Kendisine Sagéé! ilham edilen dostumu uzun zamandır ziyaret etmek istiyordum. Bayram sonrası aniden bilgisayarın başına oturdum ve İzmir biletimi aldım. Akşama doğru yolculuk başlamış oldu.

İzmir’e bundan evvelki gidişimin üzerinden 13 yıl gibi bir süre geçmiş. Kemalpaşa’da ikamet eden Furkan Özüdoğru kardeşimin muhterem babası da o zamanlar bu ilçenin Refah Partisi’nden seçilen belediye başkanıydı. Orayı da ziyaret etmiş ve yükseklere çıkarak Kırgız çadırında kımız içmiş, tesislerde alabalık yemiştik. Daha evvelki gidişlerimi daha az hatırlıyorum. Hisar Camii hayal meyal aklımda. Karşıyaka’ya geçmiştik galiba, Dokuz Eylül İlahiyat’ta okuyan kadim dostum Mustafa Başkaya’yla.

Kemeraltı'nda kumru, cami önlerinde lokma tatlısı...Mustafa Nezihi ve Nihat Dağlı

Şimdi kırk yaşına ulaşmış olmanın avantajıyla mı yoksa yavaşlığıyla mı desem, enstantanaler, mekânlar, şahıslar daha kalıcı izler bırakıyor bende. Hele bir de sevilecek kıvama ve güzelliğe ulaşmışlarsa…

“Güzel İzmir” diyorlar İzmirliler kentlerine. Güzellikleri var elbette. Uçak yolculuğum gece başlayıp bittiği için karanlıkta etrafı görmek mümkün olmadı. Kürşat Akça dostumuzun mihmandarlığında Alsancak’a vardık hemen. Oturduk. Afiyetle bir şeyler yedik. Ben tereyağlı beytiyi tercih etmiş bulundum. Daha sonraki günlerde de İzmir’de yediğimiz güzel nimetlerin bazılarından bahsedeyim ve bu bahsi geçmiş olayım.

Kemeraltı’nda bir yerde yediğimiz bu şehre has kaşarlı, sucuklu kumru denilen taam nefisti. Cömertliğiyle bizi utandıran Kürşad’ın ikram etmiş olduğu yeşil incirlerden o kadar çok yedim ki, o mucizevî yemişin cennetten geldiğine inanacaktım neredeyse. Güzelbahçe’de Maşuk Yılmaz dostumla pazardan satın aldığımız üzümün tadı da öyle kolayca unutulacak gibi değil. Damağıma bıraktığı tat, çocukluğumda köyümüzde nadiren yediğimiz üzümün tadına çok yakın bir güzelliğe uyandırdı ruhumun tahayyül melekelerini.

Babaannenin evinde dostumun eliyle pişirdiği et de değme aşçılara parmak ısırtacak lezzetteydi. Bir de Alsancak’taki Hocazade Camii’nde ve Gümüldür Doğanbey’e giderken yediğimiz lokma tatlısından bahsetmek gerek. Buralarda güzel bir gelenektir lokma tatlısı dağıtmak. Bir kişi vefat ettikten sonra helva değil de lokma tatlısı tasadduk ediliyor. Oradan geçen insanlar da sıraya girip itinalı bir şekilde hazırlanan ve dağıtılan bu az şekerli hamur tatlısından alıp afiyetle yiyorlar. İnşallah yedikten sonra müteveffaya bir fatiha okuyorlardır. Son olarak şimdiye kadar içtiğim kelle-paça çorbalarının en lezizini de İzmir'de içtiğimi belirteyim.

Mustafa Nezihi ve Nihat Dağlıİzmir'in samimi Müslümanları!

İzmir merkezinin çoraklığının, ağaçsızlığının farkına varmamak mümkün değil. “Niye hiç ağaç dikilmemiş buralara?” diye söylenip durdum. Yemyeşil Güzelbahçe, Seferihisar, Gümüldür ilçelerine yaptığımız yolculuklardan sonra kırgınlık ve kızgınlığım daha da arttı. Bunca yeşillenmeye elverişli iklimi olan bir büyük şehrin merkezi neden yeşil değildi? İzmirliler nasıl razı oluyorlardı bunca ihmale ve belki de önemsenmeyip küçümsenmeye?

İzmir'de cumhuriyet ideolojisinin vulgarize edip protestanlaştırdığı İslam anlayışını değil de, Kur'an ve sünneti  benimseyip buna göre yaşamaya gayret eden samimi Müslümanlar olmasaydı; bu kent belki de daha çorak bir hale gelmiş olacaktı. En azından İslam maneviyatı açısından...

