İstanbul Ticaret Üniversitesi’nin ev sahipliğinde “Medya ve Din Sempozyumu” düzenlenecek. 2-3 Nisan 2015 tarihleri arasında gerçekleştirilecek sempozyum hakkında İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mete Çamdereli sorularımızı yanıtladı.
Siz bu sene içerisinde Yrd. Doç. Dr. Betül Önay Doğan ve Arş. Gör. Nihal Kocabay Şener ile birlikte "Medya ve Din" kitabını hazırlamıştınız. Nisan-2015'te de bu yönde bir sempozyum hazırlığı içindesiniz. Sempozyuma geçmeden önce kitaba dair sormak isterim. Bir "ilk" kitap sanırım bu, değil mi?
Evet bir ilk kitap. Medya ve din alanında ortaya çıkan ilk derleme kitap Türkiye’de. Bu tür çalışmalar dünyada yapılıyor. Bizde ise henüz seyrek. 13 makale var derlemenin içinde. Kitabın bir diğer özelliği de iletişimcilerin hazırladığı bir kitap olması. Medya ve Din, konu ile ilgili çeşitli yazıları derledi ve her yıl bir derlemeyi yanına katarak yoluna devam edecek. Yani ikinci “Medya ve Din” kitabı birinciyi açan bir derleme olacak ve “Dijitalleşme ve Din” alt başlığıyla çıkacak. Bundan sonra hazırlayacağımız Medya ve Din’ler de belirli temalar içererek okurla buluşacak.
"Medya ve Din" sempozyumunun amacı ve gerekçesinden kısaca bahseder misiniz?
Gerekçesini şöyle belirledik: Geleneksel kitle iletişim araçları ve özellikle yeni medya, istemli ya da istemsiz, etkileşim içinde olduğu her bireyin düşüncelerine, inançlarına, davranışlarına, kısacası hayatına nüfuz etmektedir. Günlük konuşmalardan akademik araştırmalara kadar etkisini hissettiren medyanın, dinle ilişkisi hakkında söylenebilecekler ise iki alanın sınırsızlığına koşut geniş bir tartışma alanını oluşturmaktadır. Türkiye'de medya ve din ilişkisi kimi zaman olumlu, eğitici ama genellikle sınırlandırıcı, yönlendirici ve olumsuz olarak nitelendirilmektedir. Ancak yapılan bu değerlendirmeler genellikle bireysel olmakta, konunun uzmanları tarafından geniş katılımlı bir araştırma ve inceleme, ortak bir dil bulma arayışlarından söz edilememektedir.
“Medya ve Din” konusu, kurumsal, içeriksel, toplumsal/izleyici perspektifinden, kültürel, siyasi, teknolojik pek çok başlık altında incelenebilir/incelenmesi gerekir. Bu şekilde Türkiye'de içe kapanık ve sınırlayıcı medya ve din yaklaşımı, yerini, dünya ölçeğinde söz söyleme gücüne sahip bir yaklaşıma bırakacaktır.
Sempozyumun amacı da şöyle: Medya ve din çok katmanlı ve taraflı bir konudur. Konunun taraflarını mümkün olduğunca bir araya getirebilmek ve tüm yönleriyle tartışabilmek bir zorunluluk olarak karşımızda durmaktadır. Özellikle yeni neslin elde ettiği bilgilerin büyük kısmının medya kaynaklı olduğu düşünüldüğünde, sağlıklı din ve medya ilişkisinin sağlanmasının gerekliliği daha net görülmektedir.
Sempozyumda medya ve dinin tüm taraflarının katılımıyla ve tüm boyutlar değerlendirilerek, iletişim teknolojileriyle aracılandırılmış dini enformasyon verme sürecinde, toplumsal bilincin gelişimini sağlayan sağlıklı etkileşimin nasıl kurgulanması gerektiğine yönelik yeni açılımlar gerçekleştirilmek amaçlanmaktadır.
