Ama benim altını çizdiğim cümlelerim vardı!

Uyurgezerleri biliriz, peki ya okur gezerleri? Yok, yok; en iyisi 'okur geçer' deyip geçelim biz bu hal ve tavırları ile bizim tansiyonumuzu yükseltmeye azm ü cehd ü gayret eyleyenleri. Fatma Kebire Karaaslan yazdı.

Ama benim altını çizdiğim cümlelerim vardı!

Bazıları sadece okurdur. Okur, geçer; kitap nereden gelmiş, kiminmiş, emanet miymiş, bu kitap sahibi için nasıl bir anlam ifade edermiş umurunda olmaz hiç. Okumak onun için adeta yapılıp, bitirilen bir iş gibidir. Kitabın insanın kalbindeki hususiyeti, manası, derin bir idrake tekabül eden hissiyatı, kitaptan kendimize doğru akan bir yol bulmaklığımız ile alakalı değildir ya da onun için çok geri plandadır bu nevi mevzular.

Rahatlık da bir yere kadar!

Kitapseverlerin en çekindiği güruh bu türden kitap okurlarıdır şüphesiz. Zira her konuda hayli cömert olan kitapseverleri, kitap mevzuunda gösterdikleri gevşeklik sebebiyle, tedirgin ve temkinli bir haleti ruhiyeye sevk ettikleri malumdur. Lakin o derece rahat ve sorumsuzdurlar ki, muhataplarına yaşattıkları ezadan ve cefadan dahi bihaberdirler.

Ama yok öyle yağma! Verdiği kitabı yıpratılmış, kenarlarına çeşitli notlar alınıp, çiziktirilmiş, sayfaları eğilip, bükülmüş şekilde yüzü kızarmadan iade edebilen, hatta daha kötüsü, iade etme zahmetinde bile bulunmayıp, nereye koyduğunu unutan ve sırıtarak, “Aman yenisini alırım çok istiyorsan!” diyerek, emanet hassasiyetine sahip olmadığını açıkça beyan edenlerin kendileridir kitapseverleri kitapları hususunda bu denli hassas ve titiz hale getiren. Yoksa kim istemez okuyup beğendiği kitabı başkaları da okusun, onlarla paylaşsın, istifade edilsin… Fakat yediği darbelerden sonra bir kitapsever, artık okuduğu kitabı öyle ulu orta beğendiğini ikrar edemez hale gelir ki, kitabını biri ister de, maazallah geri vermeyi unutur, kaybeder endişesi kalbini tırmalar durur…

Kitapseverin bittiği andır…

En son bir arkadaşım, üstünden hayli vakit geçtiği halde vermediği kitabım için, “Bulamıyorum, galiba kaybettim…” dediğinde, sanki içime bir kor attılar da tutuşuyorum zannettim. “Nasıl olur canım, hiç evin içinde kitap kaybolur mu?” diye sorduğumda arkadaşım, “Yenisini alacağım mutlaka sana!” dedi. Ama benim altını çizdiğim cümlelerim vardı, ama ben beğendiğim sayfaları işaretlemiştim. Ama biz konuşmuştuk kitabımla. “Seni çok sevdim, nasıl güzel cümlelerin var, senden ne çok şey öğrendim…” deyip kucaklamıştım onu.

“Yenisini istemiyorum, kendi kitabımı istiyorum!” diye içimden bağırmalarım boşunaydı. Evet, bir kitabı alıp da kaybedenlerin en çok güvendiği dayanak, “Alırız aynı kitaptan ne olacak yani!” lakaytlığıydı. Bir kere kitapsever, kitabı sadece okumakla kalmaz; kitapla arasında bir bağ kurar, onunla bütünleşir adeta dertleşir. İkincisi de, sanki her kitabın sürekli baskısı mı oluyor kardeşim. Arayıp da bulamıyorsun, baskısı bitmiş oluyor. Belki bir daha da hiç basılmayacak bir kitap bile olabiliyor. O zaman ne olacak; ilaç gibi muadilini mi alıp getireceksin utanmadan.

