Hatırayı Yaşatanlar: Bulgaristan Müslümanları ve Mücadeleleri - 2

Bulgaristan Başmüftüsü Mustafa Aliş Hoca, Bulgaristan Cumhuriyeti Müslümanlar Diyaneti Başmüftülüğü ve Bulgaristan topraklarında yaşayan Müslümanların sorunları üzerine Kadri Akkaya'nın sorularını cevapladı.

Hatırayı Yaşatanlar: Bulgaristan Müslümanları ve Mücadeleleri - 2

Dünkü yazımızda Bulgaristan Müslümanlarının dini, sosyal ve kurumsal alanda verdikleri mücadeleyi tarihten günümüze özetlemiştik.

Bugün Bulgaristan Cumhuriyeti Müslümanlar Diyaneti Başmüftülüğü artık bağımsız bir dinî teşkilat ve aynı dini ve dinî gelenekleri paylaşan; etnik kimliği ne olursa olsun tüm Bulgaristan Müslümanlarını birleştiren tüzel bir kurum. Faaliyetlerini bu tüzel kişiliğiyle Bulgaristan Anayasası ve Bulgaristan Cumhuriyeti kanunları çerçevresinde ve Dinler Yasası uyarınca yürütmekte.

Bu faaliyetleri Başmüftü Dr. Mustafa Aliş Haci şöyle özetliyor: “Başmüftülüğün temel hedeflerinden biri başkentte İslam Kültürü ve Eğitimi Merkezi’nin kurulması vasıtasıyla Müslüman topluluğun eğitim seviyesinin yükseltilmesi ve en küçük bir ihtiyaç halinde bile, ülkenin her bir noktasında yetkili din hizmetlerinin verilmesi. Mevcut vakıf mallarının artırılmasından ve denetiminden elde edilen kaynakların sunulması ve yenilerinin meydana getirilmesi. Müslüman topluluğun kendine özgü kimliğinin ve dinsel, kültürel ve sosyal değerlerinin korunması için çabalar sarfedilmesi.”

Başmüftü aslen Pazarcık’a bağlı Velingrad’dan. Kendisinin Hacc dönüşüne denk gelen Hicri 1438 yılbaşında, hem de Sofya Yüksek İslam Enstitüsü’nün yeni eğitim ve öğretim yılı açılış programı öncesi müftülükteki hasbihal anında söyledikleri şöyle: “Bu sene genel olarak hacı sayısı azdı. Bulgaristan’dan da hamdolsun 400 kadar hacımız vardı. Bu bina müftülüğe ait. 2007 yılında tamir ettik. Şu anda bize yetmiyor. Eskiden Sofya’da 83 cami varmış. Zaman içerisinde camiler yıkılmış, yok olmuş. Şu anda ibadete açık tek bir camimiz var: Banya Başı da denen Molla Kadı Seyfullah Camii. Sofya’daki tahminen 80 binin üzerindeki müslüman nüfus göz önüne alınınca durum belli.

Bulgaristan genelinde ise yaklaşık 1,5 milyon müslüman nüfus var. Toplam 1500 tane cami ve mescidimiz var. Üç tane imam ve hatip lisemiz var. Sofya’da bir tane lisans eğiğtimi veren Yüksek İslam Enstitümüz var. Zaman zaman yurt dışına yüksek lisans için öğrenci gönderiyoruz. Genellikle ve çoğunlukla da Türkiye’ye.”

Asimilasyon politikası değişen dozlarda hep devam etmiş ve devam ediyor

Başmüftü, bu girizgahtan sonra, mevcut sıkıntıları da şöyle özetliyor: “Çok sıkıntılarımız var. Bunlardan en başta geleni vakıf mallarımız. Onların çoğunu tarihi süreç içinde geçen rejimlerin sorumluları yok etmişler. Bir kısmına da Bulgaristan Devleti el koymuş. İkinci bir sıkıntımız: Maddi imkânsızlıklar. Bu durum elde olan vakıf eserlerin tamirine ya da müftülüğe bağlı personelin istenen sayıda ve makul miktarda ücretle çalıştırılmasına arzu edilen şekilde fırsat vermiyor. Kimi imamların maaşlarını ödeyemiyoruz. Çoğu ya az bir ücretle ya da fahri olarak görev yapmış oluyor.