Medya ve din ilişkisinde verimliliği arttırmak, yanlış anlaşılmaların önüne geçmek ve tarafları ortak bir zemin altında buluşturmak öncelikli amaçlar arasındadır.
Sempozyumda hangi konular masaya yatırılacak?
Sempozyumda 10 konu başlığı tartışılacak. Bunlar şöyle: “Medya, din ve ticaret ilişkisi”, “medyada dinin temsili ve kamusal alan”, “medya, din ve toplumsal değişme”, “medya, din ve iletişim yönetimi”, “medya, din ve popüler kültür”, “medya, din ve dini eğitim”, “medya, din ve görsellik”, “dinin dijitalleşmesi”, “medya, din, sanat ve edebiyat”, “medya, din ve siyaset”.
Ülkemizde medyanın din bilgisi oldukça sorunlu. Bunun birçok örneğini gördük geçmişte. Bu sorunlu yapı sizce nasıl düzelir?
Din bilgisi müfredatlarda olan ünite planları gibi öğrenilebilecek bir şey değil. Din bilgisi hayatın içinde öğrenilecek bir şey. Dolayısıyla din bilgisi bizim seküler bakışımızla hayatın bir tarafında durup, kitaplarda saklı olan bir bilgi değil. Din hayatın her yanında, bilgisi de öyle. Mevcut geleneklere ve değerlere bakarak din bilgisinin zayıf olduğu üzerinde durulabilir. Ama, bu tür durumlara çare köken bilgidedir. Köken bilgi ile bağlar kurulabildiği ölçüde din bilgisindeki zayıflığın giderilmesi mümkün olacaktır. Köken bilgi önemlidir, onun taşınması gereken bir mirasa karşılık geldiğinin bu noktada altını çizmek gerekir.
Medyanın din bilgisini sorgulamışken aslında burada sosyal medyaya da değinmek istiyorum. Sosyal medya kullanıcılarının da bazen pek de dikkatli ve hassas olmadıklarını görüyoruz dini birtakım sembollere, bilgilere atıf yaparken. Üstelik burası paylaşımların anında "yayılma" istidadı gösterdiği de bir mecra. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Tabi sosyal medya kullanıcılarının uzman olmalarını bekleyemeyiz. Sosyal medya kullanıcıları sonuçta reel hayatın içinde yaşayan insanlar. Sosyal medya onların tutum ve birikiminlerinin medyatik alana, dijital alana yansımasıyla şekilleniyor. Sosyal medya kullanıcılarının bilgileri fütursuzca uçurması, uçuşturması, oradan oraya savurması ile ortaya çıkan yanlış bilgiler reel hayattakinden çok da farklı değil.
Sosyal medya dışındaki ‘reel hayat’ta yani bir cami avlusunda, bir pazar yerinde, bir meydanda, bir beldede yanlış bilgilerin dolaşmasından çok farklı değil. Ancak cami avlusundaki yanlış bir bilginin oradaki bir bilen tarafından olabildiğince çabuk biçimde düzeltilebilmesi mümkünken sosyal medyada bunun mümkünlüğü biraz daha su götürürdür, kolay değildir.
Sosyal medyanın devasa bir bilgi, devasa bir enformasyon ambarı olması, doğru ve yanlış bilginin ayırt edilemeyecek şekilde karşımızda durması anlamına geliyor. Herhangi bir cami avlusunda zikredilen yanlış bilgi ile sosyal medyadaki yanlış bilgi arasında böylece bir fark oluşuyor. Yanlış bilginin ayrımsanamazlığı, onarılamazlığı, düzeltilemezliği bağlamında ortaya çıkan bir fark bu. Yoksa üretilen bilginin yanlışlığı ya da doğruluğu her yerdedir. Her yanlış bilgi elbette düzeltilmeye muhtaç. Ancak sosyal medyada bunun zorlukları da aşikar. Sanal avluda bir bilene ulaşmak kolay olmadığından yanlış bilgiyi düzeltmek için çözüm yolları da bir çırpıda önerilecek kadar kolay değil.
