O, bazı kimselerin dediği gibi gerçekten “Artin Kemal” midir? Millî Mücadele’ye neden, niçin, ne şekilde muhalefet etmiş ve İstanbul’da yakalanıp Ankara’ya götürülürken İzmit’te nasıl linç edilmiştir? Bu “linç” olayı bir tertip midir, yoksa hakikaten Nureddin Paşa’nın tedbirsizliğinden mi doğmuştur?
Bu suallere verilen cevaplar ihtilaflıdır. Mesela, Falih Rıfkı Atay’ın Çankaya’sında kaydettiğine göre “Ali Kemal parasız ölmüştür ve yabancı uşaklığı edecek bir mizaçta değildir. Ali Kemal bir tanzimatçıdır; ne istiklalci ne de milliyetçidir. Fakat huyu, suyu, ahlâkı, üslûbu ile zamanın tam ‘milli’si, o günkü cemiyetin yetiştirdiği normal bir insan tipi”dir. Ve yine mesela, Sadi Borak’a göre “Ali Kemal’in Millî Mücadele’ye muhalefet edişini objektif bir gözle takip ettiğimiz zaman Ali Kemal’i bu muhalefetinde haklı ve samimi gösterecek sebepler bulabiliriz. Ali Kemal, şahsen harp aleyhtarıdır. Millî Kurtuluş Savaşı’nı Anadolu’ya geçmiş İttihatçıların sevk ve idare ettiği, hatta Mustafa Kemal’in de İttihatçı olduğu kanaatindedir. Nitekim I. Büyük Millet Meclisi’nde mühim bir İttihatçı grubu vardır. Ali Kemal, Türkiye’nin içine düştüğü çukurdan Osmanlı hükümetinin siyaset yolu ile kurtulacağına inanmaktadır. I. Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkmış, elinden silahı ve cephanesi alınmış, askeri terhis edilmiş Türkiye’nin, harp gücüne sahip olduğuna asla inanmamaktadır. Bu şartlar altında müttefiklere karşı silahlı bir mücadeleye geçmenin imkânsızlığına ve bunun Türkiye’nin başına daha büyük gaileler açacağına samimi olarak inanmıştır. Ve Ali Kemal bu muhalefetinde yalnız değildir. O devrede Millî Mücadele’nin başarıya ulaşacağına inanmayan çoktur. Yurdun birçok aydınları yanında birçok kalem sahipleri de bu mücadelenin zararına inanmışlardır.”
Ve yine Sadi Borak, Ali Kemal hakkında Prof. İsmail Hakkı Baltacıoğlu’ndan dinlediklerinden bahisle diyor ki:
“İsmail Hakkı Baltacıoğlu ‘Tedrisat-ı Tâliye Umum Müdürü’ olarak Maarif Nazırı Ali Kemal’in yakınında bulunmuştur, şu yakınlığı dolayısıyla Ali Kemal’i tetkik etmiş, muhtelif vesilelerle onun içine bakmış, özelliklerini görmüş, duygularını sezmiş olması pek tabii olan sayın profesörün ihtisaslarını rica ettiğimiz zaman gözleri bulutlandı. ‘Gün’lerin arkasından Ali Kemal’i aradığı belliydi.
- Ben, dedi; ‘Size Ali Kemal’den birkaç hatıra anlatmakla yetineceğim. Hepsi o kadar.’”
Şimdi onun anlattığı bu anıları naklediyoruz:
“Yunanlılar İzmir’e asker çıkarmıştı. O gün Ali Kemal Bey çok üzgündü. Yanına girdiğim zaman:
- İsmail Hakkı Bey, dedi; ‘İngilizler bize verdikleri sözü tutmadılar. Yunanlıları İzmir’e çıkardılar. Fakat üzülmeyiniz. Halk cephe gerisinde ayaklanmıştır. Yakın tarihte Yunanlıları denize dökeceklerdir.’”
Baltacıoğlu devamla diyor ki:
“Ali Kemal Bey, üniversitede tensikat yapmış, birçok hocaları kürsülerinden uzaklaştırmıştı. Bu arada Şemseddin Günaltay da kadro harici bırakılmıştı. Şemseddin Bey, aracılık yapmam için bana başvurdu. Kendisini seviyor ve takdir ediyordum da... Ali Kemal Bey’e:
- Efendim, dedim; ‘Şemseddin Bey de kadro harici bırakılmış. Hâlbuki kendisi ilmî eserler vermiş kıymetli bir hocadır. Mümkünse kendisinin kürsüsüne iadesini rica ediyorum.’
