Konuşmasıyla, tarihe, felsefeye, dinlere, varlığa, bilgiye, maneviyata dair konuları işleyişi ve bakış açısıyla her daim sözü dinlenebilecek bir güzel arifimiz, âlimimizdir Mahmud Erol Kılıç. Profesör olduğunu söylerken rahatsız olduğunu hissetsek de onun için isimler önündeki sıfatlar geçicidir. Ve aslında olması gerekendir.
Dostlarımın tavsiyesiyle hocayı tanımamın geçen iki yıl içinde olduğunu söyleyebilirim. Fakat yaklaşık beş aydır kendisini yakından takip etmeye çalışıyorum. Elbette kendisini anlatmak, onu benden daha iyi tanıyanların daha iyi yapacağı bir iştir. Fakat biraz da kendi zaviyemden Mahmud Erol Hoca’ya ve eserlerine nasıl bakıyorum, kısaca bunlardan bahsetmek isterim.
Mahmud Hoca’nın Sufi Kitap’tan çıkan Tasavvufa Giriş isimli eserini, İbn Haldun’un Tasavvufun Mahiyeti-Şifâu’s-Sâil kitabından sonra okudum. En başta; Şifâu’s-Sâil’in ve bu eserin yardımıyla Said Nursi’nin tasavvufu ve tarikat yolunu anlattığı, Telvihat-ı Tis’a tabir edilen Yirmi Dokuzuncu Mektub’un dokuzuncu kısmını daha iyi anlayabildiğimi ve taşların yerine oturduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Tasavvuf, birçok kimseye bir açıklama modeli sunmuş metafizik ekollerden birisidir
Tasavvufa Giriş, yazarın daha çok İstanbul Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde (şimdi nikâh salonu haline getirildi) 2002-2008 yılları arasında devam etmiş olan “Bir Doktrin ve Kültür Olarak Tasavvuf” derslerine katılanların tuttukları notlardan ve ses kayıtlarından hazırlanmış. Sohbet havasında olduğundan dolayı, ağır olduğunu düşündüğümüz bazı terim ve kelimelerin manaları gayet akıcı bir dil ile anlatılmış. Bir kavram kitabı olması yanında okuyucuyu sıkmayan üslubu ile de tasavvufi bir yolculuğa çıkabiliyorsunuz.
Kılıç, tasavvufu anlatırken bunun bir bilgi değil, bir düşünce tarzı, bir usul, bir metod olduğundan bahsediyor. Ve ancak bu metod izlenmek suretiyle bir tür bilgiye ulaşılabileceğini söylüyor. Ona göre geçici, değişken olandan ziyade özde bulunan, kalıcı esasların araştırılmasına yönelen tasavvuf, birçok kimseye bir açıklama modeli sunmuş metafizik ekollerden birisidir. Usuldür fakat asıldan ayrı değildir.
Kitapta yazar, en başta okuyucuya düşüncede, inançta, fiilde, hayatta, kısacası bütün insanî sahalarda her bir anlam arayışının ve derine inme çabasının öne çıktığı gözlemini sunuyor. Kılıç’a göre modern insan için “nasıl?” sorusu önemli iken post-modern insan için “niçin?” sorusu önemli olmaya başlamıştır. Modern insanın bunalımlarının neler olduğunu analiz etmeye çalışırken de tasavvufî çalışmalar ve uygulamalar ile özellikle bu asır insanının mahiyetinin daha iyi anlaşılabileceğini savunuyor. Bunu yaparken de her fırsatta gelenekten gelen bazı uygulamaların başarısından söz ediyor. Mevlana Celâleddin Rumî, Yûnus Emre ve Muhyiddin İbn Arabî’nin Anadolu kültürü hamurunu yoğururken kullandıkları usullerin tekrar kullanılarak modern insanın hastalıklarına çare bulunabileceğinden söz ediyor.
