Zor (despotizm) kültürü ile ezilmiş her toplumda “kurtuluş” tasavvuru, nihayette yıkılmak istenen egemen azınlığın sahip olduğu nimetlere hâkim olmaya matuf bir zihnî inşâyı imal ediyor. Yahudi bir topluma Yakûbî bir peygamber gelince bu zihniyet kırılacak. İsrailoğulları’nın hikâyesi buradan başlanarak yorumlanabilir.
Kral, “Rüyamda yedi semiz ineği, yedi zayıf ineğin yediğini görüyorum, ayrıca yedi yeşil başak ve yedi kuru başak görüyorum, bana rüyamı yorumlayın” der. Yûsuf rüyayı yorumlar ve İsrailoğulları’nı Mısır’a getiren ve Mısır’ı dünyaya hükmeden ülke olmaya tahavvül eden kapıyı açar. İsrailoğulları’nı yeryüzüne iktidar eden “yiyecek–gıda rejimi” idi. Yedi bolluk yılından sonra yedi kıtlık yılı gelecektir. Yûsuf’un yorumu tahakkuk edince, öteki dünya milletlerinin yapmadığı bir şeye girişilir: Bolluğun yönetilmesi.
‘Perhiz’i toplumsallaştırmak
![]() |
(+) |
İbn Kesir’in naklettiğine göre, bolluk başladığında Yûsuf’un yaptığı şey “perhiz”i toplumsallaştırmak olmuş: “Hz. Yûsuf (as) kendi karnını doyurmaz. O, Kral ve orduları, gündüzün ortasında bir defa yemek yer imişler. Ta ki insanlar, ellerinde bulunanla yedi sene süresince yetinsinler diye. Bu, Allah’ın Mısır ahalisine bir rahmetidir.” (İbn Kesir, Tefsir, Çağrı, 1985, c:8, s:4109) Bolluğun başladığı bir demde perhiz/zühd iktisadını tatbik ederek, birikimi bütün insanlığın kullanımına açacak adalet düzenini siyaset etmişti. Kıtlık başladığında Mısır’a dünyanın dört bucağından kafileler gelir ve onlara perhizle yaşayabileceği miktarda tahıl verilir: “Hz. Yûsuf, her bir kişiye senede bir deve yükünden fazla vermiyor imiş.” (İbn Kesir, 1985, 8/4109) Buradan anlıyoruz ki, kıtlık bir afet silüetinde gelen rahmettir.
Malları boykot etmenin bir anlamı yok
Gıdanın yönetiminin bir yeryüzü iktidarı olduğunu Yakûboğulları biliyor. Buna karşılık biz müslümanlara Rahman’ın öğrettiği şey “malların boykotu” değil. Malları boykot etmenin, mallarla ilişkimizde bir değişiklik oluşturmadığı, bizi “bolluk toplumu”nun efradından ayırmadığı açık. Boykotumuzda bile savurgan olarak kalmak istiyoruz. Boykot, “alabildiğince doldur sepeti”, “Ahmet’ten alma, Mehmet’ten al” eylemidir. Oysa Allah, nefsini, tıkınıp şişinmekten, eşyaya talepkâr olmaktan, Zat-ı Celal’inden gayrısına muhabbet ve meylden âzâd etmeni istemektedir. Şimdi sesler ayyuka çıkıp, “hadi oradan, Davut (as) da zengindi” diyesi olanlara, dönüp o halde “Davud (as) niye perhizkârdı, hanginiz bir gün oruç ve bir gün iftar ehli oldunuz” hitabıyla cevap vermek istiyorum. Hangi biriniz, tesbihat eylediniz de dağlarla devran durdunuz? Demek ki zenginler zahid olanlardır. İktidar da zahidlerindir.