Bir âdeti vardı; hoşlanmadığı bir söz işitince başını havaya kaldırır, yüzünü buruştururdu. Aynen öyle yaptı ve uzaklaştı. Ertesi gün beni çağırdı:
- Haber gönderin, dedi; ‘Şemseddin’i kürsüsüne iade ettim. İhbar ediyorlar: İttihatçı imiş... İttihatçının da İtilaf çıran Allah cezasını versin. Bana vatan lazım.’
Sayın Baltacıoğlu bu anılarını anlattıktan sonra ilave etti:
- Ali Kemal’i herhangi hatasından dolayı her türlü kıymetten, bilhassa ahlâkî kıymetten mahrum sanmak büyük bir hatadır. Bu zat, bilhassa fikre değer veren bir kimsedir.”
Sadi Borak’ın, İsmail Hakkı Baltacıoğlu’ndan dinlediklerini bu şekilde nakilden sonra hemen kaydedelim ki bizde bazı kimselerin, nice melanetlerden sonra darağacında can vermeleri veya böyle Ali Kemal misali “linç” edilivermeleri onları büyük mazlumlar sırasına katıvermiştir. İleride temas edeceğimiz gibi mesela İttihatçıların meşhur maliyecisi(!) Cavid Bey, İstiklal Mahkemesi kararıyla Ankara’da idam edilmiş ve bu adamın idam sehpası altında okuduğu bir Ayet-i Kerime meali, onun bazı çevrelerce kahraman ilan edilmesine vesile olmuş, Cavid Bey’in bütün menfi icraatı unutuluvermiştir.
Ali Kemal’in Ankara’ya götürülürken İzmit’te evvela linç edilmesi, sonra bir sehpaya asılması da Maliyeci Cavid Bey misali; onu âdeta mazlum yapıvermiş ve Ali Kemal’in, tâ Sultan Abdülhamid Han devrinden beri devam edegelen icraatını unutturmuştur. Öylesine unutturmuştur ki bırakalım onun Paris’ten İkdam gazetesine yazı gönderdiği günleri, İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonraki tutumunu, 31 Mart Vakası’ndaki rolünü; düşman sürülerinin Ankara önlerine kadar geldiği o acı günlerde Millî Kıyam aleyhine takındığı menfi tavır dahi çeşitli tevil yollarıyla örtbas edilmek istenmiştir.
Biz bu yazımızda, Damat Ferid adlı Balkan serserisinin kurduğu kabinelerde Maarif ve Dâhiliye nazırlıklarında bulunan, bu arada gazeteciliğini de devam ettiren Ali Kemal’in şahsiyetini inceleyecek onun, Ankara’nın emriyle İstanbul’da nasıl yakalandığı ve İzmit’te neden “linç” edildiği üzerinde duracağız.
Ali Kemal, 1867 yılında İstanbul’da doğmuştur. Asıl adı Ali Rıza olup yazılarında “Ali Kemal” imzasını kullandığından bu isimle anılagelmiştir. Balmumcu Esnafı Kâhyası Çankırılı Hacı Ahmed Efendi’nin oğludur. Tahsiline İstanbul’da başlamış, Mülkiye’nin dördüncü sınıfında iken Avrupa’ya gitmiş, iki yıl kadar Paris ve Cenevre’de kalıp bilahare yurda dönmüşse de siyasî faaliyeti zararlı görülüp 1889’da Halep’e sürülmüştür.
Halep’te beş yıl kalan ve bu müddet içinde orada lisan ve edebiyat hocalığı yapan Ali Kemal, bilahare İstanbul’a dönmüşse de burada barınamayıp 1894 yılında Avrupa’ya kaçmıştır.
Paris’te kalan ve oradan İkdam gazetesine gönderdiği yazılarla tanınmaya başlayan Ali Kemal, bir ara Brüksel Elçiliği İkinci Kâtibi olmuş, daha sonra Mısır’a geçmiş, 1908 Meşrutiyeti’ni müteakip İstanbul’a dönerek Mülkiye’de Tarih-i Siyasi okutmuş, bu arada gazeteciliğe de devamla İkdam gazetesinde başmakale yazmıştır.
Bilahare Peyam gazetesini neşre başlayan, sonraları bu gazeteyi Sabah gazetesiyle birleştirerek Peyam-ı Sabah adıyla neşriyatına devam eden Ali Kemal, İttihat ve Terakki’ye muhalefetiyle şöhret bulmuş, “Hürriyet ve İtilaf Fırkası”na girerek Damat Ferid serserisinin kurduğu kabinelerde Maarif ve Dâhiliye nazırlıklarında bulunmuştur.
