Bir insanın, vefatının ardından, eserleri haricinde, arkasında bırakabileceği önemli birkaç şeydendir, güzel hatıralar ve hayır dualarla kendisini yâd eden bir topluluk bırakması. İlmî birikim, ahlâkî hassasiyet, sosyal ve toplumsal ilişkilerdeki sağlam duruşun ortaya çıkmasını sağlayacağı bu ortam, düşünce, edebiyat ve sanat dünyamızın müstesna isimlerine nasip olmuştur. Onlar bu ortamı sadece eserleri, çevreleri, yaşantıları ya da kişilikleriyle değil, tüm bu özelliklerinin bütünleşmesini sağlamalarıyla gerçekleştirmişlerdir. Sonrasında da tadına doyulmayan muhabbetler, hatıralar, eserler ve birliktelikler meydana gelmiştir.
Bu nasipli zümreden biri de merhum Prof. Dr. Mehmet Çavuşoğlu Hocadır. 1987 yılında vefat eden Hocayı birçoğumuz görememişsek de, eserleri, yakın çevresinde bulunmuş olan mesai arkadaşları ve bugünün Hocaları olan talebelerinin anlattıkları ve aktardıkları, merhumun özel bir şahsiyet oluşunun halis birer göstergesi mahiyetindedir. Öyle ki o, daha öğrencilik yıllarından itibaren gayet nasiplidir ve özel isimlerin yanıbaşında bulunma, beraber çalışma ve onlardan feyzlenerek söyleyeceklerini aktarma bahtiyarlığına erişmiştir.
Mahir İz'in etkisiyle Hukuk'tan Edebiyat'a geçti
Ahmet Atilla Şentürk Hoca, Hocası Mehmet Çavuşoğlu’nu anlattığı bir konuşmasında, merhumun daha çocuk yaşlardan itibaren edebiyatla iç içe bir hayata gözlerini açtığını belirtir. Çocukluğunda, öğretmen olan babasından şiir ve edebiyatın inceliklerine dair ilk numuneleri alan Çavuşoğlu, lise edebiyat derslerini de Mahir İz merhumdan almış ve Mahir İz Hocanın da etkisiyle edebiyat, Mehmet Çavuşoğlu Hocanın yaşam şekli olmuştur.
Bu etki öyle bir hal alır ki, üniversitede hukuk fakültesi öğrencisi olan Mehmet Çavuşoğlu, bir türlü ısınamadığı bu bölümden kaydını sildirip edebiyat fakültesine geçiş yapar ve Türk Dili ve Edebiyatı bölümüne kaydını yaptırarak, düşünce, birikim ve çalışmalarından beslenip kendi çalışmalarının temelini atmasına vesile olacak Ali Nihad Tarlan Hocanın öğrencisi olur. Ali Nihad Tarlan da bu yıllarda itilen ve sahiplenilmeyen eski edebiyat ürünlerinin yeniden canlanıp anlam kazanması için çalışmalar yapmaktadır. Ali Nihad Tarlan Hocanın rahle-i tedrisine girmesiyle, Çavuşoğlu Hocanın, her bir beyti bir muamma olarak değerlendirilebilecek eski şiirin çözümleme ve yorumlama çalışmaları da başlamış olur.
Akademisyen, şair ve denemeci
Mehmet Çavuşoğlu Hocanın akademik çalışmalarının yanında onu bize tanıtan enfes kitabıdır Divanlar Arasında (Kitabevi Yay.). Eski edebiyata dair inceleme, eleştiri ve gözlemlerini kapsayan bu deneme kitabını okuyan herkes görecektir ki onun dilinde kuru akademisyen üslubu yok, bilakis bir çırpıda kitabı okutturacak bir sadelik, anlaşılırlık ve rahatlık var. Bu yönüyle de eser, klasik edebiyata ilgi duyan ve bu alanın dışından okuma yapmak isteyenler için nefis bir örnek eser olma mahiyeti taşıyor. Kitap, içerdiği konu ve başlıklarıyla da hem ilgi çekici hem de merak ettirici bir özelliğe sahip. Bu denemeler, sade ve yumuşak birer dokunuş eski edebiyatın kapısına.
Akademisyenliği ve denemeci kimliğinin yanında bir de şair kimliği vardır Hocanın. 1959 yılında Ulubatlu Hasan Destanı adlı şiir kitabını yayınlatır ve liseden edebiyat hocası olan Mahir İz de bu kitaba kısa bir takriz yazar.
