Yeni Şafak Gazetesi yazarlarından Abdullah Muradoğlu, 14.10.2012 tarihli gazetede neşredilen “Atatürk Dindarlara Hükümet Teklifinde Bulunmuş” adlı yazısı ile, çok uzun bir zamandır Müslüman aydınların gündeminde bulunmayan Mecelle’nin tamamlanması meselesini gündeme getirdi. Ancak son derece önemli bilgiler veren bu yazı bile, Müslüman aydınların bu konudaki suskunluğunu sona erdirmeye yetmemiş gözüküyor.
Abdullah Muradoğlu bu yazısında, Ramazan Yıldırım tarafından yayına hazırlanan ve Düşün Yayıncılık tarafından Medreseden Üniversiteye adı ile yayımlanan, Prof. Dr. Ali Özek’in hatıratından alıntılar yapmış idi. Hatırata göre, Ali Özek’in bizzat Hasan Basri Çantay’dan dinlediği üzere, Mustafa Kemal Paşa, içinde Hasan Basri Çantay ve Mehmet Akif Ersoy’un da bulunduğu dindar mebuslara, hükümeti kurma teklifinde bulunuyor. Dindar mebuslar toplanıyorlar, ancak hiçbirisi vazife almaya yanaşmıyor. Hatta Mehmet Akif Ersoy, kendisine o gecenin akşamından sabah ezanına kadar yalvarılmasına rağmen, Maarif Vekaleti vazifesini kabul etmiyor. Böylece tarihî bir fırsat kaçmış oluyor. Hasan Basri Çantay’ın “O yüzden kabahat bizdeydi, eğer hükümeti kurabilseydik, bu işler böyle olmazdı” dediğini hem hatırattan hem de Abdullah Muradoğlu’nun yazısından öğreniyoruz.
Yine aynı yazıda Ali Özek’in Ömer Nasuhi Bilmen’den naklettiği bilgilere yer verilmiş idi. Ömer Nasuhi Bilmen Hoca’nın da “kabahat bizdedir” dediğini aktaran Ali Özek, bunun sebebini de yine şöyle naklediyor; “Mustafa Kemal Paşa, o senelerde bir 'Tadil-i Mecelle Komisyonu' kuruyor. Çünkü Mecelle'nin ahvâli şahsiye kısmı zaten hazır. Ömer Nasuhi Hoca da bu komisyonun içinde. O zaman Mustafa Kemal Paşa'nın emriyle şu kararı veriyorlar. Mecelle'nin tamamı dört kısımdan oluşmaktadır. Ahvali şahsiye, ticaret kısmı, ceza hukuku ve muâmelât-ı diniye. Türkiye Cumhuriyeti devleti (1924 Anayasası’na göre o dönemde) bir İslam Devleti olduğu için, Batı kanunlarını almak yerine Mecelle'yi tamamlayıp uygulamaya çalışıyor. Ömer Nasuhi Bilmen'e de ibadet hukuku kısmını veriyorlar. Ömer Nasuhi Bilmen'in bir ilmihâli var. Bu ilmihâl maddeler halinde yazılmış. Aslında onu ‘İbadet Hukuku’ olarak hazırlamış. Sonra bu iş olmayınca onu 'Büyük İslam İlmihâli' diye neşretmiş. Bu komisyona 10-15 kişi seçiliyor. Hepsine bir bölüm verilmiş. Onların hazırlayıp getireceği taslak mecliste görüşülerek uygulamaya konulacak, zamanla da geliştirilecek. Program bu. Altı ay kadar da bir süre vermişler. Ömer Nasuhi, 'Altı ay sonra, birisi ben olmak üzere iki üç kişi dışında hiç kimse bir şey hazırlayıp getirmedi' diyor. O zaman Mustafa Kemal Paşa, bunlara kızıp bağırıyor. 'Olmaz böyle şey' diyor. 'Sonra da Batı hukukunu almaya karar verdiler' diye anlatıyordu Ömer Nasuhi Hoca, onun için daima 'Kabahat bizdedir' derdi."