Vakıf mallarının iadesi için 2002 yılında kabul edilen bir kanun var. On yıl içinde vakıf mallarının iadesi için mahkemelere başvurma hakkı veriyor. Biz de zamanında başvuru yaptık. Maalesef Bulgarlar olumlu bakmadı. Dolayısıyle çeşitli yerlerde tepki gösterildi ve protesto yapıldı. Meselâ Filibe’deki protestolar esnasında tarihi Muradiye Camii’ne saldırdılar oldu; hatta yakmaya çalıştılar. Bunlara rağmen hak taleplerimizden vazgeçmiyoruz. Osmanlı Devletinden ayrıldıktan sonra bize karşı Bulgaristan’da siyaset maalesef değişmemiş. Çeşitli rejimler, çeşitli siyasi partiler değişmiş ama asimilasyon politikası değişen dozlarda hep devam etmiş ve devam ediyor.

Köstendil’de tarihi bir cami, Fatih Camii var. Tamir edilmesi lazım. Devlet ne tamir ediyor ne de bize veriyor. Yoksa bize verse, tamir için elimizden geleni yaparız. İşin ilginci, devletin ‘burda Müslüman nüfus yok’ demesi ve oradaki Roman Müslümanları dinî kimlikleriyle kabul etmemeleri. Varsayalım ki müslüman yok; bu binanın kültür varlığı olarak ayakta kalması lazım. Kaldı ki, Türkiye ile Bulgaristan arasında şöyle bir anlaşma da var: Karşılıklı olarak Türkiye’deki Bulgar Ortadoks kiliseleri ve Bulgaristan’daki camiler tamir edilecek. Sadece beş Bulgar Ortadoks aile nüfuslu Edirne’deki tarihi iki kilise çoktan tamir oldu ama Bulgaristan‘daki nice tarihi cami hâlâ tamir edilmeyi bekliyor. Yine, İstanbul’daki tarihi kiliseyi Istanbul Büyükşehir Belediyesi tamir etti. Bulgaristan’ın maddi imkânları tabi ki çok değil ama tamir etmek isteyene de vermiyor. Şimdiki Arkeoloji Müzesi ve eskiden Mahmut Paşa Camii olan binayı vakıf eser olarak geri iade istiyoruz. Vermiyorlar. Elimizde Eski Zağra’da Hamza Bey Camii’ne ait Bulgaristan Devleti’nin verdiği tapular var. Kabul etmiyorlar. Yine, Karlıova Ali Bey’de (Karlovo) bulunan caminin de tapusu bizde var. Bulgar Mahkemesi bunları kabul etmiyor.”

Baskın Bulgar kültürünün yok olması korkusu

Bu hukuki hakların verilmesinde Avrupa’nın hukuk normlarının nasıl bir yardımı olabilir diye sorunca, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidebilmek için Avrupa’nın müstakil bir devleti olan Bulgaristan’ın iç hukuk yollarını sonuna dek gitmiş olmanız gerek“ diyerek kısır döngüye işaretle devam ediyor Mustafa Aliş: “Bazı vakıf mallarının iade edilmesini açtığımız davalar ile sağladık ama bu sayı çok az. İadesi gereken daha çok vakıf var. Bunların arasında kubbesiyle, minaresiyle halâ ‘ben camiyim’ diyen onüç tarihi cami bulunmakta. Hukuki engellerin yanında Bulgar makamları bazı vakıf camilerin altında ‘eskiden kilise varmış’ ya da yerlerinde eskiden başka antik binalar olduğunu ileri sürerek, ‘bunları kullanamazsınız’ deyip elimizden almış. Şu anda bu cami ve binalar harabeye dönüşmüş durumda. Maalesef çoğu beldede de başka ibadet edecek yerimiz yok. Misal olarak Samkov ve Vraça (Vratsa) kasabalarındaki tarihi camiler. Bulgarlar bunları maalesef iadeye yanaşmıyor olsa da haklarımızı savunmaya mecburuz. Biz de Bulgaristan Cumhuriyeti vatandaşlarıyız; bu ülkeye vergi ödüyor ve diğer vatandaşlık görevlerimizi hep yerine getiriyoruz ama aynı zamanda da Türk, Pomak ya da Roman etnik kökenlerimizle beraber Müslüman olduğumuz için dini ve kültürel haklarımızı da istiyoruz. Bu istemlerimize aşırı bir şekilde karşı çıkan Bulgar ırkçı partileri ve diğer aşırı toplum gruplarına maalesef Bulgaristan makamları, son yıllarda sanki göz yumuyor gibi bir durumun oluşmasına fırsat veriyor.”

