Her ev dünyayı görebildiğimiz bir ülkedir; eğer evin duvarlarından kalbe seyahat etmeyi başarabilirsek. Cılız bir cümle; ama evlerimize bakarak dünyanın halini biliyor olmamıza engel değil, aksine kılavuz. Evlerimize bakalım, odalarımıza. Ülkemizi görebiliyor muyuz? Bazen bir şehirden diğerine geçmek, evin içinde bir odadan diğerine geçmek gibidir. Hayali bir şehir ya da ev. Evin bunca genişliği, buna ne sebep olsa gerek. 1884’te Üsküp’te tam da böyle bir eve doğdu Yahya Kemal. Eline kalem alan herkesin şahlandırıldığı bir zamanda Hakk’ın izniyle yazıyor olmanın ve insanlık bilincini yitirmeden ayakta durabilmenin ne demek olduğunu görebilmek için bu yazı. O yüzden zordur Yahya Kemal’e dair yazmak.
‘Türk milleti İslamiyet ile birleşerek asıl mizacına ulaşmıştır,’ sözü nerelere kadar götürülür bilinmez ama bu üslûpta bir medeniyet oluşturmaksa sebep onda gerçeğini bulacaktır. Ev de dünya da neymiş doğduğu yerden bakınca görecektir ya da çok uzaklaşınca. ‘Zihnim bu devirden, bu şehirden çok uzakta/Tanbûri Cemil Bey çalıyor eski plakta,’ diyen şairin bedeni uzak bir ülkededir, zihni ise burada. Yahya Kemal’e Slav diyarında İstanbul’u aratan ve eve dönmesini sağlayan his neyse, buradan gidenler ve dönmeye niyetli olanlar da bir gün aynı hislerle girecekler eve. Çünkü ev geniş bir sokak, büyük bir ülke; acısını ve kirini içinde tutuyor. ‘Mısra benim namusumdur,’ diyen insan, her bir mısraın sorumluluğunu taşımayı sürdürdükçe bu böyle olacaktır. Hiç kimsenin kabullenmediği ya da kabullenmekte yeterli tabiata ulaşamadığı bir düşüncedir bu. ‘Ben onun sadece şiirlerini severim, düşüncesini zerrece sevmem,’ diyenlere şairin yanıtı yine şiirlerinde aranmalıdır:
‘Çok insan anlamaz eski musikimizden
Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden’
Bir şiir yazıldığında hesap vermeyi gerektirir, zira yazdıklarının hesabını verebilmeli insan
Bir söz vardı, söyleyeni şimdi hatırlamıyorum ama şöyleydi: ‘Bir şiir yazıldığında hesap vermeyi gerektirir, zira yazdıklarının hesabını verebilmeli insan.’ Bu sözü ilk duyduğumda hislerin ya da yaşanmışlıkların, tecrübelerin sorgulanması, yargılanması olarak anlamadım, nedense o açıdan bakmayı uygun görmedim. Yazdıklarımız yüreğin sorgusundan geçtiyse ne âlâ! Yalnız yazdıklarıyla bir yalanı yaymaktan, bir kötülüğü büyütmekten hoşlanmak, moda tabiriyle edebiyatı metalaştırmak, salonlardan ve burçlardan çıkamamaksa kastedilen bu söze katıldığımı belirtmeliyim. Ne bu dünyada ne de ahrette hesabını veremeyeceği şeyi yazmamalı insan; hele hele dünyadaki ‘nâm alma merasimi’ için bunu hiç yapmamalı. Değmez. Ancak bir sıkıntıya uğramış olan vermeye cesaret edebilir o hesabı, bir derdi olan da. Gerisi okunabilir ‘hazlık’ bir şeyler olacaktır ama kalmayacaktır. Nedense Yahya Kemal’in ‘Mehlika Sultan’ şiirini her okuyuşumda dert sarar beni. Biraz şiir okumuşluğum vardır. Bu dert neden kaynaklanmaktadır şairim? Bu şiirdeki yedi genç kimdir, onları yola düşüren nedir, neden bir hayalin peşi sıra her şeyi feda ederek gitmeyi göze almışlardır…
Şiirin ardından acı bir tat kalıyorsa ağzınızda şairine çektirmiş okuyanın da yarasına dokunmuş demektir. Yahya Kemal bunu yapıyorsa bir derdi olduğundan. Şairin nâm almaya çabaladığını hiç düşünmüyorum üstelik. Zira yaşadığı çağda çokça sevilmiş, kimilerince ağır şekilde eleştirilmiş, hiç evlenmemiş, Paris yıllarının ardından ülkesine dönmüş ve ömrünü bir ev tutmak yerine otelde geçirmiş, kimi zaman parasız kalmış, kimi zaman kimseye nasip olmayacak bir hürmetle yaşamış olsa da şairin derdi durur içinde. Şiiri öyle söylüyor. Bir kere Mehlika var. Mehlika kim şimdi? Olay şöyle başlar:
‘Bir hayâlet gibi dünya güzeli
Girdiğinden beri rü'yâlarına;
Hepsi meshûr, o muammâ güzeli
Gittiler görmeye Kaf dağlarına.’