Derslerde her zaman Mecelle’den saygı ve hayranlıkla bahsedilmişti
Nakledilen bu hatıralardan şunu anlıyoruz; Müslüman aydınlar, İslam Hukuku’nu ihya edecek, günümüz şartlarına uygun bir devlet ve toplum yapısını tanzim edecek olan bir kodifikasyon yani kanunlaştırma çalışmasını gerçekleştirmeyerek, vazifelerini ihmal ediyorlar. Başlamış ve fevkalade başarılı bir netice vermiş olan Mecelle projesini tamamlayamıyorlar. Bu ihmalin neticesi, elbette diğer siyasi sebeplerle birlikte, Batı hukukuna dayalı bir hukuk sisteminin ülkemizde tamamen hâkim olması ile neticeleniyor. Hatıratta nakledilen hükümeti kuramama hadisesi de tamamen bu ihmal ile alakalıdır. Müslümanlar kendi hukuklarını inşa edemedikleri için, nihayetinde hükümeti de kaybediyorlar.
İstanbul Üniversitesi’nin Hukuk Fakültesi’nde eğitim görmeye başladığım 1992 -1993 döneminde, kurucusu Ebu’l Ulâ Mardin’in adı ile anılan Borçlar Hukuku kürsüsünde, Prof. Dr. İsmet Sungurbey’in deslerini takip etme imkânı buldum. Bir Müslüman âlim olan Ebu’l Ulâ Mardin’in rahle-i tedrisinden geçmiş bulunan İsmet Sungurbey, cumhuriyet hukukçusu idi. Ancak derslerinde her zaman Mecelle’den saygı ve hayranlıkla bahsetmiş, Mecelle çalışmasının, İngiltere ve Rusya’nın baskıları sebebiyle yarım kalmasını teessür ve öfke ile tenkit etmiştir. Aynı anlayışı, aynı kürsüde Prof. Dr. Hüseyin Hatemi ve seçmeli ders olan İslam Hukuku kürsüsünde Prof. Dr. Servet Armağan devam ettirmiştir.
1868 yılında Ahmet Cevdet Paşa riyasetinde devrin ileri gelen ulemasının oluşturduğu bir heyet tarafından yazılmaya başlanan Mecelle-i Ahkam-ı Adliye, İslam Hukuku’na dayanan yeni bir hukuk sisteminin ilk adımı olarak planlanmış idi. Maddeler halinde düzenlenmiş kanun metinleri oluşturulacak, çağın getirdiği meselelere İslam Hukuku içerisinde çözüm bulunacaktı. “Temel İlkeler”, “Medeni Hukuk” ve “Borçlar Hukuku” kısmı tamamlanan, ancak diğer kısımları tamamlanamayan bu mühim çalışma, 4 Ekim 1926 tarihine kadar yürürlükte kalmış, daha sonra Türk Medeni Kanunu’nun kabulü ile ülkemizde yürürlükten kalkmıştır. Ancak eski Osmanlı vilayetlerinin bazılarında, Filistin, Suriye ve Irak’ta yakın zamana kadar uygulamaları sürmüştür.
Müslüman hukukçu ve aydınların en önemli vazifelerinden birisi, Mecelle’nin tamamlanmasıdır
Ali Haydar Efendi’ye ait 4 ciltlik Mecelle şerhi bu konudaki en değerli çalışmadır. Günümüzde baskısının bulunması oldukça zor olan Ali Himmet Berki’nin Açıklamalı Mecelle, Ebu’l Ulâ Mardin’in Medeni Hukuk Cephesinden Ahmet Cevdet Paşa, Prof. Dr. Osman Öztürk’ün Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle adlı eserleri bu konudaki diğer önemli çalışmalardır. Ömer Nasuhi Bilmen'in Hukuku İslamiye ve Istılahat-ı Fıkhiye Kamusu (Bilmen Yayınları) ile Sava Paşa’nın İslam Hukuku Nazariyatı (Kitabevi Yayınları) ise, konu ile ilgilenenler için nisbeten daha ulaşılabilir kaynaklardır.
Yakın dönemde neşredilen A. Refik Gür’ün Hukuk Tarihi ve Tefekkürü Bakımından Mecelle (Sebil Yayınları), Mustafa Yıldırım’ın Mecelle’nin Külli Kaideleri (İzmir İlahiyat Vakfı Yayınları), Abdullah Demir’in Mecelle ve Külli Kaideler (Işık Akademi Yayınları), Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci’nin Ahmet Cevdet Paşa ve Mecelle (KTB Yayınları), Osman Kaşıkçı’nın İslam ve Osmanlı Hukuku’nda Mecelle (OSAV yayınları) adlı çalışmaları, Mecelle’nin öneminin ve mahiyetinin anlaşılmasına katkıda bulunmaktadır. Mahmut Toptaş Hoca Efendi’nin Hukuki Araştırmalar Derneği’nde verdiği “İslam Hukuku ve Mecelle” seminerleri de, bu konuda ümit verici çalışmalardandır.
Ahmet Akın Çığman Hoca Efendi, Mecelle’nin külli kaidelerini okumuş ve okutmuş olup, onun değerli talebelerinden Yahya Turan Hoca da bugün Mecelle’nin külli kaidelerini okutmaktadır.
Bir dönem, Ahmet Akın Çığman Hoca Efendi’nin, Fatih Sofular Camii’nde, Hanefi Fıkhı’na dair, “El İhtiyar Şerh’il Muhtar” adlı eseri okuttuğu dersleri takip etme imkânı bulmuş idim. Hocamız, benim modern hukuk eğitimi aldığımı bildiğinden, kitapta anlatılan mevzuyu izah ettikten sonra, şimdiki hüküm ve uygulamaları bana sorar, eğer şimdiki tatbikat ve hükümler, İslam Hukuku’na mutabık olursa sevinir, farklı hüküm ve uygulamaları dikkatle dinler, İslam Hukuku’ndaki hükmün isabet ve hikmetini izah ederdi. O zaman daha iyi müşahede etmiştik ki, güncel hüküm ve uygulamalar ile, İslam Hukuku uygulamaları arasında neredeyse yarı yarıya mutabakat vardır. Farklılıkların da neredeyse yarısının uzlaştırılma imkânı vardır. Asla uzlaşmayacak olan noktalar ise, her iki hukukun menşei ve bu menşein farklılığından kaynaklanan belli bazı meselelerdir. Bu sebeple İslam Hukuku, iddia ve ithamların aksine, kesinlikle bugünün ihtiyaçlarını karşılayacak ve sorunlarına çözüm üretecek argümanlara sahiptir.
Bize göre Müslüman hukukçu ve aydınların en önemli vazifelerinden birisi, Mecelle’nin tamamlanmasıdır. Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mehmet Akif Aydın, Prof. Dr. Mustafa Şentop gibi isimler başta olmak üzere, İslam Hukuku’na ve Mecelle’ye vakıf olan günümüz Müslüman aydın ve hukukçuları, Ahmet Cevdet Paşa’nın başlattığı bu çalışmayı tamamlamayı ilmî bir vazife ve ümmete karşı bir borç olarak görmelidir. Bu yolda yapılacak her türlü çalışma, İslam Hukuku’nun ihyasına hizmet edecektir.
Yetkin İlker Jandar yazdı
Ne yani şeriatın kabul edilmemesinin sebebi hocalar mıymış? baştakiler şeriatı kabul etmeye meyilliler miymiş? fikir yapıları,düşünce dünyaları buna Müsait miymiş?Bu anlatılanlar eksik.böyle bir hükümet kurulma emri varsa bunun bir yerde yazılı olması lazımdır.böyle bir şey yok.belki malum adamlar geçici bir muvazaa ve milleti aldatmak için yapmış olabilir.