Bizim de kendisinden feyz aldığımız Prof. Dr. M. Esad Coşan Hocaefendi ile ilgili bendeki bazı bilgiler üst üste zihnimde birikince bu bilgileri paylaşmak istedim.

Rahmetli Hocaefendi'nin son neşredilen 'İslâm' isimli eserini okuyunca bütün hayatını İslâm üzerine yoğunlaştırmış bir Müslüman aydın tipiyle karşı karşıya kalıyorsunuz.

Onun en önemli özelliklerinden biri de 'aksiyoner ve cesur' bir şahıs olmasıydı. Hocaefendi'nin bu yönüyle ilgili bazı bilgileri burada yazarak tarihe kayıt düşmüş olalım:

Bir zamanlar Ceza Kanunu'nda Türkiye dindarlarının üzerinde Demoklesin Kılıcı gibi sallanan 163. Madde vardı. Bir grup dindar bir evde Kur'an-ı Kerim veya bir dini kitap okumak için toplanmış vaziyette yakalanırsa 163. Madde’ye göre yargılanıyor ve ağır cezalar alıyorlardı.

Zaman zaman bazı dindarlar Said-i Nursi'nin Risaleleri’ni okurken yakalanıyor ve 163. Madde’den yargılanıyorlardı. İşte bu davalardan birinde mahkeme, Ankara İlahiyat Fakültesi'nden 'Risalelerin nasıl bir kitap olduğuna dair' bilirkişi raporu istiyor. Birçok ilim adamı yurtdışına çıkmak, izinli ve raporlu olmak gibi bahaneler üreterek bu davalarda bilirkişi olmayı istemezken rahmetli Hocaefendi bilirkişi olarak dosyaları kabul ediyor, inceliyor ve ‘Risalelerin kovuşturmaya tabi olmaması gereken bir din kitabı olduğuna dair’ mahkemeye bilirkişi raporu veriyor. Ben bu raporların bir örneğini gördüm.

Raporu bana gösteren Dr. Necdet Yılmaz, ayrıca yazar Hüsnü Aktaş'tan da şöyle bir olay nakletti: Hüsnü Aktaş kendisine şunu anlatmış: “Benim bir kitabıma da 163'ten dava açılmıştı. Yüksek miktarda ceza isteniyordu. Hocaefendi benim dosyamın bilirkişisi oldu. Onun yazdığı rapordan dolayı 3 yıl hapisle kurtardım.” 

Herkesin geleceğini düşünerek bahane ürettiği anlarda o şahsen risk alarak bilgi ve birikimini Müslüman aydınları korumak için kullanmış.

1976 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Emekli Amiral Fahri Korutürk, 'Panİslâmizm ve Pan Türkizm'in Türkiye için önemli tehlike olduğunu' açıklıyor. Bunun üzerine bazı MHP'li ve dindar aydınlar dönemin cumhurbaşkanının bu görüşünün doğru olmadığına dair bir bildiri yayınlıyorlar. Bu bildiriye imza atan iki dindar akademisyen var. Biri Doç. Dr. İhsan S. Sırma, diğeri Doç. Dr. M. Esad Coşan.

Akademik istikbalini tehlikeye atarak benimsediği değerleri savunmak, Cumhurbaşkanına karşı bildiri yayınlamak her yiğidin harcı olmasa gerek.

Gelelim 3. ve tarihi anekdota… 28 Şubat darbecilerine karşı en çok direnen şahıslardan biri de Rahmetli Hocaefendi'ydi. Bazı dindar önderlerin bile darbecilere temenna ettikleri o günlerde dergilerinde yazdığı başyazılarla, darbecileri açıkça tehdit ediyordu. Türkiye'de darbe saatinin işlediği o muhataralı günlerde BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu “Türkiye İran olmaz, ancak Suriye de olmaz” diye bir açıklama yapmış, bu açıklama darbecileri bir hayli telaşlandırmış ve ayaklarını denk almalarına vesile olmuştu. 

Yıllar sonra bir şahidinden dinledim. Bu arkadaş Almanya'da iken misafir olduğu evin sahibi ona şöyle bir olay anlatmış: M. Esad Coşan Hocaefendi benim evimden bir gün Muhsin Bey’i arayarak hâl hatır sorduktan sonra şöyle dedi: “Senden bir istirhamım var. Darbeciler 'Türkiye İran olmaz' diyorlar. Sen de de ki 'Türkiye İran olmaz. Ancak Türkiye Suriye de olmaz.’”

Böylece bu açıklamanın fikir babası anlaşılmış oluyor.

Yiğitlik zor anlarda belli oluyor. Sözün sahibi de söyleyen de o günlerde ortaya çıkmış bir büyük belaya kısmen de olsa gem vurmuş oldular. Yoksa bazı etnik cuntacıların niyeti Türkiye'yi gerçekten de Suriye'ye çevirmekti.

Hocaefendi 30 Mayıs 1995 tarihli Hicret konulu konuşmasında; olaylara, geçmişe ve geleceğe nasıl baktığına dair önemli ipuçları vermişti. O konuşmadan bir bölümü burada paylaşalım:

“(….) Elimizden alınan toprakları unutmadık, oraları geri alacağız. Benim hudutlarım Edirne’den başlamıyor, benim hudutlarım Viyana’dan başlıyor. Benim hudutlarım Atlas Okyanusu’ndan Hint Okyanusu’na kadar….

(….) Osmanlı Devleti neden yıkıldı? Tevhid akidesini insanlara anlatmakta ihmalkâr davrandığından yıkıldı. Vazifeyi bırakmayacak, gevşetmeyecekti. Yedi asır içimizde yaşamış gayrimüslimleri, yanlış inanç sahiplerini uyandıramadı. Müslümanlığı yeterince anlatamadı. Ondan yıkıldı Osmanlı. Allah yardım etmedi.”

Hocaefendi, hakikatleri doğrudan söylemeyi severdi. Birilerini memnun etmek gayesi gütmez, rahatsız etmekten de çekinmezdi.

Bir başka konuşmasında da şu hususları vurgulamıştı: “Bizim en büyük vefa borcumuz Allah’adır. Osman Gazi’nin Orhan Gazi’ye bir nasihati var. Şöyle diyor vasiyetinde, ‘Evladım, devletinde ibadet ve taatini yapmayan insanı görevlendirme, maiyetine alma. Çünkü sana vefa göstermez. Eğer onun vefası olsaydı Rabbi’ne vefa gösterirdi. Öyle kimseden sana hayır gelmez.’”

Rahmetli Hocaefendi, dönemin milletvekili İrfan Gündüz'ün tabiriyle ‘tam bir cesur yürekti.’ Allah mekanını cennet eylesin.

Hüseyin Yürük