Nihat Dağlı: Doğu da Batı da Allah'ındır!

İzmir’in en coşkulu ve cümbüşlü yeri Kemeraltı’dır kanaatimce. Hisar Camii merkezdir orada. Biz de Nihat Dağlı Ağabeyle orada buluştuk. Namazların edasından sonra Sedir Çayevi’ne geçtik. Mazlum-Der’den arkadaşlar da vardı. Çaylar, fincanda pişen dibek kahveleri, karadutlar, sergüzeşt-i hayatlardan kısa kesitler, Aliya hayranlığı, tebessümler, memnuniyetler, samimiyet… Yani Nihat Abiyle kaynaşıyoruz bu süre içinde.Mustafa Nezihi ve Nihat Dağlı

Gidip kumrularımızı alıyoruz. Hisar Camii’nin şadırvanının çevresini dükkânlar işgal etmiş. Orada ayranla birlikte kumrularımızı yedikten sonra Kızlarağası Hanı’na gidiyoruz. Mustafa Kaylı Bey’le karşılaşıyoruz. Yanında başka isimler de var. Hararetli bir tartışma başlıyor. Nihat Ağabey o an önyargıların yıkılmayacağını mı düşünüyor acaba? “Doğu da Batı da Allah’ındır.” ayetini hatırlatıyor. Benim hoşuma gidiyor teslimiyeti ve küllî (kapsayıcı-bölücü olmayan) bakışı.

Etkileyici iki imam!

Nihat Abiyle İstanbul'da görüşmek üzere vedalaşıyoruz. Ondan bize nice güzel isimler, anekdotlar, hatıralar kalıyor. Mesela bir imamdan bahsediyor: Turcan Hoca. Gidip göremedik kendisini. Arkasında namaz kılamadık. Va'z ü nasihatini dinleyemedik. Geniş bilgi birikimine ve camide nice şairden, yazardan, düşünürden, filozoftan, âlimden alıntılar yapıp bir beyin-kalb fırtınasına vesile olmasına şahit olamadık. Bir dahaki gelişimde inşallah onunla da tanışırız ve güzel sözlerine kulak veririz. (Bir sahhafta gezinirken üstünde Turcan Hoca'nın isminin yazılı olduğu bir kitap gördük ve kendisi hakkında bize anlatılanlar yeniden hatırımıza geldi.)

Ama Manisa yolu üstünde cuma günü vaazını ve hutbesini dinlediğimiz Halil Mezik Hocanın tasavvufî neşvesi, heyecanı, sükûneti ve samimiyeti de Turcan Hoca'dan aşağı kalır değildi hani. Bir Müslüman, hakikatin bildiği vechelerini yamultmadan, aslını bozmadan ama güzelce anlatırsa ve anlattıklarına kalbiyle iman etmişse; tüm güzel sözlerin Sahibi de ona insanları etkileme imkânı verir. Çünkü o kişi kendisini aradan çıkarmıştır.

Esad ErbiliSahhaf'ta Esad Erbili hazretlerini konuşmak!

Ali Haydar Toprak. Hisarönü Sahhafiye'de kendisine uğradığımız bu yaşlı ve tatlı amca, biz Nuri Pakdil'in kitaplarının eski baskılarını ararken, Esad Erbili hazretlerini anlatıyordu yanında çalışan kişiye. Kulak misafiri olduğumu belli ettim. O da anlatmaya devam etti. Menemen vakasında nasıl evinden alındığını ve haksızca, zalimce yargılandığını dile getirdi. Oturmuş dinliyorduk artık. İlerlemiş yaşına rağmen bunca eziyete maruz bırakılan bu Allah dostunun oğlunun ve ihvanından bir kaç kişinin idam edildiğini bilmiyormuş.

Esad Erbili hazretlerinin Nakşi gelenek gereğince telif ettiği 1910 baskılı Kenzü'l-İrfan hadis kitabına kısa süreliğine de olsa imrenerek daldık. Fakat maalesef kendimizin kılamadık. O kitap dükkânından, geçmeyecek bir hüzünle ayrıldık.

Bir haftalık İzmir seyahati dualarla, musafahalarla, ilellikalarla son buldu. Yeniden İstanbul'dayım ve o sahhafta ve başka kitapçılarda bulamadığım Pakdil Usta'nın kitaplarının basılmaya başlandığını öğrenmiş bulunuyorum. Heyecanlandıran ve sevindiren bir haberle bitsin istedim bu şahsî İzmir rehberi.

 

Mustafa Nezihi o şarkıya biraz biraz katılıyor