Burada Ali Kemal’in kimin emriyle nasıl linç edildiğini bir görgü şahidinin anlattıklarının yanı sıra Birinci Ordu kumandanı olup vazife ile İzmit’te bulunan (Sakallı) Nureddin Paşa ve o günlerdeki Fethi (Okyar) Hükümeti’nin Sağlık bakanı olup Lozan Antlaşması için teşkil olunan heyette ikinci delege olan Dr. Rıza Nur arasında Ali Kemal olayı münasebetiyle geçen münakaşayı ve yine Lozan’a giden heyette basın müşaviri olarak bulunan Şair Yahya Kemal Bey’in anlattıklarıyla linç olayına ışık tutmaya çalışacağız.
Görgü Şahidi:
Birinci Ordu Haber Alma Şubesi Başkanı emekli Kurmay Albay Rahmi Apak, hatıratında diyor ki:
“Bir gün öğle yemeğini yemiş, karargâha dönüyordum. Kapıdan girerken Nureddin Paşa’nın da gelmekte olduğunu gördüm. Paşa beni görünce, ‘İşittin mi, Ali Kemal’i tutmuşlar, buraya getirmişler. Hemen şimdi haber gönder, karargâha getirsinler.’ dedi.
Mazlum ve Cem adında, ikisi de iri yapılı ve genç iki polis komiseri, Beyoğlu’nda tıraş olduğu berber dükkânında Ali Kemal’i zorla yakalayıp bir taksiye atmışlar. İşgal kuvvetlerinin mevcudiyetine rağmen onu bağırtmayarak Kumkapı’ya götürüp bir eve tıkmışlar. Geceleyin, tedarik ettikleri bir motora bindirerek kaçırıp İzmit’e getirmişler. Bu fedakâr polis komiserlerine, bu tehlikeli iş için yaptıkları masrafın yarısını bile ödeyemeyerek ancak otuzar lira verebildiğimizi hatırladıkça hâlâ utanırım.
Ali Kemal’i bizim odaya getirttim. Şubemizde sorgu hâkimliği ödevini yapan Yedek Subay Necip Ali Bey’i (Dört Aliler Mahkemesi diye meşhur İstiklal Mahkemesi savcısı, milletvekili) Ali Kemal’in ifadesini almaya memur ettim.
Nureddin Paşa, Ali Kemal’i yukarıya getirmekliğim emrini gönderdi. Birlikte merdivenleri çıkarak paşanın odasının önündeki genişçe salona geldik. Orada, günlük evrakı ordu kumandanına imzaya getirmiş olan yüzbaşıdan albaya kadar on kadar şube müdürü dizilmiş sıra bekliyorlar. Kendisine bir sandalye gösterdim, oturdu.
İki dakika sonra Nureddin Paşa odasından çıktı. Sandalyeden ayağa kalkan Ali Kemal’e, ‘Sen kimsin?’ dedi. Ali Kemal, ‘Ali Kemal bendeniz!’ cevabını verince, ‘Ha, Artin Kemal dedikleri adam sen misin?’ diye ekledi. Bu ikinci sual karşısında Ali Kemal hiç istifini bozmayarak, ‘Hayır efendim. Ben Artin Kemal değilim, Ali Kemal’im!’ cevabını verdi: Nureddin Paşa, ‘O hâlde seni askerî mahkeme huzuruna sevk edeceğiz.’ deyince Ali Kemal, ‘Ben adaletin karşısına çıkmaya hazırım.’ dedi.
Olay Başlıyor:
Kendisini aldım, tekrar aşağıya, odama indirip Necip Ali Bey’in karşısına oturttum. Hemen bir subay geldi ve paşanın beni istediğini söyledi. Paşanın yanına girdim, bana şu emri verdi: ‘Şimdi sokaktan birkaç yüz kişiyi büyük kapının önüne toplat. Kapıdan çıkarken Ali Kemal’i öldürsünler, linç etsinler!’
