Boğaziçi Üniversitesi İslam Araştırmaları Kulübü, “İslamî İlimler” başlığı altında bir seminer dizisi düzenliyor. Bugüne kadar Tahsin Görgün, Recep Şentürk, İhsan Fazlıoğlu ve Murtaza Bedir gibi kıymetli hocaları İslamî ilimlerin farklı yönleri üzerine konuşmak için çağıran kulüp, 29 Mart Çarşamba günü İslamî ilimler çatısı altında tasavvuf ilmini konuşmak üzere Mahmud Erol Kılıç’ı ağırladı. “Sûfî Metafiziği ve Biz” başlığını taşıyan konferansa katılımcıların ilgisi büyüktü.
Mahmud Erol Kılıç, konuşmasına, tasavvufun çok boyutlu bir yapıya sahip olduğunu ve İslamî ilimler çerçevesinde değerlendirmek istediğimiz zaman ilk önce tasavvufî düşüncenin ne olduğuna karar vermemiz gerektiğini söyleyerek başladı. Peygamberlerin seçilmiş kişiler olduğunu belirten Mahmud Erol Kılıç, Peygamber Efendimiz’den (s.a.v) sonra bir beşerileşmenin başladığını ve dinî düşüncenin, vahyi emanet alan kişilerin anlayış ve kavrayış düzeylerine göre teşekkül ettiğini söyledi. Budizm’den, Hristiyanlık’tan ve İslam’dan örnekler verdikten sonra barış söylemi üzerine kurulduğu iddia edilen Budizm’in bile bugün farklı bir şekilde şerh edilerek Myanmar’da yapılan vahşeti meşrulaştırabildiğini aktardı. Vahyin, ikinci kişilere intikali esnasında aslına uygun bir şekilde şerh edilebileceğini ve bu durumda gelenekten beslenen güçlü bir medeniyetin kurulabileceğini ifade etti. “Dini düşünce, bazı noktaları yok sayılarak ve reddedilerek de taşınabilir.” diyen Mahmud Erol Kılıç, günümüz İslam âleminde bu vahim durumun kendisini gösterdiğini söyledi.
İmâm Şafii, İmâm-ı Âzam Ebu Hanife’nin türbesini ziyaret etti ve…
Mahmud Erol Kılıç, tasavvufî düşünce modelinde isimlendirmelerin çok büyük bir öneme sahip olmadığını ve sûfî kelimesinin sözlük anlamının “yün giyen kişi” olduğunu belirtti. Bu düşünce modelini anlamak için sûfîlerin kim olduklarına ve nasıl yaşadıklarına bakmamız gerektiğini ekledi. Tasavvufu İslam’ın bir tefsiri olarak tanımlayan Mahmud Erol Kılıç, “Asr-ı Saâdet’te inen din her şeyi mündemiçtir” dedi. Bunun bir zenginlik olduğunu ve bir ayrışmaya sebep olmayacağını ekledi. Bu durumu Şâfiî ve Hanefî mezhepleri üzerinden güzel bir örnekle şu şekilde açıkladı: “İmâm-ı Şafiî ve İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe Hazretleri kunut dualarının hangi namazda okunacağı konusunda farklı yorumlara sahiptir. İmâm-ı Şâfiî sabah namazında okunması gerektiğini söylerken İmâm-ı Âzam vitir namazında okunması gereken bir dua olduğunu belirtmiştir. İmâm Şafii’nin yolu bir gün Bağdat’a düşer ve İmâm-ı Âzam’ın türbesini ziyaret eder. Bağdat’ta kaldığı 20 gün boyunca İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’nin yorumuna uygun şekilde namazlarını kılmıştır. Kendi görüşünün doğruluğunu kabul etmesine rağmen İmam Azam’a gösterdiği hürmetten ötürü onun görüşüne uymuştur. Bu durum, İmâm Şafiî’nin İmâm-ı Âzam’a gösterdiği saygının çok güzel bir özetidir.”
Mühim olan şeyin secde etmek olduğunu söyleyen Mahmud Erol Kılıç, bu farklılıkların güzel ve ufak detaylar olduğunu aktardı.
Tasavvuf Kur’an’da var mıdır?