Ali Kemal bu devrede gerek nazır gerek gazeteci olarak Anadolu’daki Millî Kıyam’a cephe almış ve bu tutumu dolayısıyla 1922’de İstanbul’da yakalanıp Ankara’ya götürülürken İzmit’te linç edilmiştir.
Ali Kemal’in hayat hikâyesi kısaca budur. Geçelim şimdi bu elli beş yıllık hayatın nasıl ve ne şekilde bir linç olayına gelip dayandığına... Evvela Ali Kemal’in gazetecilikteki maharetini(!), bir dostunun kalemiyle tespit edelim. Refik Halid (Karay) hatıratında diyor ki:
“Hüseyin Cahid’le geçen münakaşaları beni Ali Kemal aleyhinde hazırlamıştı. Figaro muhabirinin bir resmî kabul münasebetiyle Elize Sarayı’nı tasvir eden makalesini -güya kendisi gezmiş gibi- hemen hemen aynen, hatta kapıcı ve hademelerle konuştuğu sözlere kadar iktibas ederek imzası altında İkdam’a yazması, haysiyetli görmek istediğim bir muharrir için feci bir keyfiyetti; bunu ona atfedemiyor, bu meseleden dolayı kendisine bir türlü emniyet hissi duyamıyordum.
Yine aynı muharrirlerin meşrutiyetten sonraki münakaşaları ise bende Ali Kemal’e hürmet hâsıl ettirememiş, fazla olarak Hüseyin Cahid’e karşı beslediğim muhabbeti de silip götürmüştü. Sonra bir cihet daha vardı: İkdam başmuharririnin tarz-ı tahrîri... Ne edebiyat-ı kadimeye, ne cedideye, ne de halkın kullandığı şive ve lisana uymayan bu nev’i şahsına münhasır yazılar -içinde hakikat, ilim, irfan bile dolu olsa- sadeliğe âşık ve yapmacıktan hazzetmez ruhuma, cicili bicili, renk ve çizgilerle taşkın köşk tezyinatı kadar çirkin görünüyor; makaleleri Frenklerin güya Şarkkârî döşenmiş odaları ve Şarklıların sanki Frengâne süslenmiş salonları kadar acayibime gidiyordu. ‘Lisanını çoğumuzdan iyi bilen bu muharrir, niçin doğru dürüst yazmak istemiyor?’ diye daima şaşıyordum. Hülasa Paris muhabir-i mahsusunun ne ahlâkına emniyetim ne de kalemine zerre kadar muhabbetim vardı.”
Refik Halid’in tespitiyle gazeteciliği bu olan Ali Kemal, imparatorluğumuz üzerindeki Alman-İngiliz rekabetinin had safhaya vardığı devirde İngilizcidir. Meşhur İntelligence Ajanı Fitz Maurice’in tabiriyle “çılgınlık derecesinde İngiliz taraftan olan” Kâmil Paşa’nın sadâret makamına getirilişini “Gerdûne-i sadâretle (sadaret arabasıyla) beraber İngiliz dostluğu Bâb-ı Âli’ye girmiştir.” diye alkışlayan Ali Kemal, Serbesti gazetesi başmuharriri Hasan Fehmi’nin İttihatçı fedailerce köprü üstünde öldürülmesinde Mülkiye talebesini sokağa dökmesini de bilmiştir.
Ali Kemal’in Mülkiye’de yaptığı konuşmanın şahidi Hasan Amca, o günkü olaydan bahisle der ki:
“Dershane, mutadın fevkinde hıncahınç dolu idi. Muayyen ders saatini geçen her dakika dinleyicilerin sabrını tüketiyordu. Ali Kemal, derse bir çeyrek gecikme ile gelebildi. Sert ve diri adımlarla kürsüye doğru ilerledi ve ağır ağır çıktı. Bir müddet kendini soluklandırdı. Yan dış cebinden çektiği beyaz, tertemiz bir mendil ile terli yüzünü, başını sildi. Dershanede bir ölüm sessizliği vardı. O, dikkat ve endişe ile ona çevrilmiş bakışların farkında değilmiş gibi ağır ağır hareket ediyordu. Mendili cebine yerleştirdi, bitkin ve bezgin bir hâlde ağzını açtı;
- Maalesef... dedi; ‘Evet, maalesef bugün ders veremeyeceğim...’