Modern eğitimin her insanı aynı duygulara sahipmiş gibi eğitmeye çalışması
Kitap, tasavvuf kelimesinin ıstılahî manasından yola çıkarak, tasavvufun aslında ne olduğuna ve geçmişte ne gibi uygulamalar olduğuna dair örnekler vererek başlıyor. Bu şekilde yola çıkmasının en büyük sebebinin ise temel manadaki bazı terimlerin aslında iyi kavranamadığından ve bu zamanın insanının ona hazır olmamasından ve kaynaktan kopmasından gelen kuşkuların olduğunu söyleyebiliriz.
Tasavvufun varlık, bilgi görüşü, diğer dinî ilimler arasındaki ilişkisi, felsefe ve sanata bakışından bahsederken hakikatin ilk başlarda yatay, zaman geçtikçe dikey arandığını anlatıyor. Farklı farklı yaratılışlara ve mertebelere sahip insanların dini yaşayış boyutu da farklı düzlemlerdedir. Bu boyutlar birbirleriyle ayrıymış gibi gözükse de hakikatte kardeştir. Dünya yüzünde maddi cihetten aramanın yöntemi yatay iken, insan, dikey boyutta aramaya koyulur. Bu boyutun içinde bazı katmanlar vardır. Tasavvuf da bu katmanların içindedir. Hakikati arayış yataydır, bulduktan sonrası ise dikeydir. Kılıç bunu, maden aramaya benzetir. Bulduktan sonra dikey bir şekilde onu çıkarmaya çalışırsınız.
Mahmut Erol Kılıç, insanlar arasındaki mertebeyi anlatırken bağlanmak zorunda olduğumuz yerin Muhammedî hayat olduğundan bahseder. Bu cihetten tasavvuf mesleği Hz.Peygamber’e (sav) bizzat bağlı olan bir yoldur. Bu açıdan bakıldığında tasavvuf mana ilmidir. Buradan yola çıkarak tasavvufun üç büyük ustası Yûnus Emre, Mevlana Celaleddin Rumî ve Muhyiddin İbn Arabî’yi anlatırken, Şeyhülislam Yahya Efendi, Niyazi Mısri, Oğlanlar Şeyhi Melami İbrahim Efendi’nin tasavvufu tarif eden bazı şiirlerini de şerh ediyor.
Yazar, tasavvufun bir toplumsal uzlaşım modeli olduğunu savunurken, İslâm’ın dünyaya, insanlara ve olaylara hakikat nokta-i nazarıyla bakılması gerektiğini temel alır. Modern eğitimin her insanı aynı duygulara sahipmiş gibi eğitmeye çalışmasının karşısında tasavvuf, varlık sorununu çözmek için ince bir araçtır. Ve modern insanın bunalımlarını gözler önüne sererken yaraların sarılmasına dair çözümler de getirir. Modernizm ve teknolojinin oyuncağı haline gelmiş insana sunduğu çözüm, insanın kendisini tanımasıdır. Kendini tanıyan insan, Allah’ı tanır. Ve yine artık “niçin?” sorusu ile hemhâl olmuş insana verilecek en güzel ilaç Allah’a ulaştıracak yollardan başkası değildir.
Uzun Hikâye programı
Bu vesile ile her cumartesi A Haber televizyon kanalında yayınlanan ve daimi konukların arasında Mahmud Erol Kılıç ve Fatih Çıtlak’ın bulunduğu “Uzun Hikâye” programına da ayrıca dikkat çekmek isterim. Kendilerine has bakış açıları ile birlikte gündeme dair konuların da masaya yatırıldığı bu program, kaçırılmaması ve kaydedilmesi gereken bir arşiv olarak izleyiciye sunuluyor. Canlı izleme imkânı olmayanlar, yayınından birkaç gün sonra kanalın sitesinden video kayıtlarını izleyebilir ve takip edebilir. Bu şekilde; bir hafta fanatizmin ne olduğunu dinlerken, bir sonraki hafta kendinizi tasavvuf tarihinde seyahat ederken ve sonraki hafta da Matrix filminin aslında ne anlattığına dair ipuçlarını gözlerken bulabileceksiniz.
Bekir Arslan yazdı