Özellikle son yıllarda ülkemizdeki bazı dini cemaatlerin birer televizyon kanalı kurduklarına şahit olduk. Artısıyla eksisiyle bu kanallar nasıl bir işlev görüyorlar?
Açıkçası o kanalları çok izlemiş biri değilim. Dolayısıyla o kanalları artı ve eksileriyle değerlendirme konusunda kendimi yetkin hissetmiyorum. Ancak zaman zaman maruz kaldığımız enformasyonlarda magazinelleştirilmiş haberlerle karşılaşıyoruz. Bu çerçevede ne denli ciddiyetle eğilinirse eğilinsin, medyatik ortamlar her olgu için eğlensel/magazinel içeriklerle kodlanabilir durumdadır. Gerçekten arka planında samimi bir niyet, ciddi bir yayıncılık olsa bile medyatik ortam bu niyeti köreltebilir, imha edebilir.
Dolayısıyla eğer dini cemaatler ya da benzer kurumsal çabaların televizyon kanalları varsa, ki var diyorsunuz, bunlar amaca matuf bir yayın gerçekleştirme niyetinde olsalar bile gerçekleştirebildiklerini söylemek böylece pek mümkün olmaz. Medyanın dili ve söylemi tüm amaçların önündedir, tüm amaçları kendi doğasına dönüştürücüdür çünkü.
Siz bu sempozyumu İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi olarak düzenliyorsunuz. Bir iletişim fakültesinin "medya ve din" konusuna eğilmiş olmasını önemli buluyorsunuz bir söyleşinizde. Bunu biraz açar mısınız?
Bir tarafı medya, bir tarafı din olan bir alanın iletişim fakültelerini doğrudan ilgilendirmemesini düşünemeyiz. Özellikle işin içinde medya varsa iletişim fakültelerini hiç tartışmasız ilgilendirir demektir. Sadece iletişim fakültelerini değil, iletişimle ilgili kafa yoran bütün alanları doğrudan ilgilendirir; ilahiyat fakültelerini de olur, sosyoloji, psikoloji bölümlerini de. Medya ile ilişkili olan ne tür konu olursa olsun iletişim fakültelerini tabii ki ilgilendirir, ilgilendirmelidir.
Medya ve kadın, medya ve çocuk, medya ve demokrasi, medya ve siyaset, medya ve etik diyeceksiniz, medya ve din demeyeceksiniz, bu anlaşılabilir değildir. Bugüne kadar ihmal edilmişse, atlanmışsa, ki öyle görünmektedir, en azından biz bu konuda üzerimize düşeni yapmaya çalışıyor, bir eksikliği karınca kararınca gidermeye çalışıyoruz.
Son olarak sempozyum sonrasında bu konuda farklı ne tür çalışmalar yapılabilir/ yapılmalı? Hangi kurumlara ne tür görevler düşüyor?
Sempozyumun amacı, sorunlar için neler yapılabileceği konusunda başlangıç adımlarını atmaktır ya da ilgili kurumlara neler yapılabileceği konusunda az da olsa bir veri demeti ya da çözüm önerileri sunmak, ardıl çalışmalara kapı aralamak, zemin oluşturmaktır. Medya ve din ile ilgili sorunlar çerçevesinde neler yapılabilir sorusunun cevabını vermek pek kolay değil ama Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan üniversitelere, üniversitelerden Milli Eğitim Bakanlığı’na, Dış Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’na, Sosyal Politikalar ve Aile Bakanlığı’na, Kültür Bakanlığı’na, yayın kuruluşlarına dek birçok kurumsal yapının hissesine düşen sorunlara çözüm ihtiyacı varsa, sempozyumdan bunlarla ilgili de bir çıktı elde etmek umudundayız. Çıkan sonucu, sonuçları raporlaştırılıp ilgili kurumlara iletmek niyetindeyiz.
Buğra Atlı konuştu