Herkesin konuşmak için bir gerekçesi vardır. Konuşmak, “şimdi ve burada” olmanın bir göstergesidir adeta. Kişinin konuşma farklılığı parmak izindeki farklılık kadar özeldir. Bu yüzden herkesin konuşmak için kullandığı dil kendi şahsına münhasır bir özellik taşır. Ressam, kendi dilini resimde bulur ve o dille dünyayı yorumlar. Müzisyen, notaların coşkunluğuna yaslanarak bu dünyadaki yetimliğimizi dile getirir. Dolayısıyla her türlü konuşmanın varoluş kaygısıyla ciddi bir ilintisi olsa gerek.
Şairin de bir dili vardır. Onun diline şiir diyoruz. Şair, sınırını aşmış bu dilin içinden bakarak dünyadaki yersiz yurtsuzluğumuza ayna tutar. Ezberimizi bozar, karanlığımızı yüzümüze çalar. İşte biz bu konuşmanın nedenini merak ettik. Şairler neden şiir yazarlar. Sorduk soruşturduk.
Bülent Keçeli:
Ece Ayhan'a sormuşlar buna benzer bir soruyu “yerimi çiziktirmek için yazıyorum” demiş. Benimki de buna benzer bir şey. Bir yerim olur mu olmaz mı bilmiyorum ama buna uğraşıyorum. Yazmak için aslında neden aramaya gerek yok, yazmasak hayat belki daha rahat olurdu. Fakat kesinlikle anlamı kıt olurdu. Bir anlamda hayatla bağlaşıklığı sağlıyoruz yazarak. Belki daha derine daha ayrıntıya giriyoruz ama bazen de ferahlıyoruz yazarak böylece insanları da ferahlatacağız şimdi değilse bile sonra. Böyle de olsa yazmak gerek.
Alper Gencer:
Yazdıranın rızası, yazanın yakîni, okuyanın tarîki için yazıyorum.
İbrahim Tenekeci:
Bir derdim var, bin dermana değişmem!
İsmet Özel, “dünyaya alışan şiir yazamaz” diyor. Evden dışarı her çıkışımda, ilk defa toprağa ayak basıyormuşum gibi şaşkınlık ve acemilik çekiyorum. Hâlâ beni minibüs ve otobüs tutuyor. Uzak mesafeleri bile çoğu zaman yürümek zorunda kalıyorum. Hâlâ kalabalığa alışamadım. İçlerinde biraz yürüsem, başım dönmeye, gözlerim kararmaya başlıyor. Devlet dairelerine ya da banka gibi yerlere neredeyse girmişliğim yok. Üzerime bir su saati bile kayıtlı değil. Evimizde üç tane talebe olmasına rağmen; hayatımda bir kere veli toplantısına gittim, onu da elime yüzüme bulaştırdım. Hem sınıf anasıyla kavga ettim, hem de öğretmene tehditler savurdum. Dolayısıyla, kırk yıldır dünya üzerinde olmama rağmen; şaşkınlığım, acemiliğim, hatta yabaniliğim geçmiş değil. Elimden, kalem tutmaktan başka bir iş gelmiyor. Ancak şiir yazarsam işe yaramış olurum. Sadece sevdiğim, saydığım bir edebiyatçının yanında kendimi güvende hissedebilirim.
Bir de şu var: Yazmak, bazı yetenekli insanların, faniliğin saldırısına karşı gösterdikleri bir reflekstir. Refleks ne kadar güçlü olursa, insanın ömrü veya adı da o kadar uzun olur.
Ayrıca şunu da ilave etmek istiyorum: Bir arkadaşım “niçin şiir yazıyorsun” diye sormuştu da, ağzımdan şu cevap çıkmıştı: “Allah'ın gözüne girmek için…”
Sonradan bunu çok düşündüm.
Selahattin Yusuf:
Sadece başım sıkıştığında, kendimi sakinleştirmek için şiir yazıyorum.
Enis Akın:
Ben neden şiir yazıyorum? Bir kere dil insanı konuşur yani ben şiir yazmıyorum şiir beni yazıyor. Peki, şiir beni neden yazıyor? Sanıyorum kızlar beni beğensin diye, zaten bütün sanat bunun için değil midir? Bir tanecik eşim, hayat yoldaşım, sevgilim beni yeniden ve yeniden sevsin diye. Neyin şiirini yazıyorum? Durduğum yerin şiirini yazıyorum. Yani boş kâğıtla herhangi bir bakışmamız olmamıştır, hiçbir şeyin başında kısa da olsa böyle bir lüksüm olmadı. Genellikle susturmaya çalışmakla geçti gecelerim beyaz kâğıtları. Ama bu demek değildir ki "şiirler ve hayat" diye ayrı bir şey vardır, hayır. Tam tersine her şiir sadece bir şiir tarihi içinde var olabilir. Dolayısıyla diğer şiirlerin doldurmaya çalıştığı sessizlikler için rekabet etmesi gerek has şiirin. Kekeme şiirler içinse bu iyice imkânsız, en çok bağıranın duyulduğu bir dünyada, şiirlerin kendine en çok "breh breh" dedirtmek için yazıldığı bir dünyada, neden kekeme şiirler yazılsın ve de varolsun ki, bu ortamda kekeme şiir olsa olsa kapı koludur. Olsun, olalım, kapı kolları yeni dünyalara açılan kapıları da açarlar. Ara sıra da olsa.
Yavuz ALTINIŞIK yazdı
bu ne biçim haber başlığı? "alah için mi kız için mi?"
başka?