Şöyle devam eder:
‘Su çekilmiş gibi rü'yâ oldu!
Erdiler yolculuğun son demine;
Bir hayâl âlemi peydâ oldu
Göçtüler hep o hayâl âlemine.’
Bir dünya var şairin gözünde, oraya gidecek belli, istenilen o. Tıpkı bir kadın gibi güzelleştirmiş onu, belki bir Yunan heykeli gibi duruyor gözünde belki Mısır tanrıçaları gibi. Ama bir de doğduğu yer var, doğuya ait o, ne yapsa vazgeçemez oradan, kendini bırakamaz insan. İki diyardan da etkilendiğini gizlemiyor. Hayalin sonuna dek gidecek, yola çıktığı liman artık görünmüyor ve geri dönüşü bilmiyor yedi genç. Mehlika Sultan hayalî bir evdi, ona varmak için yola çıktılar. Belki bir gün ev içleri güzelleşir de geri dönerler. Şöyle rivayet ettiler bu yedi gencin ardından:
‘Mehlika Sultan’a âşık yedi genç
Seneler geçti, henüz gelmediler
Mehlika Sultan’a âşık yedi genç
Oradan gelmeyecekmiş dediler.’
Ne zaman bir arayışın içinde olduğumu hatırlasam bu şiir gelir aklıma
Yahya Kemal’in bu şiiri bende hep bir muamma olmuştur, ne zaman bir arayışın içinde olduğumu hatırlasam bu şiir gelir aklıma. Dur, derim; dur ve sabret. Hem ne olacağını bilmiyoruz ama dik ve kararlıyız yolumuzda. Mehlika aslında neyi sembolize ediyor bilemem ama sanki o hayâl yaşadıkça yedi genç de peşinden gidecek. Belki biri de benim bu gençlerin ve bir hayalin peşinden beyhude koşuyorum. Memleket neresi, vatan neye denir, ‘Dostun evi nerede?’, Mehlika bize yüzünü gösterir mi dersiniz? Asıl amacımız bu mu? Ona vardığımızda kime varmış oluyoruz, bir hayâl ülkesine mi yoksa doğunun ve batımın ayrımında başka bir diyara mı? Ya yüreğin Mehlika’sı? Bütün sınırlardan ve coğrafyalardan uzak bir Mehlika varsa, dehlizlerin ardında onu aramaya çıktıysa yedi gencimiz dönüşü olmaz belli bu yolculuğun; çünkü bir kere, yolu yarılayan yola ilk çıktığı hâle benzemiyor artık. Acısı başkalaştırıyor onu. Mehlika nerede olursa olsun şairinin burada olması, ülkeye geri dönmesi neyi kanıtlıyor? Belki bu hiçbir şeyin kanıtı değil ama bence asıl yolculuk yedi genç geri dönünce başlayacak. Öyleyse dönmeli, Mehlika’yı içte ya da dışta bir yerlerde bulmuş olmanın heyecanıyla. Tecrübeyle anlıyorum ki hiçbir şey boşa değil, bu geliş gidişler arayışın kendisi. Peki, Yahya Kemal ve çağdaşları neyi arıyorlardı. Dertleri neydi de bu insanların bunca yazdılar, yolculuk yaptılar, sürgüne uğradılar. Bir ömür peşinde koşmaktan yorulmadıkları şey neydi? Bu sorulara cevap verecek değilim, kaldı ki soru insanla önem kazanıyor, cevap verilmedikçe. O soruyu bir ömür karnında taşıdıkça vatana yüklediği anlamı da insanı da Mehlika’yı da hatırlıyor insan. Niye ben hâlâ evindeki yalnız adamı, Yahya Kemal’i, hep şu mısralarla hatırlıyorum:
‘Mehtâb. İri güller. Ve senin aksin
Velhasıl o rü’yâ duruyor yerli yerinde’
Sevâl Günbal yazdı