Bir müddet sustu, daha yüksek bir sesle tekrarladı:
- Bugün ders veremeyeceğim; çünkü çok müteessirim, son derece mustarip bir hâldeyim. Serbesti başmuharriri, arkadaşım Hasan Fehmi’nin şehadetinin beni düşürdüğü derin teessür bugün vazife yapmama imkân bırakmadı.
Gittikçe tonu artan bir sesle bu faciayı izaha devam etti. Bağırıyordu:
- O atılan vicdansız kurşun, Hasan Fehmi’nin başına değil, söz hürriyetine, fikir hürriyetine, vicdan hürriyetine en basit ve en başta gelen insan haklarına atılmış bir kurşundur.
Nutkun artan şiddetiyle dershanenin sükûnu sarsılmaya başlamıştı. O derin sükût yavaş yavaş yerini asabi ve öfkeli bağrışmalara bırakıverdi. Nihayet kısa bir müddet sonra hâl şiddetli bir kaynaşmaya tahavvül etti. Ali Kemal hiçbir şey istemeden hiçbir tavsiyede bulunmadan çıktı gitti. Fakat o belki istediğinden fazlasını yapmıştı.”
Serbesti gazetesi başmuharriri Hasan Fehmi’nin öldürülmesi dolayısıyla Mülkiye talebesini -yukarıda görüldüğü gibi- sokağa dökmesini bilen Ali Kemal, katil olayının hemen ertesi günü, İkdam gazetesinde yayınladığı “Adliye Nezaret-i Celilesine” başlıklı açık mektubuyla o günlerdeki anarşiyi körüklemeye de muvaffak olmuştur. Okuyalım, Ali Kemal’in açık mektubunu:
“İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden Mebus Rahmi ve Dr. Nâzım Beylerin Selânik’te bir ictima-i hafide (gizli toplantıda) ‘Ali Kemal’i öldürmek lazımdır.’ diye teklif ettikleri hâlde ekseriyete kabul ettiremediklerini vaktiyle sözüne itimat olunur bir zat ihbar eylemişti. Bu sabah ahiren Selânik’ten gelerek Beyoğlu zabıtasına memur edilen bir miralayın ‘İsmail Kemal ve Mevlânzade Rıfat ve Ali Kemal Beyleri öldürmeye cemiyetçe karar verildi.’ dediğini, bildiklerimden biri geldi, haber verdi.
Mebusandan bir zata diğer bir miralayın aynı mealde idare-i lisan ettiğini şimdi söylediler. Mertebe-i vüsûkunu (doğruluk derecesini) bilmediğim ve fakat dün geceki vaka-i cinâiyye münasebetiyle şayan-ı ehemmiyet gördüğüm bu ihbaratı arz eyler ve muhbirlerin istimâını (dinlenmesini) talep ederim.”
Topraklarımız üzerindeki Alman-İngiliz rekabetinde İngilizlerden yana olan Ali Kemal, İngilizler tarafından tertiplenen 31 Mart oyununun arifesinde bu çeşit icraatıyla kitleleri harekete geçirmesini bilmiş ve Ali Kemal’le benzerlerinin faaliyeti neticesidir ki Hasan Fehmi’nin cenaze merasimi âdeta bir protesto mahiyetini almıştır.
Gazeteci Hasan Fehmi’nin cenaze merasimi, 31 Mart oyunu arifesinin en mühim olaylarından biridir ve 31 Mart irtica oyununun İngilizci aktörleri, o cenaze merasimini gayeleri uğruna mükemmelen kullanmışlardır.
Ali Kemal, o devirdeki gazeteciliği ile 31 Mart mesulleri arasındadır ve irtica oyunu parsasının Almanlarca toplandığını gördüğü an, selameti firarda bulup bir İngiliz’in aracılığıyla yurt dışına kaçmayı becermiştir.
Ali Kemal’in Anadolu’daki Millî Kıyam’a cephe alması, onun nice maceradan sonra yurda dönüp Cemal Paşa’ya dayanarak Peyam gazetesini yayınlaması ve Damat Ferid serserisinin kurduğu kabinelerde nazır olarak vazife almasıyla başlar ve linç olayına kadar devam eder.