![]() |
(+) |
Hazinesi aylaklık yayıyordu
Baudrillard der ki: “Bütün toplumlar her zaman zorunlu harcamalar ötesinde har vurup harman savurmuş, harcamış ve tüketmiştir. Çünkü toplum gibi birey de, sadece var olmadığını, ama yaşadığını, aşırı, gereğinden fazla bir tüketimde hisseder. Bütün çağlarda aristokrat sınıflar da mutlak üstünlüklerini ‘wasteful expenditure’la (faydasız müsriflik) teyit etmişlerdir. Bu perspektifle ‘tüketim’in bitirme, yani ‘üretken savurganlık’ olarak yeni bir tanımı ortaya çıkar. Canlı, her şeyden önce gücünü harcamak ister; ‘saklama’ yalnızca bunun sonuçlarından biridir. Robinson, ambarındaki sandıkların ve çekmecelerin kokusunda geleceğin varlığını soluyordu. Hazinesi aylaklık yayıyordu. Bolluk aslında yalnızca savurganlıkta anlamlı değil midir? Bolluğun bir değere dönüşmesi için ondan yeterince değil, ama yeterinden fazla olması gerekir. Kıtlığa meydan okuyan, -çelişkili olarak- ‘bolluk’ anlamına gelen ‘savurganlık’tır. Bolluğu psikolojik, sosyolojik, ekonomik olarak yaratan kavram ‘faydalılık’ değil, ilke olarak ‘savurganlık’tır.” (Jean Baudrillard, Tüketim Toplumu, Ayrıntı, 1997: 40- 45).
‘Yerin bitirdiği’ ve ‘gökten inen’
Müslümanlarda bir perhiz/zühd hareketi başlamadığına göre, önümüzde bir kıtlık var demektir. Çünkü savuranlar ve adaletle dağıtmayanlar biziz. Yakuboğulları da bu fitneye düşmüşlerdi. Yûsuf (as)’dan sonra Mısır’a iktidar olan İsrailoğulları, Musa (as)’dan, tıpkı Yûsuf (as) zamanındaki gibi, “yerin bitirdiği” erzaktan gelecek bir iktidarı talep ettiler. Oysa Allah (cc) bu kez “gökten inen” rızıkla iktidar vermek istiyor, menn-selva’yı bahşediyordu. Yûsuf zamanında yerden bitenleri stok ederek, kıtlık yıllarında insanlığa paylaştıran bir kavim olan Yakuboğulları, uğradıkları ‘eşya modernizmi’ ve tüketim-savurganlık zihniyeti nedeniyle Musa zamanında çölde stoksuz bir gıda rejimi ve eşyasız bir göçebeliğe sürülerek zühdün iktidarına -ilahî bir plan gereği- hazırlandılar.
Çöl, uygarlık endişesine bir cevaptı
Menn ve Selva’nın sembolik değerleri, günümüz ve gelecek müslümanlığının tefekkürüne ait bir sefer çizgisi. Hayatı inşâ ederken “insan zaaflarının ayıklanması” meselesini temel alan bir kurtuluş teolojisi. Burada “kapalı bir toplum” ve “darlık ekonomisi/az bir geçim” esasları cari kılınmıştı. Çünkü Samiri onları saptırmıştı. Çöl, “uygarlık endişesi”ne, modernleşme sürecine, mal peşindeki koşturmacılığa, maddi menfaatleri inhisara almaya bir cevaptı. ‘Mademki perhiz yapamayan bir halk oldunuz, o halde karınlarınızı alabildiğince doyurmaya hasretsiniz’, denilmişti.
Ne ve nasıl yiyorsan, yediğin şeysin
Tefsirlere göre menn, seher vakti çöle inen reçine/bal nevinden bir maddedir. İsrailoğulları, onu güneş doğmadan toplayıp suyunu içerlerdi. Bu madde beklemeye (biriktirmeye) gelmezdi, bozulurdu. Dolayısıyla her gün seher vakti uyanıp toplamak gerekirdi. Selva ise, akşamları sürüler halinde gelen bıldırcındır. İsrailoğulları, onları yakalar, erişkinleri ayırır, yavruları salardı. Yiyecek toplama ve gıda rejimi, ruhî kemalâtın benliği haline getirilmişti. Ne ve nasıl yiyorsan, yediğin şeysin. Domuz yiyenlerin domuza benzemesi bir tesadüf değil. Biz de ekmek ehliyiz, toprağa derûn. Sarı ve olgun başaklarda cemaat misalli dizilmiş dolu-derunî daneler.
