Bir kafa var: Allah'ın Müslümanları tebessüm ettirebileceğine inanmıyor. Nasıl bir kafa bu? Epey sert görünüyor. Gereğinden fazla. Öyle ki rahmetin gazabı geçtiğini nedense hatırlayamıyor. Nasıl bir kafa bu? Epey karışık görünüyor. Gereğinden fazla. Öyle ki yabancılardan edindiği kötücüllüğü Adem'in düşüşünden edindiğini zannediyor. Takdir-i ilahi'yi unutmuş. Takdir edici yoksa, buz gibi sosyoloji bilimi vardır. Mucize yoktur. ‘Ve tilke'l-eyyamü nüdavilüha beyne'n-nas’ın bizi korkudan ve intihardan ve yılgınlıktan-bohemlikten alıkoyan derin manası yoktur. Beşeri belirlenimler nihai karar mercileridir. Allah ne kadar da uzaktır bu kafanın dolaştığı alanlarda.
Müstehzi ve yukardancı bir kafa!
Bir kafa var: Mutezili düşünceyi ve uzantılarını biricik hakikat algılayışı olarak kabul ediyor. Kendinden çok emin. İddialı. Söylediklerinin gerçekliğin en som hali olduğuna iman etmiş. Ama başkaları konuşurken o kafa gayet müstehzi bir tavır takınıyor. Küçümseyici. Yukardancı kendisi konuşurken. Fakat mütevazı olduğunu iddia ederek…
Kendisi hep uyanık ve zinde!
Bir kafa var. Hep uyanık ve zinde. Hiç yanılmıyor. Masum imam sanki. Her şeyi biliyor. Büyük bir hızla bütün geçmişi kuşatıyor. Bilinmezlikte hiç bir şey bırakmıyor. O kadar şeyi aydınlatıyor ama bizim içimizi kararttıkça karartıyor. Hayır, biz gerçekleri saklamasını veya değiştirmesini istemiyoruz. Ama bu geçmişte yaşayan Müslümanlar, Batılı filmlerdeki o kendi menfaati için her çeşit kötülüğü yapabilen şerirlerden daha da rezil ve şerli kişilermiş meğer.
Geylani'yi anlamayan bir kafa bu!
Bir kafa var: Bahsettiği karanlık ve umutsuzluk geçici değil. O kafaya inanacak olursak katmerli karanlık her yeri ve boyutu işgal etmiş. Nerde ye’se düşüren bir söz varsa bulup bulup getiriyor ve yerleştiriyor sözlerinin, mısralarının arasına. Çünkü Abdülkadir Geylani’yi ya okumamış, ya okuduğu halde anlamamış veya anladığı halde işine gelmediği için örtme yolunu tutmuş.
Perdeyi çeken kendine karartır odayı. Oysa o herkesi o odaya çağırmak istiyor. Nefessizlikten ölmemiz hoşuna gidecekmiş gibi. Kardeşim çek o perdeyi, aç o pencereyi. Çünkü öyle yaptı o celalle konuşan hakikat ehli Abdülkadir. Ki Allah sırrını kutsasın. O konuşurken dağlar bile korkusundan ve o dehşet duygusundan yıkılayazıyor. Saklanacak hiç bir delik bırakmıyor. Senin bütün açmazlarını, çelişkilerini, tutarsızlıklarını, deliklerini, kendine kurduğun tuzakları deşifre ediyor. Kaçış mümkün değil. Ama birdenbire, bir yerde öyle rahmet pencereleri açıyor ki, gözyaşları içinde, dipdiri bir umutla secdeye kapanıyorsun.
Melami önce kimi eleştirir?
Bir kafa var: Melameti melanet olarak okuyor. Melaminin durmaksızın kendini irdeleyen, didikleyen, eleştiren, levmeden tarzını; o kafa, çabucak başkalarına yöneltiyor. Ortalıktan çekilen, az konuşan, kendi hasletlerini gizleyen melaminin aksine o ortaya çıkıp durmaksızın laf üretiyor. Kendini küçültür gibi olduğunda bile bir çalımla yapıyor bunu. ‘Ben böyle diyorum ama siz tersini anlayın’ demek istiyor. Yani melami gibi perde ardına, inzivaya, istiğnaya, yalnızlığa çekilemiyor. Âlim gibi belli bir disiplin ve mantıkî çerçeve içinde ilmî bir hasılaya ulaşıp ona göre hüküm vermekten de kaçı/nı/yor. Binlerce ilim ehlinin yüzyıllar içinde süzerek, imbikten geçirerek, tetkik ederek, tartarak, korkarak, sevinçle, haysiyetlice, mahkeme-i kübraya varan bir sorumluluk duygusuyla elde ettikleri birikimi küçümsüyor ve kirli ve gereksiz ve iktidarcı ve zalimden yana sayarak yok sayıyor. Velhasıl ne arif bir gönül ne de âlim bir kafa bu.
Melekleri hayatımızdan tard etmek isteyen kafa!
Bir kafa var; içimizde. Alıp bizi ifrata-tefrite vardırıyor. Uçlarda yaralanıyoruz, oyalanıyoruz, cesurlaşıyoruz gittikçe. Acımasız, istihzacı, değersizleştirici, çapulcu, nihilist ve yıkıcı oluyoruz. Bir kafa var aramızda. Gün geçtikçe büyüyor. Melekleri hayatımızdan tard etmek istiyor. Oysa yıllar önce İsmet Özel ne güzel söylemiş idi: 'Melekler olmasaydı estetik arayışımız bizi sadece cinayete sürükler, bütün bildiklerimiz ise/ vahşetimizi Pek daha ilerilere sürükler'
Mustafa Nezihi üzülerek yazdı