Refik Halid Karay hatıratında, Ali Kemal’in Dâhiliye nazırlığı sırasında geçen bir olaya temasla o günlerde kendisinin de Posta-Telgraf başında bulunması dolayısıyla bizzat şahit olduğu vukuatı şöyle anlatıyor:
“Aydın ‘Redd-i İlhak Cemiyeti’nin bütün Anadolu içerisine birbiri arkasına gönderdiği telgraflar (İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali üzerine çekilen telgraflar kastolunuyor) kabineyi, umumi bir silahlı hareketten korkuttu. Bu telgraflar Van’dan Trabzon’a kadar ahaliyi derhal silahlanarak İzmir’e doğru akın akın gelmeye teşvik ediyordu. Müthiş bir hercü merce sebebiyet vermesi pek mümkündü. Bu hâl mütarekenâme mucibince umumi işgalin ve İstanbul’un ziyâ’ı suretiyle neticelenebilirdi. Dâhiliye nazırı (Ali Kemal) telaş etti ve gece bana telefonla verdiği emirde, ‘Redd-i İlhak Cemiyeti’ tarafından verilecek telgrafların ‘katiyen kabul edilmemesi ve tazyik altında edilse bile keşide olunmaması’ lüzumunu bildirdi. Acemi bir âmir olmakla beraber öyle her denileni yapmak kârım değildi, nizamları tetkik ettim. Filvaki ‘asayiş-i dâhilîyi ihlal mahiyetinde bulunan posta ve telgraf müraselatının tevkifi’ hükümetin hakkıydı, hatta bu hakkı ittihat posta mukavelenâme-i umumisi de tasdik eyliyordu. O zaman derhal şu tamimi başmüdüriyete gönderdim:
‘Redd-i İlhak Cemiyeti tarafından verilecek telgrafnâmelerin kabul edilse dahi keşide olunmaması muktezîdir. Servis olarak katiyen kabul edilmemelidir. Hilafında hareket şiddetle mesuliyeti dâî olacaktır.’”
Bu olay, bu, Redd-i İlhak Cemiyeti telgraflarının Posta idaresince kabul edilmemesi, o günlerde mühim olaylara yol açmış ve Dâhiliye Nazırı Ali Kemal’in, mütarekenâme hükümlerine aykırı bularak aldığı bu güya yerinde karar, neticece Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa’nın azline sebep olmuştur. Refik Halid bu mevzua temasla der ki:
“23 Haziran 1335 tarihi, hatırda kalacak ehemmiyettedir; zira o gün Dâhiliye Nazırı Ali Kemal Bey, beni yanına davetle şunu tebliğ eylemişti:
‘Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa’nın dün akşam Meclis-i Vükelâ’da, posta umuruna müdahalesinden dolayı azline karar verildi. Artık mazuldür; merkezlere bildiriniz, bizi haberdar etsinler ve muamelatın müteessir olmamasına itina göstersinler.’
Aldığım bu emri harfiyen aynı tarihte başmüdüriyetlere tamim ettim. Nazır, idarenin nüfuzunu bu hareketiyle temin etmiş oluyordu; galiba aynı mealde vilayata da tebligatta bulundu.”
Ali Kemal’in, Damat Ferid Kabinelerindeki icraatı, hep Anadolu’daki Millî Kıyam aleyhinde cereyan etmiş, bilahare Ali Kemal bu icraatını gazeteciliğinde de sürdürmüştür. Onun gerek Maarif gerek Dâhiliye Nezaretlerindeki icraatı başlı başına bir tetkik mevzuudur ve bütünüyle Millî Kıyam aleyhinedir.
Anadolu’daki Millî Kıyam’a cephe alan Ali Kemal, nazırlık devresindeki tutumunu gazeteciliğinde de devam ettirmiş ve bakınız, Büyük Taarruz’un başladığı günlerde neler yazmıştır:
“Devletler şimdiye kadar olduğu gibi daha birkaç kerre bu Şark işi için toplantılar tertip edebilirler, müzakerelere ve mübahaselere girişebilirler. Bu meş’um harpten gerek şahıslar gerek fiiller ve gerek eserler itibarıyla hiçbir farkı olmayan ‘Ankara’ başımızda oldukça bu keşmekeşlerden bu mülk için bir hayır doğarsa bi’l-farz İzmir ve Edirne kurtulursa üç buçuk senedir havsalaya sığmayan fedakârlıklarımızın, acılarımızın güzel bir neticeye bağlandığı tahakkuk ederse biz, Türk olmak itibarıyla sevinir, sevincimizden çıldırırız. Fakat aklen, irfanen bu mertebe yanıldığımız için yalnız kalemimizi kırmak değil, insanlığımızdan bile istifa ederiz.
Fakat -esefle kaydedelim- şimdiye kadar olduğu gibi şimdiden sonra da vakalar ispat edecektir ki biz yanılmış olmayacağız.”