Bunlarla beraber, Çavuşoğlu Hocanın 10’dan fazla dîvan şerhi, tahlili, tenkidi ve yayınından oluşan eserleri mevcuttur. O, asıl çalışma alanı eski Türk edebiyatı olmasına rağmen, eserlerinde halk edebiyatı, yeni edebiyat ve Batı edebiyatına da göndermelerde bulunarak bu alanlarla ilgili görüş, düşünce ve değerlendirmelerine de zaman zaman eserlerinde yer vermiştir.
Merhumun hocalığı, samimi ve sağlam çalışmalarıyla, gayretli hayatının yanında yine yakın çevresinde bulunmuş arkadaş ve dostlarının hatıralarıyla farklı özellikleriyle de tanışmış oluyoruz. Ahmet Atilla Şentürk'ün Mertol Tulum’dan aktardığına göre, merhum Mehmet Çavuşoğlu, kovboy hikâyelerine ve filmlerine çok meraklıymış. Öyle ki tanıdığı sahafları bu hikâyeleri kendisi için ayırması yönünde tenbihler ve gösterimde bir kovboy filmi varsa onu da büyük bir merak ve heyecanla izlermiş.
Kefeninin parasını aylar öncesinden ve eksiksiz ödemiş
2012 yılında, vefatının yirmi beşinci yılı münasebetiyle Ordu Üniversitesi’nde yapılan bir sempozyumda Çavuşoğlu ailesini temsilen programa katılan merhumun kardeşi, Çavuşoğlu Hocayla vefatından birkaç ay önce aralarında geçen bir hatırayı paylaşıyor.
“Yirmi beş yıldır açıklamadığım, sırrına eremediğim bir olaya ilk defa burada değinmek istiyorum. 1987 yılı Nisan ayı baslarında son Bodrum seyahatinden döndükten sonra Mimar Sinan Üniversitesi’nin Beşiktaş’ta bulunan Edebiyat Fakültesi’ndeki odasına uğradım Almanya’ya dönmeden önce. Yanında İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümünden arkadaşı, Prof. Dr. Güven Arsebük vardı (O zaman doçentti). Güven Bey’i ve beni yemeğe davet etti Ortaköy’e... Yemekte Güven Bey’e 'Gel Güven seni buraya alayım; bölümü burada kur. Bazı arkadaşlar söz verdikleri halde sonradan gelmediler. Zeynep Kerman’ı da almak istiyorum buraya.' dedi. Güven Bey çok sevindiğini, bazı işlerini bitirmek istediğini, zamana ihtiyacı olduğunu söyledi.
Daha sonra ayrılıp beraber yola koyulduk. Besiktaş’ta bir bankaya uğradı. 'Paran var mı?' dedi bana. Yarın sabah havaalanına gitmek için 30 lira param olduğunu söyleyince 'Olur mu? Al şu parayı, cebinde bulunsun; lâzım olur’ dedi ve elindeki demetten sayarak 1500 lira tutuşturdu elime. Almadım. 'Ne yapayım bu kadar parayı? Almanya’da bu hiçbir işe yaramaz. Bir on lira ver bari, alanda kahve içerim.’ dediysem de ceketimin cebine koydu parayı. Fazla ısrar etmedim; çünkü ağabeyimdi.
Bundan üç ay sonra 11 Temmuz 1987’de trafik kazası haberi beni perişan eyledi. 'Yoğun bakımda’ dediler hep... İstanbul’a geldikten sonra Cerrahpaşa Hastanesi’nin morguna gittim. Bana kefen bezi almamı söylediler; satış mağazalarını tarif ettiler. Gittim. En iyi
kefen bezi hangisiyse ondan vermelerini söyleyince 'saten' dediler ve ölçüp-biçip paketlediler. 'Kaç lira tuttu?’ deyince aldığım cevap karsısında yere yığılmaktan kendimi güçlükle tuttum; çünkü aldığım cevap 1500 lira idi. Bir kahve parası dahi harcamadığım o para pasaportumun yanında olduğu için cebimdeydi. Kredi kartımla ödemeyip cebimdeki (sanki emanet verdiği) parasını saymadan uzatıp verdim. 'Neden ağabey, neden?' diyordum kendi kendime; 'nasıl onu hesap ettin? Bin dört yüz değil, bin altı yüz değil de bin beş yüz lira... Kefen paranı bana ödettirmedin; kendin ödedin; hem de peşin ödedin…'
Yavuz Ertürk yazdı