Tasavvufun Kur’an ayetlerinde var olduğunu ve bu ayetler var olduğu sürece tasavvufun inkâr edilemeyeceğini belirterek devam eden Mahmud Erol Kılıç, konuşmasının bu kısmında bazı ayetleri delil olarak zikretti. “Ben ona (insana) kendi ruhumdan üfledim.” ayetini tefsir eden ârif bir kişinin, bu ayetin anlamını kavrayabilenlerin ayaklarının yerden kesileceğini ifade ettiğini aktardı. “O sizledir, her nerede olursanız olun.” ve “Şüphesiz siz O’ndan geldiniz ve yine O’na döneceksiniz.” ayetlerinin insana “Ben kimim?” sorusunu sordurduğunu söyledi. Bu kimlik sorununun modern insanın en büyük problemi olduğunu ve modern kimliklerin metafizik dışı kimlikler olduğunu ekledi. “Eğer ben dileseydim, hepinizi tek bir millet, ümmet kılardım.” ayetinin vahdet ve kesret kavramlarını ortaya çıkardığını belirtti. “Ben size şah damarınızdan daha yakınım.” ayetinin ise insanın Allah ile olan ilişkini hukuksal boyuttan çıkartarak ilahi bir boyuta taşıdığını vurguladı.
“İnsan halifetullahtır.” diyerek sözlerine devam eden Mahmud Erol Kılıç, “Ben insanı yarattım ve bütün isimlerimi ona yükledim.” ayetinin insanın potansiyelini ispatlayan bir hikmete sahip olduğunun altını çizdi.
İrfan ve hikmetin önemi nedir?
Mahmud Erol Kılıç, İslamî ilimlerde esas olanın irfan ve hikmet olduğunu vurgulayarak konuşmasına devam etti. Günümüz dünyasında İslamî tefekkürün olmadığını ve İslam düşüncesinin sadece fıkıh olarak algılandığını belirtti. İslamî düşünceyi sadece şeriatın cezai hükümlerine indirgemenin çok yaygın ve yanlış bir anlayış olduğunu vurguladı. İrfan ve hikmet dışında her şeyin araç olduğunu aktardı. Geleneğimizde, durumun günümüzden çok daha farklı olduğunu belirttikten sonra Osmanlı medreselerinin kurucusu Davud el-Kayserî’nin Fusûsu’l-Hikem şerhi yazdığını söyledi. Davud el- Kayserî’den sonra gelen Molla Fenarî’nin de Sadrettin Konevî Hazretlerinin “Miftâhü’l-Gayb” eserini şerh ettiğini ve dönemin medrese ehli kişilerinin ârifane bir kişiliğe sahip olduklarını belirtti. Günümüzde dini ilimler öğrenirken çok fazla metodolojik yanlışlar yaptığımızı ve gelenekten kopuk olarak İslamî ilimler eğitimi almaya çalıştığımızı söyledi.
Hadislerin aktarılması noktasında yaşanan sıkıntılara da dikkat çeken Mahmud Erol Kılıç, yüksek metafizik içeren ve herkesin kolayca anlayamayacağı hadislerin aktarılmasının zor olduğunu ve nitekim bu hadislerin bir kısmının kaybolduğunu belirtti. Yüksek derecede metafizik bilgi içeren hadislerin sadece yetkili kişilerce taşınabileceğini vurguladı. İmam Buhârî’nin hadis kitabında yer alan 3000 hadisin, Buhârî’nin kendi kriterlerine uygun olan hadisleri ayırmasıyla ortaya çıktığını söyledi. Bu noktada Buhârî’de yer almayan hadislerin hepsinin yalanlanamayacağını ekledi.
Tasavvufun hayattan uzak olarak algılanmasının yanlış olduğunu ve toplumun her alanında var olduğunu belirten Mahmud Erol Kılıç, tasavvufta insanın kendisini tanımasının ana gâye olduğunu söyledi. Ariflerin İslam anlayışında tüm İslami ilimlerin birlikte var olduğunu Yunus Emre’nin “Şerîat, tarîkat yoldur varana/ Hakîkat, mârifet andan içeru” ilahisine atıfta bulunarak vurguladı. Günümüzde, tasavvufî düşünce modeline güncel örnekler vererek saldırmanın çok yanlış bir tutum olduğunu belirtti ve bu durumun tasavvufî düşüncenin hakikatine asla zarar vermediğini söyleyerek konuşmasını sonlandırdı.
Bedirhan Kır