İstendi ki mahrumiyet hırkası giysinler
Yemek yemenin, politik, akîdevî, topluma katıcı ya da ayrıştırıcı boyutlar taşıdığı kesin. Bolluk/savurganlık ve dilediğini yeme temayülü gösteren toplumlar şifalarını kaybetmiş, kurbiyetleri (akrabalıkları) çözülmüş, birliktelikleri akîdevî olmaktan menfaî olana tahavvül etmiş yapılar değil midir? Çöl, o yüzden İsrailoğulları’nın içlerindeki modernliği çökertecekti. Çöle girerken istedikleri “soğan, patlıcan, kabak” onlara verilmedi. İstendi ki mahrumiyet hırkası giyilsin, mahviyet makamına gelinsin. Onlar toprakla boğuşup, çarşı- pazarda mal peşinde koşturmak, Allah’ın dininden maada bir cehd içre yaşamaktan korunmuş oldular. Musa (as)’nın gönderilişinin nedeni tüm insanlık için rahmet, adalet, silm, isar değerlerini gün yüzüne çıkarmak iken hem de. Onlar bahçede uğraşmak, patlıcan-kabaktan gelen gücü devşirmek istiyorlardı. Weber, zahidlerin dünyayı ele geçirecek bir kapitalizme ulaşabileceğini işaret ederken haklıydı. Ama Musa’nın gönderilişinin sebebi bu değildi.
Gen kaynakları bakımından tüm dünya teslim alınacak
Geçenlerde Suavi Kemal Yazgıç, GDO ile ilgili bir yazı yazdı ve özetle dedi ki: “Genetiği oynanmış gıdalar bir yeryüzü iktidarı kuruyor. Açlığa da sebep oluyor. Yani asıl sorun üretimden değil, dağılımın adil olmayışından kaynaklanıyor. Açlık görülen ülkelerin çoğu tarım ekonomilerini başka ülkelerin yararına kurmuş devletler. Bu ülkeler halkı doyuracak besinler üretmek yerine döviz sağlayacak besinler üretmeye zorlanıyor. Bu ülkelerde, eskiden besin yetiştirmek için kullanılan topraklarda kahve, pamuk, muz, kakao gibi gelişmiş ülkelere satılan ürünler yetiştiriliyor. Etiyopya’da açlığın kol gezdiği dönemlerde bile kahve üretimi ve ihracatı sürdürülüyordu. GDO’lar bir de ‘mülkiyet’ problemi çıkartıyor karşımıza. Herhangi bir canlı organizmadan bir geni alıp, ayrıştırıp, laboratuvar ortamında bir başka canlıya aktararak burada yeni bir canlı üretilince yeni canlının patentini alan şirketler birden ‘mülk’ sahibi oluyorlar. Mülkiyet operasyonu başladığında, patent savaşları-mülkiyet savaşları olacak. Bu, canlılara egemen olmanın bir yolu. O canlının patentini almak, biyolojik korsanlıktır. Sonuç, gen kaynakları bakımından tüm dünyanın teslim alınması anlamına gelecek. Bazı ülkeler dışındaki tarım sistemleri çökecek.” (Suavi Kemal Yazgıç, Açlığa Sebeb Olan Gıdalar, http://www.aktifkulis.com/yazi/yazi/acliga-sebep-olan-gidalar-1782.htm)
Kıtlığa sebep olan bir üretim anlayışı devam ettikçe, yoksulluktan kurtulmak mümkün olmayacak. Gıdayı ve besin modelimizi üreten adamlara boykot sonuç almayacak. O zaman bir perhiz eyle, Yûsuf ol; Allah’ın vaadi, nefsi ezilerek dünyadan geçecekler içindi. Yolcu, ol gariblerin dergâhıdır dünya.
Lütfi Bergen dikkatleri bu konuya çekti