Bu hep böyledir.
İnsanoğlu gelir eğleşir ve gider.
"Dünya bir pencere her bakan geçer gider." der kimi. Ya da bir ağacın gölgesinde geçirilen vakte benzetilir dünya hayatı. Sezai Karakoç bunu anlatırken, "Yukarıya yükselsek ölüme yükseliyoruz/Aşağı insek ölüme değiyoruz" dizelerini kullanır. Burası aslında bir düşüşün yeridir. Adem'in sonsuz sürgünüdür.
Medeniyetlerin kurulduğu, uğruna savaşların yapıldığı, küçücük çocukların yetim bırakıldığı dünya. Girdin mi çıkamıyorsun.
"Baka kalırım giden geminin ardından;
Atamam kendimi denize, dünya güzel;
Serde erkeklik var, ağlayamam"
diyen Orhan Veli'nin mısraları eşlik eder ruhunuza. Dünya güzel evet, koşuşan insanları izlerken yazmıştır muhtemelen Kutlu, Bu Böyledir'i. “Bu nasıl telaş Allah’ım!” diyerek hayıflanmıştır. Ya da “Durdurun dünyayı başım dönüyor.” diyerek arabeske gönderme yaparak da kurmuş olabilir lunaparkta geçen öykünün kurgusunu.
Bilemeyiz elbette. Yazar/şair burada ne anlatmak istemiş’tirin yanıtı aslında bizim kendi cevabımızdır, kendi anlamak istediğimizdir.
Yolunu bulamayanların öyküsü
Bu Böyledir böyle bir öykü aslında, kendi dünyamızda kaybolduğumuz ve düzenin çarklarında iğdiş edilmiş ruhumuzun bir kopyasıdır lunaparkta çıkış yolunu bulamayanların öyküsü.
Bu hikâyenin baş aktörü Süleyman Koç'un en büyük sorunu sürekli kaldığı felsefe dersidir. Süleyman sıkı bir çalışmayla bu dersten geçer not alır. Artık özgür olan Süleyman eşi ve kızıyla sürekli gittiği lunaparka gider. Akşam evlerine dönmek istediklerinde çıkış kapısını bir türlü bulamazlar. Süleyman ve eşi Zinnure, telaşla bir çıkış yolunu bulmaya çalışırlar. Az ileride üstü başı yırtık, uzamış sakalıyla bir adam çalılıkların arasından kendilerine doğru yönelir. İkisini de ayrı ayrı süzdükten sonra;
“Siz çıkışı mı arıyorsunuz aptallık etmeyin buradan çıkış mıkış yok" diyerek onlara parkta ilerleyen kalabalığa karışmalarını söyler. Gerçekten de büyük bir kalabalık eğlenceye gitmektedir.
Aslında bu öykü biraz da Kutlu'nun kendi deyişiyle geç yatıp geç kalkanlara eleştirisidir. Gecenin karanlığında karışılan ışıklı lunaparktan çıkış yolunu bulamayan Süleyman ve eşi bize kaybettiğimiz yolumuzu hatırlatmaktadır. Kur’anî buyruğun "nereye bu gidiş" diye sorguladığı insanoğlunun kendi lunaparklarından çıkması için güzel bir hatırlatma.
Gece ölümü hatırlatır insana, düşünmenin vaktidir çünkü karanlıklar. Oysa biz geceyi de aydınlatır olduk ışıklarla, telefonlarla, uykuya, düşünceye ve ölümü hatırlamaya yer kalmasın diye.
Evlerimize kapandık, çıkamıyoruz
Lunaparka girip kaybolduğunuzu ve çıkışın olmadığını düşünün, nasıl bir korku ve kaos değil mi? Yaşadığımız günleri düşünün bir de. Evlerimize kapandık ve küçücük bir virüsün bizi bulmaması, sevdiklerimize bulaşmaması umuduyla yaşıyoruz. Kapandık ve çıkamıyoruz. Dünya kapandı, kendi içinde kayboldu dünya. İnsanlar, makamların, paranın, zenginliğin bazı şeylere yetmeyeceğini anladılar, büyük umutla çıkmaya çalıştıkları bu kaosun içinde.
“Bu çiçek neler söylüyor, bu adam nereye gidiyor, bu taşı buraya niçin koymuşlar, hep anlarsın.” diyor sayfanın bir yerinde Kutlu. Dünyaya biraz hayret, biraz haşyet ve çokça tevekkül ederek bakmanın zamanıdır şimdi. Günler biter de güzel günler kapımızı çalar, doğayla yine kucaklaşırsak, “Sanıyorum toprak, bundan böyle toprak olmaktan çıkacak. Ağaca ağaç gibi bakmayan, toprağa toprak diyerek basmayan, adama da adam gibi muameleyi bırakacak.” diyen Mustafa Kutlu gibi yeni bir yeryüzü ile karşılaşacağız.
Umarım bu günler bizi dünyaya karşı daha naif insanlar olarak çıkartır. Sanki yeryüzü bize “Beni çok yordunuz, biraz evlerinize kapanın da kendime geleyim.” diyor. Haksız da sayılmaz değil mi?
Not: Yazının başlığında Cemil kavukçu’nun güzel kitabı Bilinen Bir Sokakta Kaybolmak’a atıf yapılmıştır.
Hasan Avcı