Toplumun azınlığı olan ırkçılardan başka, hak istemlerine destek olan toplumsal grupların dayanışmasını, onlar ile beraber neler yaptıklarını sorunca Başmüftü şunları söylüyor: “Hakk istemimize ırkçılar karşı çıkıyor. Çoğunluk ve kimi entelektüeller de ‘Beraberdik ve beraber yaşayacağız’ diyor. ‘Müslümanların da hakkı var, verilmeli’ diyor. ‘Anayasa çerçevesinde ne hakları var ise verilmeli’ diyorlar. Ama bazı entelektüeller de öyle düşünmüyor. Özellikle Bulgaristanın nüfusunun seri bir şekilde azalması, dolayısıyla baskın Bulgar kültürünün yok olması korkusu. Bu problemi ve ondan kaynaklanan korkuyu bize fatura etmeye çalışıyorlar.

Çok şükür; çoğunluk halk nezdinde bu konularda sıkıntı yok. Eskiye göre daha iyi durumdayız. Yani komünizm dönemi ile kıyas edince çok iyi durumdayız. O yılları yaşayan bir insan olarak bunu söyleyebilirim. Ama şunu da bilmekte fayda var: Osmanlı’dan beri Bulgar devletinin Müslümanlara karşı siyaseti hep asimilasyon olmuş. Bu bazen az, bazen çok hissedilse de böyle olmuş. Aslında bizim haklarımızın savsaklanmasına, hatta verilmemesine belli bir devlet desteği var. Elbetteki biz herkesle iyi geçinmeye çalışıyoruz. Devlet makamlarıyla da görüşmelerimiz var. Avrupa ülkeleri ya da diğer büyükelçiliklerle irtibatımız var. Aynı zamanda Türkiye ile de irtibatımız var. Şunun bilincinde olmamız lazım: Bulgaristan’da Müslümanlar asırlardan beri yaşıyor. Avrupa Devleti olan Bulgaristan’ın Müslüman olan vatandaşlarının da tek tek hepsi aynı zamanda Avrupalı. Bu bilinci vermek için Razgrad’daki tarihi camide Bulgar tarihçi bir yazar ile camiyi tanıtacağız. Bunlar, maalesef çölde bir ses. Özellikle Bulgar devleti bu hak istemlerini duymazdan geliyor. Sorumlu ve karar vericilere gidince çoğu evet diyor; karşı çıkmıyor ama icraata gelince, zamana yayıyor. Sürüncemede bırakıyor.”

Sıkıntılarının biri de yetişen genç nüfusun, hatta bazen imam ve hatip olarak yetişenlerin bile Avrupa’ya ya da başka ülkelere göçü meselesi. Personelin belli bir seviyede ücretlendirilmesinin zorluğu ise kurumun diğer sıkıntısı. Gelirlerin sadece Hacc organizesinden, vakıf mallarının gelirlerinden ve müslümanların yardımlarından olduğunu belirtiyor. Bazı yardım kuruluşları kurban bağışlarıyla yardımcı oluyormuş. Ramazan aylarında kimi müslüman kuruluşların ve şahısların kumanya yardımı ya da Sofya’daki tek açık cami Banya Başı‘nda her Ramazan akşamında bir hayırseverin himmetiyle iftarlar müminler arasındaki kaynaşmaya, kardeşliğe vesile oluyormuş.

Buraya borçluyuz, sorumluyuz. Önce buradan sorulacağız.

Muhtemelen daha iyi hayat şartları muştusunu idealindeki hizmet için ciddiye almayarak Bulgaristan’dan göç yerine, kendisine buraların en genç müftüsü olarak bir ideal belirleyen, kendisini Tırnova ve yöresindeki Müslümanlara adamış bir kardeşlik örneğiyle tanışıyoruz: Süleyman Masurev. “Tırnovo Bölge Müftülüğü, kuzey Bulgaristan’ın orta kısımlarında yer almakta olan Tırnovo ve Gabrovo illerindeki ve köylerindeki müslümanlara iki personeli ve yirmi mütevazı imam ve hatip ile hizmet vermekte. Bölgemizde yaklaşık 35.000 Müslüman yaşamakta. Müftülüğe bağlı 43 cami ve mescit mevcut. Bu aynı zamanda encümenli 43 yerel cemaat demek. Bunların ancak yirmisinde sürekli görevlimiz var. Geri kalanında ise fahri hizmet veren gönüllüler oluyor.” diyor Masurev ve Tırnovo Kalesi’nin silüvetinin de olduğu şimdiki cami ve müftülük binasının eski zamandaki halini gösteren yağlıboya bir resmi gösteriyor.