Bu çok ağır bir iş! İzmit’te merkez kumandanlığı emrinde ‘Kel Said’ adında biri vardı. Bu zatı I. Cihan Savaşı’ndan beri tanırım. Alaydan yetişmedir. Hatta son senelerde emekli olarak Adapazarı’nda yerleşmiş gördüm. Said’i çağırttım, paşanın yanına git, sana mühim bir emir verecekmiş.’ dedim. Ben kendim, paşanın bu emrini vermek istemiyordum.
Sebebi, sorumluluk korkusu veya vicdan azabı değildi; çünkü Ali Kemal’in Millî Mücadele davamıza karşı ne büyük ihanetler ettiğini yakından biliyordum. Benim çekingenliğim, bu ölümün kanun yolu dışında yapılmasına taraftar olmadığımdandı. Her askerî mahkeme, pek tabii olarak Ali Kemal’e ölüm cezası kararı verecekti.
Kel Said, tertibatını yapmak üzere çıktı gitti. Necip Ali Bey, hiçbir şeyden haberi olmaksızın Ali Kemal ile konuşmakta ve notlarını almakta devam ediyordu. Konuşmalarına kulak veriyorum. Ali Kemal, bundan sonra bütün mevcudiyeti ile Mustafa Kemal davası ile beraber çalışacağını söylüyordu.
Ali Kemal, iyi bir terzi elinden çıkmış koyu renkli bir elbise giymişti. Yakışıklı bir adam, pek iyi giyinmiş, orta boylu, biraz tıknaz, gözlüklü, ak yüzlü ve kırmızıca yanaklı... Beş-on dakika sonra başına gelecek olandan habersiz, arkasına düşen kapıdan esen rüzgârın sırtına dokunduğunu söyleyerek sandalyesinin değiştirilmesine müsaade edilmesini rica etti. Bu ricası kabul edildi.
On beş dakika sonra Kel Said, yarı açık kapıdan bana her şey tamamdır işaretini verdi. Ben de Necip Ali Bey’e, ‘Haydi Necip Ali Bey, Ali Kemal Beyefendi’yi al, cezaevine götür.’ dedim. İkisi birlikte hiçbir şeyden haberleri yok. Ben, faciayı gözlerimle görmemek için masamın başında üzüntü içinde bekliyorum. Birdenbire dışarıda gürültüler, bağırmalar oldu. Arkasından da Necip Ali Bey, başından kalpağı düşmüş, saçları dikilmiş, yüzü gözü şişmiş, morarmış ve büyük bir telaş içinde odaya girerek, ‘Beyefendi, ne duruyorsunuz? Ali Kemal’i öldürüyorlar, ne duruyorsunuz?!’ diye bağırmaya başladı. Ben, sükunetle, ‘Yahu, onu öldürüyorlar, sana ne, otur yerine!’ deyince birdenbire afalladı ve bana kızgın kızgın bakarak, ‘Ey, bu işi önceden bana neye söylemediniz, beni de mi öldürtmek istiyordunuz, benim suçum ne?!’ diye mırıldanarak yerine oturdu.
Ve Linç:
Hakikatte de Ali Kemal köşkün büyük kapısından çıkar çıkmaz elleri bıçaklı, taşlı-demirli halk, küçük ve büyük çocuklar ve gençler üzerine saldırmışlar. Necip Ali Bey, kurtarmak için Ali Kemal’e sarılmış; Ali Kemal de kurtulmak için ona sarılmış. Bu esnada birkaç yumruk ve taş Necip Bey’e de isabet etmiş. Birisi arkasından Ali Kemal’in beline uzun bir bıçak sokunca bunun acısı ile Ali Kemal bağırarak yere yatmış, diğerleri de taşla ve tekme ile kafasını ezmişler. Necip Ali de patırtının içinden güç hâl ile kendisini sıyırarak kaçabilmiş. Toplanan güruh, derhal Ali Kemal’in yeni elbiselerini soyup almışlar. Parmağındaki yüzüğü, altın saatini ve ceplerinde nesi varsa tırtıklamışlar. Sonra ayaklarına bir ip bağlayarak can çekişen bu adamı yokuş aşağıya, don gömlek sürüklemişler...