Ali Kemal’in yazıları hep bu çeşittir... Sayfalarımızın darlığı dolayısıyla bunlardan ayrı ayrı misaller veremeyeceğiz. Ancak şu kadarını kaydedelim ki Ali Kemal’e göre Anadolu’daki Millî Kıyam, “çıkmaz yol”dur ve bu hareketin başındakiler de “zorbalardır...” O, bu fikrinde sonuna kadar ısrar etmiş, hatta İstanbul’da yakalanıp Ankara’ya götürülürken dahi bu fikrin müdafaasını yapmıştır.
Ali Kemal, işte bu çeşit zararlı faaliyeti dolayısıyla İstanbul’da tevkif edilmiş ve Ankara’ya götürülürken İzmit’te linç edilmiştir. Onun tevkifi, zafer kazanılıp Refet Paşa’nın İstanbul’a gelişinden sonradır. Ancak Refet Paşa, İstanbul’a gelmiştir ama düşman henüz İstanbul’u tahliye etmemiştir. İngiliz polisi İstanbul’dadır ve bilindiği gibi Ali Kemal İngilizcidir. Buna rağmen İngilizci Ali Kemal, İngiliz polisinin henüz İstanbul sokaklarında dolaştığı bir devirde, hem de şehrin en kalabalık bir semtinde, Beyoğlu’nda tevkif edilmiş sonra da İngiliz polisinin bütün gayretine rağmen İstanbul dışına çıkarılmıştır.
Peyam-ı Sabah gazetesi başmuharriri Ali Kemal’in tevkifi, bütün Hürriyet ve İtilaf Fırkası erkânının yurt dışına firara hazırlandıkları günlere rastlar. 1922 yılının Kasım ayı içinde Ankara’dan İstanbul’a gelen bir telgrafta, Ali Kemal’in tevkifi ile muhakeme edilmek üzere Ankara’ya gönderilmesi bildirilmiş, bu telgraf üzerine harekete geçen Türk polisi, onu Beyoğlu’nda Serkldoryan önünde yakalamıştır.
Beyoğlu’nda yakalanan, oradan araba ile Samatya’da bir polis memurunun evine götürülen, aynı günün gecesi Samatya sahilinden İzmit’e yolcu edilen Ali Kemal’in, bu tevkifi ile İzmit yolculuğu üzerinde durmayacağız. Fırtınalı bir havada, tehlikeli bir deniz yolculuğundan sonra Değirmendere’ye çıkarılan, bilahare Ejder istimbotu ile İzmit’e götürülen Ali Kemal’le Anadolu Ajansı muhabiri arasında aynı gün şu konuşma geçmiştir:
- Hareketlerinizden hesap vermeyi memnuniyetle karşılıyor musunuz?
- Ben, bu kadar büyük bir kahramanlıkla askerî kudretimizin tecelli edeceğini tahmin edemedim. Hesap veririm.
- Muzafferiyetimiz hakkındaki fikirleriniz nedir?
- Bu neticeyi beklemiyordum. Yalnız ben değil, Avrupa da şaşırdı.
- Sizce Dâhiliye nazırlığınız zamanındaki fiilî icraatınızdan mütevellit mesuliyetiniz mi yoksa neşriyatınızdan mütevellit mesuliyetiniz mi ağırdır?
- Dâhiliye nazırlığım zamanında bir şey yapmadım. Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey, Maarif nazırlığım zamanında asıldı.
- Kuvâ-yı Milliye hükümeti aleyhinde ilk tamim sizin değil midir?
- Evet, ben kurtuluşu siyasette buluyordum. Askerî harekât icrası devletlerin kararlarına uygun değildi.
- İcraatınızda müessir olan sabık padişah mı yoksa sizlerden biri miydi?
- Benim bildiğim Ferid Paşa (Damat Ferid Paşa) idi. Fakat Ferid Paşa ile padişah arasındaki münasebetleri bilmiyorum.
- Şark meselesinin ne suretle sona ereceği hakkında fikirleriniz?
- Muzafferiyetin temin eylediği faydalar eğer bir siyasî hata ile bozulmazsa şimdiye kadar kimsenin beklemediği bir başarı elde edilecektir.
- Siyasî muvaffakiyetimizden hâlâ ümidiniz yok mu?
- İttihat ve Terakki Fırkası’ndan bazılarının hâlâ nüfuz sahibi olduğunu görüyorum.
Kaynak: Yalan Söyleyen Tarih Utansın, Cilt 8, Sayfa:105-116