İmam ve hatiplik eğitimine 1991’de başlayan, 1998 yılından beri ise lisans eğitimi de veren Sofya Yüksek İslam Enstitüsü’nün 2016/2017 öğretim yılının açılışı öncesi okulun iki sağlam sütunuyla tanışıyoruz: Tefsir uzmanı ve okutmanı Dr. Sefer Bekir Hasanov ve Kelam uzmanı ve okutmanı Dr. Kadir Redzheb Muhammed. Sefer Hoca doğma büyüme Sofyalı. Master ve doktorasını Türkiye’de yapmış. “İnsan annesini babasını seçemediği gibi, vatanını da seçemiyor. Allah bizi buraya nasip etmiş. İsteseydi bizi Mekke’de, Medine’de veya Istanbul’da yaratırdı. Burda yaratmış. Buraya borçluyuz, sorumluyuz. Önce buradan sorulacağız. Bildiğimizi öğretiyoruz.” diyor Kadir Hoca ve ekliyor: “Yüksek İslam Enstitüsü’nde yüz öğrencimiz var, bunların yaklaşık dörtte biri hanım. Lisans eğitimi veriyoruz. İcazetimiz Türkiye ve çoğu ülkede artık tanınıyor.” diyor.

Ağaç üzerine yakma nezih bir hat ile “Kardeşlik sınır tanımaz!” süslü Yüksek İslam Enstitüsü’nün rektörlük odasından çıkarak okulun eğitim öğretim yılının açılış programına katılıyoruz. Yeni öğrencileri selamlama konuşmacılarından biri de Türkiye’nin Sofya Elçiliği Din Müşaviri Dr. Ulvi Ata. Hakkı şerden, batıldan ayıracak böyle okullara ihtiyaç olduğundan, insanları Allah ile kandırmayacak, gerçek ilmi ve doğruyu, doğru kaynaktan; doğru yöntemlerle öğretecek; dinden, Kur’an’dan başka hesabı ve gizli ajandası olmayacak; yetişmiş ilim insanlarına ihtiyaç olduğundan bahsediyor.

Yüksek İslam Şura Başkanı Vedad Ahmed konuşmasını Bulgarca yapınca kardeşliğin lisan sınırını da tanımadığını farkediyoruz. Diğer katılanlar: Müftü vekilleri, Sofya İl Müftüsü Mustafa İzbiştali, okulun diğer okutman ve öğretmenleriyle gelen misafirler. Tabi ki, ilmin ancak cehd ile elde edileceğini bilen erkek ve hanım öğrenciler, konuşulanları can kulağıyla dinliyorlar.

Sarığımız beyaz, leke götürmez!

Şehbenderzade Hilmi’nin Filibe’sinden; Burgaz, Hasköy, Kırcaali, Köstendil, Pazarcık; Pernik, Plevne, Ruscuk, Silistre, Eski Zağra, Varna, Vidin ve Yambol’dan gelerek, ilerideki yıllarda yine bu yörelerin camilerinde Bulgarca, Türkçe, Arapça ve Osmanlı Türkçesinde hutbe okuyacak geleceğin imamlarına ya da geleceğin vaizelerine; çok önemli bir göreve talib olduklarını ve artık bundan sonraki davranışlarına daha da çok dikkat etmelerini ve de artık “Güzel âhlâk ile, mümkün olduğu kadar da Efendimizin Sünnetini örnek alarak” yaşamalarını ve üzerlerindeki yeni sorumluluk bilincini “Sarığımız beyaz, leke götürmez!” diye imgeli ve atasözlü tavsiyeyle tekrar hatırlatıyor, okulun rektörü ve Bulgaristan Cumhuriyeti Diyaneti Başmüftüsü Dr. Mustafa Aliş Haci.

Lisans eğitimi sonrası icazet alacak öğrencileri, daha şimdiden “Elini uzat, Ensar ol!” çağrısıyla mültecilere ve düşkünlere yardımda bulunan yerel cami ve mescidlerin mütevelli üyeleri ‘İnsana, halka hizmet; Hakka’a hizmet’ bilinci ve sorumluluğu ile bekliyor.

Sofya’nın yayalara özel ana caddesinde bir aşağı bir yukarı giderek dilenen bir meczub, karşısındakilere arada bir şöyle sesleniyor: “Stambolov, ‘Bizi Osmanlı’dan Ruslar kurtardı; Ruslardan kim kurtaracak?’ demişti; ben de bugün, ‘Avrupalılar kurtardı ama onlardan kim kurtaracak?’ diyorum” diyor.

Haberin ilk kısmı için tıklayınız: //www.dunyabizim.com/mercek-alti/25273/hatirayi-yasatanlar-bulgaristan-muslumanlari-ve-mucadeleleri

 

Kadri Akkaya

Fotoğraflar: Isabelle M. Beck

YORUM EKLE

banner36