Emanetin emaneti olmaz nitekim

Bir kitabımı da, eşim bir arkadaşına vermiş sağ olsun benden habersiz. Üzerinde adım yazdığı halde, yani emanet bir kitap olduğunu bile bile, “okumuş” statüsündeki muhterem, yazarın iştirak etmediği görüşlerinin altına kendi izahatlarını bir güzel sıralamış. Çizim çizim çizmiş. Kitabın kenarlarında bile boş yer bırakmamış, o derece coşmuş. Kitabımı görünce sekteyi kalpten gitmeme ramak kalmıştı. Elbette asıl fail karşımda duruyordu ve süresiz olarak kitaplığıma izinsiz dokunmama cezasına çarptırıldı! Zira daha evvelden de bazı kitaplarımı emanet vermiş ve geri alamamıştı ki, sabıka kaydı hayli kabardığı için, tedbir almaktan başka çarem kalmamıştı.

Dur ey kalbim, belli etme dellendiğini!

Şimdi söyleyin bakalım, kitabımıza elletmeme hususunda haksız mıyız yani? Başa bu kadar iç acıtıcı, sinir bozucu, kalp hırpalayıcı olaylar silsilesi gelmişken. Tam karar verdim, hatta niyet ettim bir daha kimseye kitap vermemeye demiş iken… Sen tut evime ilk defa misafir gelen bir hatun, kitaplıktan hem de iki, üç kitabı birden toplayıp okumak için istemesin mi. O an zannettim ki kalbimi yerinden canhıraş bir şekilde sökmeye çalışıyorlar da, elimi üzerine bastırmasam yerinden kopacak. “Allah’ım, ne ağır imtihandır başımdaki dönüp dolaşıp beni buluyor!” demekten kendimi alamadım. Sonra hatun kişi, kalbimi usulca yerine yerleştiren ve ateşimi düşüren şu cümleyi saf etti. “Ama bir deftere not al istersen, bu konuda hassasım, bazısına kitap veriyorsun, kim bilir kime verdim ben onu diyor ve geri vermiyor,” dedi. Şükürler olsun Rabbim ya; işte, kitap kıymeti bilen bir okur.

Bu durumun istisnası vardır elbet. Tecrübe edilip, okuyucu sicili temiz olan, yani daha önce kitap verilip de aynen geri alınan, üstelik iade vaktini de fazla açmayan okurlar en makbul okurlardır kitapseverin gözünde. Kayıtlara, “güvenilirdir” kodu düşülmüştür. Ama laf aramızda, kitabını emanet veren bir kitapseverin kalbi, her zamankinden daha bir hızlı atmaktadır kitabına kavuşuncaya dek. Belki de bu ızdırabı yaşaması gerektir. Hiçbir şeye fazla kıymet biçip de, çok fazla bağlanma hastalığına tutulmamak için bu elzemdir en nihayetinde.

F. Kebire Gündüz Karaaslan yazmaya çalıştı

YORUM EKLE
YORUMLAR
iletken demir
iletken demir - 9 yıl Önce

Bence kitap alırken 2 tane almalıyız birisi kendimize özel ikincisi nasibine teslim edilmesi için emanet olarak. Ki bence kitabın şahsi sahipleri olmaması lazim. Kitaplar okuyana emanettir. Ahirete götüremeyiz ama başkası da okuyup gerçek manasıyla faydalanırsa o zaman kitabın sevabını götürebiliriz yanımızda...

Abdullah Secgin
Abdullah Secgin - 9 yıl Önce

Gerçekten duygulara tercüman olan bir yazı olmuş. Yazıda bahsedilen hadiseleri ben de yaşadım ve hala yaşıyorum.

Saliha
Saliha - 9 yıl Önce

Gerçekten okurken gözümde yaşadıklarım canlandı. Bir de verdiğimiz kitapları çekinip geri isteyememek var ya.. Hala geri alamadığım kitaplar var.