Şüphesiz Mehmed Akif Ersoy’un hayatı, mücadelesi ve beklentileri, yeni Türkiye’nin dört başı mamur fotoğrafını vermektedir bizlere. Yaşadığı şartlar ve dönem göz önünde bulundurulduğu vakit görülecektir ki onun feveranı salt sanat vechesiyle, daha doğrusu sanat ve edebiyat adına yeni buluşlar etrafında toplanan dönemin aydınlarına asla hokkabazlık türünden züppelikler sunmak olmamıştır. Öyle ki sanatını inancının çizdiği ve emrettiği doğrultuda kullanmaya azami gayret gösteren Mehmed Akif, düşüncesini oluştururken, yaşadığı dönemlere paralel olarak, II. Abdülhamid’le başlayan, II. Meşrutiyetin ilanıyla devam eden, akabinde Trablusgarp Savaşı, Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı, Millî Mücadele ve nihayetinde Cumhuriyetin ilanı ve birbirini takip eden yeni Türkiye’deki birtakım inkılâplar vs. bütün yönleriyle yaşadığı çağın basiretli bir tanığı olarak, İslâm’ın izzeti ve ikbali adına, ilmin bütün şubeleriyle hemhal olmuş, sanatının gereği olarak bütün baskı, pozitivist akımlar ve garazkâr tutumlar arasında son nefesini verinceye değin dik durmayı başarmış abidevî bir şahsiyettir.

Onun adına ve onu hatırlatan bütün prensipleri, doktrinleri, kurumları, grupları ele almış oldukları gerçek Mehmed Akif’i tanıyıp anladıkları ölçüde değerlendirmek mümkün. Fakat bütün tafsilatıyla zaman alacak bu uğraş, doğrusu ülkemizde unutulan bir takım isimlere mukabil, o ve eserleri söz konusu olduğunda farklı bir anlam bütünlüğüne ulaşarak kavranabiliyor ancak. Zira onun hayatında yer edinen biricik gerçek, elbette ki İslâm’dı. En umutsuz olduğu zamanlarda bile şeksiz şüphesiz iman ettiği doğrular boyunca, devrin hiçbir teklifine boyun eğmeksizin ulaştığı nefs terbiyesiyle gerçek bir aydın, doğulu bir münevver olarak milletin geçmişine ve geleceğine dair duyduğu özlem ve endişe arasında, duyduğu ıstırabın millet aynasındaki yansımasını Safahat’ta göstermişti. Safahat bu anlamda sadece Türk’ün değil, bütün İslâm toplumunun biricik avazı, muhteşem çığlığıdır.

Ölümünden sonra hakkında belki onlarca, yüzlerce eser kaleme alınmış ve yine çeşitli platformlarda sempozyumlar, paneller, konferanslar tertip edilmiş ve yine çeşitli zamanlarda çeşitli gruplarca Safahat okumaları yapılmış olmasına rağmen, Mehmed Akif’in millet hayatında ne anlam ifade ettiği, onun bütün hüviyeti ve tafsilatıyla tanındığını söylemek ‘belki’lerle dolu bir cevap olarak dönecektir bize. Zira, bütün teferruatıyla bir münevverin hatırası ve mücadelesi karşısında, İslâm olduğunu söyleyen ve bu misyonun gereğini yerine getirme hususunda adeta birbiriyle yarışırcasına bir tutum sergileyenler, doğrusu şartların ve zamanın ardına, getirdiklerine sığınarak günü kurtarma, yasak savma babında cümlelerle meseleyi halletmiş görünmektedirler. Elbette Mehmed Akif’in fikir ve sanat mücadelesi bütünüyle İslâm olmak, her yönüyle Kur’an bağlamında şekillenecek bir cemiyet hayatı teşekkül etmek arzusuyla doluydu. Bu bilinçle oluşturduğu kişiliği ve eserleri şüphesiz ancak sahabi örnekliğine denk bir ayrıntı barındırıyordu. Bu ayrıntıların farkında olan ve onu bütünüyle anlamak ve gelecek nesillere aktarmak isteyenler bu doğrultuyu göz önünde bulundurarak eserlerini vücuda getiriyorlardı. Bu eserlerin gerek akademik gerekse alaylı tarafıyla emek mahsulü olduklarına şüphe yok. Kaldı ki Mehmed Akif kuru gürültülerin, sahte sevgilerin adamı olamayacak kadar mümessillikler taşıyordu.

Birçok belge ilk defa kronolojik bir sıra takip edilerek bir araya getirilmiş

Bu eserler arasında, son aylarda önce Bahçelievler Belediyesi, sonrasındaysa Timaş Yayınları etiketiyle okura ulaştırılan “Elemim Bir Yüreğin Kârı Değil” üst başlığıyla yayınlanan Mehmed Akif Albümü gönüllere ferahlık verdi. Gönüllere ferahlık verdi zira, ölümünden uzun yıllar sonra, kıyıda köşede, dostlar arasında, kitaplarda ve hatıralarda kalmış birçoğu ilk defa yayınlanan ne kadar fotoğraf, mektup, gazete kupürü, pul, kartpostal, resim, çizim ve birçok belge hemen hemen bütün olarak ilk defa kronolojik bir sıra takip edilerek bir araya getiriliyor. Merhumun kızı Suat Hanım’dan damadı Ahmet Bey’e uzanan aile panoramasında, hatıra olarak elde kalan mektup, broşür, küçük bir not, gün ışığı görmemiş bir fotoğraf, kitabın evsafını genişleterek renk katmış.

Kitabı yayına hazırlayan Prof. Dr. İsmail Kara ve öğrencisi Fulya İbanoğlu’nun uzun ve meşakkatli bir çalışma sonrası kültürümüze, daha doğrusu Mehmed Akif literatürüne kazandırdıkları eser, çok önemli bir mesafe alarak bu alanda eksik bırakılmış gibi görünen boşlukları hakkıyla dolduruyor. Yıllar içerisinde bir bakıyorsunuz bilindik Mehmed Akif fotoğraflarının hiçbirine uymayan farklı portreler, mektuplar ve dahası devletin resmi kurumları vasıtasıyla bastırdığı çeşitli tarihli pullar karşılıyor sizi. Muhakkak her biri ayrı bir değerde olan bu bilgi ve belgelerin bir araya getirilmeleri noktasında İsmail Kara Hoca’nın adı isabet olmuş. Zira alanında uzman ve bütün olarak Mehmed Akif kitaplığının önemli isimlerinden biri olmasının yanında, tam 30 yıldır merhum üzerine yoğunlaşan entelektüel birikimiyle de bu işin hakkını verecek çapta bir ilim adamımız olarak göz dolduruyor İsmail Kara beyefendi.

Şüphesiz bütün bu çalışmalar, Mehmed Akif Ersoy’u ve mücadelesini daha iyi anlayıp kavramada, gelecek nesiller adına önemli adımlar olarak kayda, literatüre geçiyor. Bunların yeterli olduğu konusu elbette tartışılabilir. Fakat her ne olursa olsun, basit menfaat temininden ötede, saf ve samimi bir niyetle yapılan bu tür yetkin ve faydalı çalışmalar yarınlar adına önemli kazançlar olarak sevap hanemize yazılıyor umudunu taşıyoruz.

Arif Akçalı yazdı