O gün, Lozan Konferansı’na gitmek üzere İsmet (İnönü) Paşa trenle İzmit’ten geçecek idi. Nureddin Paşa, istasyon yanındaki demiryolunun altından geçtiği küçük tünelin üstüne bir sehpa kurdurdu, İsmet Paşa görsün diye onun ölü vücudunu astırdı.”[1]
Bir Görgü Şahidi Daha ve Münakaşa:
İkinci görgü şahidi, Lozan Antlaşması için giden heyette basın müşaviri olarak bulunan Şair Yahya Kemal Beyatlı’dır. “Ali Kemal’i İzmir’de demiryolu üzerindeki köprüde sehpada gördüm.” diyen şair,
“Birkaç adım ötede köprü üstünde Ali Kemal’in cesedi, toplu iğnelerle bir çarşafa sarılmış, önünde, bir mukavva parçasına, ‘Hain-i Din ü Vatan Artin Kemal’ yazılmış duruyordu. Cesedin çehresi, bir mengene ortasında gibi sıkışmış, tanınmaz bir şekilde idi, sol ayağındaki çorap yeni çekilmiş olduğu için ayak bembeyazdı, bir tarafından biraz kan sızıyordu. Cesedin epey müddet tozda süründüğü anlaşılıyordu.
Nureddin Paşa, cesedin karşısında ferahlı ve mağrur bir tavırla halka nasihat kabilinden, ‘İşte dîn ü milletimize ihanet edenlerin cezası budur.’ ve daha birçok şeyler söylüyordu. İsmet Paşa ise cesede mütekallis/gerilen, kasılan, kasılmış bir yüzle bakıyordu. Bu tesirli manzaradan sessizce ayrılarak heyet şerefine verilen ziyafete gittik. Daire, asker ve sivil halkın her tabakasıyla dolu idi.
Nureddin Paşa, vakayı kendi anlatmaya başladı. Yemek esnasında bahse devam ederek, ‘İnşallah yakında Vahideddin’i de getirip cezasını vereceğim.’ derken İkinci Murahhas/Delege Dr. Rıza Nur Bey’in, ‘Onu İnebolu’dan yola çıkaracağız; çünkü Ankara’ya gelip mahkeme karşısında hesap vermesi lazımdır.’ dedi. Nureddin Paşa, bu âni mütalaa karşısında şaşırmış ve müteessir bir sesle, ‘Yâ! Demek ki biz kutta’-i tarîk/eşkıya, haydut, yol kesen olduk!’ dedi ve Ankara’ya bir taş atarak, ‘Ali Kemal’i bıraksaydık, şüphesiz ki (Başbakan) Fethi (Okyar) Beyefendi orada kurtarırdı.’ cümlesiyle fikrini tamamladı. Rıza Nur Bey, daha cerbezeli bir sesle, ‘Paşa hazretleri, hükümet, bu hain sürüsünün tevkifi için İstanbul zabıtasına emir vermiştir, hepsi tutulup Ankara’ya gönderilmeli ve orada muhakeme edilmelidirler.’ deyince Nureddin Paşa, hükümet zihniyetinin bu tecellisi karşısında, ‘Hükümet ne zaman emir vermiş? Ben Ali Kemal’i on yedi günden beri kendi adamlarımla tevkif etmeye çalıştım.’ dedi ise de Rıza Nur Bey, ‘Ben ‘Hükümet emir vermiştir.’ diyorum, biz Heyet-i Vekile’deniz’ cümlesini fırlattı.
Yemeği bitirdikten sonra vagonda yatmaya gittik. Karanlık basmıştı. Köprünün yanından geçerken Ali Kemal’in cesedini bir daha gördük. Etrafında tek tük birkaç seyirci kalmıştı. Birisi, iyi görebilmek için yüzüne bir kibrit çakmış bakıyordu. Bütün savaş boyunca ızdırapları hissettikçe, ‘Melunu köprü başına asmalı!’ demiştik. Akıbet, kendisini bir köprübaşında asılmış gördük.”[2]
Kaynak: Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Cilt 8, Sayfa: 117-121
Dipnot: