Aşırı doz selfie neler yapar?

"Kameralı telefonlar ilk zamanlarda gördüğümüz mekânları kaydetmek, tabir-i caizse anıları “ölümsüzleştirmek” maksadı ile kullanılırken 3 Mart 2014 yılında atılan bir Tweet ile cep telefonu dünyası ayrı bir boyut kazandı." Feyzanur Taştekne yazdı.

Aşırı doz selfie neler yapar?

Teknoloji her geçen gün ilerliyor ve biz kullanıcılar, tam piyasaya yeni sürülen ürünler üzerinde uzmanlık sağladık derken daha üst modelleri, yeni güncellemeleri ile bize göz kırpıyor. Teknoloji dünyası elbette tüketicinin ilgisine göre değişen oldukça fazla sayıda ürünü tüketiciye sunmanın yanı sıra yaş, cinsiyet, meslek ve öğrenim durumundan bağımsız olarak tüm tüketicileri hedefledikleri belli başlı ürünler de mevcut. Bunların en önde geleni ise artık bir lüks olmaktan çıkıp mecburiyete evirilmiş cep telefonu…

Cep telefonları piyasaya ilk çıktığında hizmet etmeyi amaçladığı temel şey, kişilerin mobil hâlde iken birbirleri ile iletişim kurmalarını sağlamaktı. Bir müddet sonra cep telefonları yeni yeni imkanlar sunmaya başladı ve hemen elimizin alıntında bulunan şu anki hâlini aldı. Cep telefonlarının sayısız özellikleri olmasına rağmen artık tüketiciyi en çok alakadar eden kısmı “kameraları.” Nihayetinde 2010’lu yıllardan itibaren de profesyonel fotoğraf makineleri ile rekabet edeceklerinin sinyalini vermeye başladılar.

Kameralar ilk başta sadece telefonun arka yüzeyindeyken bir müddet sonra ön kameralar da telefonlarda kendilerini göstermeye başladı. Kameralı telefonlar ilk zamanlarda gördüğümüz mekânları kaydetmek, tabir-i caizse anıları “ölümsüzleştirmek” maksadı ile kullanılırken 3 Mart 2014 yılında atılan bir Tweet ile cep telefonu dünyası ayrı bir boyut kazandı. Dünya çapında merakla izlenen Oscar ödül törenini sunan Ellen DeGenres (meşhur The Ellen Show’un sunucusu), ödül töreninin sonunda dünya devi Apple ile rekabet etmek isteyen Samsung ile yaptığı anlaşma dolayısıyla Hollywood’un ünlü yıldızlarının içinde bulunduğu ve o zaman kadar pek de aşina olunmayan bir fotoğraf çekme yöntemi ile bir hatıra fotoğrafı çekti ve kendi Twitter hesabında bunu yayınladı. Sadece arka kamera değil aynı zamanda ön kamerada da ne kadar büyük işler başardığını göstermek isteyen Samsung, aslında şu anda günlük dilde çok sık kullandığımız bir kelimeyi de bizlere hediye etmiş oldu: SELFİE!

Bu Tweet atılana kadar elbette ön kamerayı kullanarak çekim yapan kişiler olmuştur lakin “Mükemmel selfie için 10 adım” ve benzeri başlıklı yazılar, videolu anlatılar Ellen’ın resmî anlamdaki ilk selfiesi ile başlı başına bir piyasa oluşturdu. Selfie sadece teknolojik bir gelişim, değişim olarak kalmadı, sosyolojik ve psikolojik anlamda da bizleri etkiledi. Peki, nasıl?

Doğuştan sahip olduğumuz temel ihtiyaçların arasında “Görünmek (diğerlerinin seni gördüğünü bilmek)” ve “yansıtılmak (diğerlerinden geri bildirim almak)”da yer almaktadır. Bu ihtiyaçlar karşılanmadığında psikolojik olarak kendimizi rahatsız hissedeceğimiz gibi bu ihtiyaçlarımıza fazlasıyla yanıt aldığımızda da bazı sorunlar kendini göstermeye başlayacaktır. Selfie açısından konuya bakacak olursak, kendimizi görmek ve hatta en güzel hâlimizle (arada filtreleri de kullanarak) fotoğraflamak ilk basamakta çok da problem oluşturmazmış gibi geliyor. Lakin bu fotoğrafı başkaları ile paylaşmak, paylaştıktan sonra diğerlerinin en güzel hÎlimizi görmeleri istemek ve gördüklerinin üzerine de geri bildirim yapmaları beklemek üzerinden devam eden bir çizgi üzerine hayatımızı inşa etmek artık tehlike sinyallerinin çaldığının bir işareti sayılabilir.

Sosyal yani diğerleri ile etkileşim içerisinde olduğu müddetçe huzurlu bir hayata sahip olmak üzere programlanmış canlılar olarak kurduğumuz etkileşim yine “kendimiz” ile ilgili bir noktaya dönüyorsa sosyal değil, “ben merkezli” bir hayata geçiş yaptığımızın sinyallerini görebiliriz. Merkezde “ben” olan bir hayat, ilk başta sadece kişinin kendisinin güzel çıktığı bir fotoğrafta diğerlerini umursamamak gibi oldukça güncel bir şekilde kendini gösterirken aslında içten içe en iyileri sadece kendinin hak ettiği inancına oldukça önemli bir zemin hazırlamaktadır. Yani mevzu sadece teknolojinin son nimetlerinden faydalanmak değil, bu imkânları kullanırken doğuştan sahip olduğumuz, bizi eşref-i mahlukat olmaktan uzaklaştırabilecek bazı hasletlerimizin ne kadar etkilendiğidir.

Aynanın icadından selfie’ye

Cep telefonu kamerası endüstrisinde yaşanan bu değişim ve toplumsal düzlemdeki etkisinin tarihsel bağlamdaki en benzer süreci ise cam aynaların icadı ile gözlemlenmiştir. 1300’lü yıllara kadar kişiler kendilerini görebilmek için cilalı metal ve obsidyen (siyah) aynaları kullanırmış. Bu malzemeler ışığı yalnız %20 oranında yansıtabildikleri için kişi kendisini bizim şu anda cam aynalarda kendimizi gördüğümüz netlikten çok çok uzakta bir yansıma ile görebilmekteymiş. Bununla beraber bu aynalar oldukça pahalı olduğu için halk kendilerine ancak sudaki yansımaları üzerinden görebilmekteymiş. Cam aynaların üretilmesi ve yaygınlaşması ile beraber kişiler artık tam manası ile kendi akislerini görebilir olmuşlar. Kişinin kendisini görebilmesi sadece görsel anlamda bir devrim olarak kalmamış, kişilerin kendi benliklerine karşı farkındalıklarını ve ilgilerini arttırmalarında da oldukça önemli bir rol oynamış. Kişilerin bu gelişmeler karşısında psikolojik değişiklik yaşadığı fikrine nereden vardığımızı soracak olursanız cevap olarak tarihsel anlamda “biz”den “ben”e olan geçişin ipuçlarını takip etmemiz yeterli olacaktır.

1300’lü yıllardan itibaren kişiler, kendilerini mensup oldukları aile, dinî grup gibi toplumsal kimlikler üzerinden değil kişisel kimlikleri üzerinden tanıtmaya başlamışlardır. Buna paralel olarak Orta Çağ Avrupa’sında bu dönemde daha önce hiç olmadığı kadar portre çizimlerine talep ve bu çizimleri sergilemeye olan istekte önemli bir artış olduğu fark edilmektedir. Dinî tasvirlerden ziyade kişisel portlerin önem kazanmasının en kısa açıklaması kişilerin “bana bakın!” çığlıklarının iz düşümüdür.

Ne değişmedi?

700 yıllık bir farkla değişen takvim yaprakları, kıyafetler, isimler, milletler vs… Fakat değişmeyen şey kişiler arası ilişkilerde/iletişimde “görünmek” ve “yansıtılmak” konularına duyduğumuz ihtiyacın elzem olma kotasını doldurup taşma safhasına geldiğinde “biz”den geçip “ben”e takılıp kaldığımız gerçeğidir. “Ben”in merkezde olduğu bir hayatta kişi, aynalar koridoruna hapsolur ve diğerlerini göremez hâle gelir. Biz ki diğerlerine örnek olmak için çıkarılmış en hayırlı ümmet iken ayna/ön kamera karşısında geçen ömrün kıymet-i harbiyesi neyedir?

Feyzanur Taştekne

YORUM EKLE
YORUMLAR
Arda
Arda - 1 yıl Önce

Oldukça başarılı biz yazı olduğunu belirtmeliyim öncelikle. 'Görünmek' dediğiniz şeyi de oldukça hoş ve anlaşılır anlatmışsınız. Ben buna daha çok 'var olma' savaşı diyebilirim. Çünkü dediğiniz kişiler doğduklarında bir etkileşime girer ve de bu sonsuza kadar devam eder. Etkileşime girmemek mümkün değildir zaten, doğmak bile bir tür etkiletişim olarak nitelendirilebilir bence. Bu etkileşim sonucunda kişi yanıt ister. Bu yanıtı da var olduğunun kanıtı sayar. Aslında üzücü bir şeydir fakat bir o kadar da ihtiyaçtır. Su içmek istemeyen bir insanın su içmeye mecbur kalması gibidir belki de. Her neyse, yazınız için teşekkür etmek isterim bir daha.

banner36