğini düşündüm. Sakine Arı yazdı.

Bir ezel dervişinin filmi: Ah Güzel İstanbul

“Ezelden aşinanım ben

Ezelden hem-zebanımsın

Beraber ahde bağlandık

Ne olsan yar-ı canımsın”

diyor bir şiirinde Mehmet Akif. Büyük ruhlar, ezel bezmindeki tanışıklığın kokularını dünyada arayıp buluyor; farkında olmadan hep o tanışıklıktan dem vuruyor.

Senaryosunu Safa Önal ve Ayşe Şasa’nın beraber yazdığı, Atıf Yılmaz’ın yönettiği 1966 yapımı bir kara komedi “Ah Güzel İstanbul”. Asil bir aileden gelen ancak bütün varını yoğunu yitirmiş, başına buyruk yaşamak için seyyar fotoğrafçılık yapan kalender ve insancıl bir karakter olan Haşmet İbriktaroğlu ile artist olmak için İzmir’den kaçarak İstanbul’a gelen “kurbağa iken deve kuşu olmaya” -sınıf atlamaya – çalışan, köksüzlüğe özenen Ayşe Goncagül’ün hikayesi bağlamında alaturkalık-alafrangalık, yerlilik-kozmopolitlik sorunlarına değinen bir film. Haşmet  İbriktaroğlu, fotoğraf çektirirken tanıştığı Ayşe’yi, önce filmci zannettiği sahtekarların sonra onu sömürmek isteyen gazinocuların elinden kurtaran bir melek gibidir adeta. Aslında o her haliyle çökmekte olan bir medeniyetin dinamiklerini simgelerken Ayşe Goncagül ise Batı'nın meyvelerini kendi dalına asmaya çalışan kuru taklitçiliği simgelemektedir.

Filmi izlerken Ayşe Goncagül’ü heveslerinin elinde oyuncak olmaktan kurtaran Haşmet’in insanları nefsinin ve hevasının kayalıklarına çarpmaktan kurtaran bir deniz feneri olan merhum Safer Dal Efendi’ye ne kadar benzediğini düşündüm. Oysa Ayşe Şasa, daha sonra bir baba şefkatini bularak bağlanacağı Safer Efendi’yi 1966’da tanımamaktadır bile.

Zavallı bir zengin kız

Ayşe Şasa (1941-2014), Cumhuriyet eliti, varlıklı bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’da doğar. Merhametsiz yabancı mürebbiyelerin insafına bırakılmış yalnız ve kimsesiz bir çocuk… Yaşadığı Avrupai hayat içerisinde –Alman Yahudi’si mürebbiyesinin ifadesiyle- bu “zavallı zengin kız”ın hayatındaki tek yerli öge bahçeye gelen koz helva satıcısıdır. (Daha sonra çocukluğunu anlattığı bir sohbette Safer Efendi ona “O satıcı bendim” diyecektir.)

Daha Üsküdar Amerikan Kız Lisesi’ndeyken sinemaya ilgi duymuş, senaryolar yazmaya başlamıştır. Atıf Yılmaz’ın asistanlığını da yapan Ayşe Şasa Son Kuşlar, Cemo, Köroğlu, Gramofon Avrat, Kanayan Bosna gibi nice filmin incelikli senaryolarını yazarak Türk sinemasına hizmet etmiştir.

Hayatının dönüm noktası Kemal Tahir’le tanışması ve onun rahle-i tedrisinden geçmesi olmuştur. 80’li yıllarda yakalandığı şizofreni onu on yıl kadar sinemadan uzaklaştırmış, bu korkunç hastalıktan müşfik eşi Bülent Oran’ın yardımıyla kurtulmuştur. İsmet Özel’in şizofrenlere ithaf ettiği bir kitabını okuduktan sonra İslam’a ilgi duymaya başlamış, tasavvufa ise demir leblebi denebilecek bir eserle giriş yapmıştır: Füsus’ül -Hikem.

Birden bire bul aşkı / Bu tuhfe bulanındır

Uzun okumalar ve arayışlar neticesinde Mahmut Erol Kılıç’ın delaletiyle bir mescitte birdenbire Safer Efendi’yle tanışır. Daha sonra dizinin dibinden ayrılmayacağı, “efendiciğim” diye hitap edeceği Safer Efendi ile tanışmasıyla kopan teller bağlanmış, ezel bezminden gelen ahenk yeniden terennüm edilmeye başlanmıştır. Artık bulanıklığın yerini vuzuh, kimsesizliğin yerini irtibat ve aidiyet almıştır.

Ayşe Şasa’nın bir fotoğrafı beliriyor gözümde… Başında siyah bir başörtüsü ,üstünde siyah bir maşlah…Arkasında ona  “Bir peygambere ismiyle hitap edilmez.” diyerek ilk edep derslerini veren müşfik eşi Bülent Oran’ın resmi, onun yanında Safer Efendi’nin aydınlık ve mütebessim  bir portresi…Ve dilimde filmin son sahnesinde Haşmet’in söylediği  replik: “Üzülme, bu dünyada her zaman inanılacak sağlam  şeyler bulunur.’’

Sakine Arı

   

     

   

YORUM EKLE
YORUMLAR
adısanı yok
adısanı yok - 1 yıl Önce

muhteşem

banner36