24 Temmuz 1802 tarihinde Fransa’da doğan Alexandre Dumas, yaşadığı dönemi kapsayan 19. yüzyıl içinde yıldızı parlamış ve pek çok başarıya imza atmış Fransız yazarlardan biridir. Kendisi ile aynı adı taşıyan oğlu da tanınmış bir yazar olduğundan, isminin başına baba sözcüğü getirilerek anılır.
Dumas, babasının bir soylu olmasına ve kişisel alanda çok başarılı olmasına rağmen büyük annesinden gelen genleri nedeniyle melez olduğu için kendisine karşı yapılan haksızlıklarla mücadele etmek zorunda kalmıştır. Ama zeki bir insan olduğu için kendisini çok güzel ifade edebilmiş, söze sözle cevap vermeyi tercih etmiştir. Verdiği cevapların hepsi özlü söz niteliğinde değer görmüştür. Küçük yaşta babasını kaybetmesi nedeniyle yeterli öğrenim görmeyen Alexandre Dumas’ın annesi oğlunun iyi bir eğitim almasını istemiş ancak içinde bulunduğu maddi zorluklar nedeniyle bu konuda bir şey yapamamıştır. Buna rağmen güçlü ve kararlı bir kişiliğe sahip olan Alexandre, kendi kendine İspanyolca öğrenmeyi başarmış, eline geçen her türlü kitabı okuyarak kişisel gelişimini sağlamıştır.
Genç yaşta para kazanmak amacı ile gittiği Paris’te avukat olma hayalleri kurmuş ancak Fransa kralının hizmetinde çalışmaya başlamıştır. 68 yıllık yaşamında pek çok edebî eser vermiş bir isim olan Dumas, ilk önce tiyatro oyunlarına ilgi göstermiş ve bu alandaki çalışmaları epey sevilmiştir. Tiyatro alanında çalışmalar yaparak bu konuda da bazı deneyimler elde eden Dumas’ın yazdığı tiyatro oyunları Fransa halkı tarafından büyük ilgi görmüştür. “III. Henri ve Sarayı” isimli tiyatro oyununda Fransa Rönesans’ına ait önemli izler bulunmaktadır. Ardından tarihsel romanları ile dikkat çekmiş olan ünlü Fransız yazar, yazarlık hayatındaki en önemli başarıları bu alanda yazdığı eserlerle elde etmiştir. Tarihsel romanları ile dikkat çekmeyi başaran Dumas’ın romanlarında işlediği konulardaki iyi ve kötü ayrımının belirgin bir şekilde olması eserlerinin oldukça ilgi görmesine neden olmuştur.
Macera konulu üç yüze yakın eser
Aralarında Victor Hugo’nun da bulunduğu başarılı yazarlar listesinde yer alan Alexandre Dumas, yazdığı başarılı eserler sonucunda hatırı sayılır bir gelir elde etmeye başlamıştır. Kazandıkları ile bir yandan borçlarını öderken bir yandan da lüks yaşamayı ihmal etmemiştir. Gazetecilik alanını da deneyimlemiş ancak yazdığı gezi yazıları ilgi görmeyince gazetecilik hevesi çok kısa sürmüştür. Yüzlerce eser vermiş olmasına rağmen bazı romanlarında elde ettiği üstün başarıları nedeniyle, genellikle bu kitaplarla anılmıştır. Alexandre Dumas’ın; “Demir Maske”, “Siyah Lale”, “Monte Kristo Kontu”, “Son Şövalye”, “Napoleon Bonaperte”, “Kamelyalı Kadın”, “Üç Silahşör” ve “Anılar” gibi eserleri en popüler olanlarıdır. Dumas, bu eserlerinin yanı sıra macera konulu üç yüze yakın eser bırakmıştır.
Hayatının büyük bir bölümünü yazarlığa adayan Alexandre Dumas, 5 Aralık 1870 tarihinde Fransa’nın Yukarı Normandiya bölgesinde Dieppe yakınlarında hayatını kaybettikten sonra Aisne ilindeki Villers-Cotterets’te gömülmüştür. Ölümünden sonra 2002 yılına kadar hak ettiği değeri görememiş olan yazar, 2002 yılında yapılan anma töreninde dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, yazarın küllerinin birçok aydının gömüldüğü Paris’teki Pantheon anıtına getirilmesine katkıda bulunmuştur. Baba Dumas, döneminin en verimli yazarlarından birisi olmayı başarmıştır. Her zaman en çok okunan yazarlar arasında yer almış ve eserleri yaklaşık yüz dile çevrilip yayınlanmıştır.
Monte Kristo Kontu
Alexandre Dumas
“Monte Kristo Kontu”, Alexandre Dumas’ın en önemli romanıdır. Dumas, bu eserini 1844 yılında bitirmiştir ve yazımını bitirmesinden sonraki iki yıl içerisinde on sekiz bölümden oluşan bir seri olarak yayınlanmıştır. 1800’lü yıllarda Fransa’da geçen roman, Napolyon Fransa’sını anlatmaktadır. Pek çok dile çevrilip yüzlerce ülkede en çok sevilen ve okunan eserlerden birisi olmuş kitapta, haksızlığa ve iftiraya uğrayan bir denizcinin intikam öyküsü son derece akıcı bir dille anlatılmış ve macera romanları arasında bir klasik olmuştur. Bir denizci olan Edmon Dantes’in seferde olduğu geminin kaptanı hastalanmıştır. Hasta kaptan yerine Dantes’in kaptan olmasını dilemiş ve ardından vefat etmiştir. Bu olay gemi personeli tarafından da kabul görmüş ve hiç sorgulanmamıştır. Sadece gemide muhasebeci olarak bulunan Danglars bu durumdan hiç memnun olmamıştır. Dantes Marsilaylı bir denizcidir ve sefer bittikten sonra ailesinin yanına Marsilya’ya gider. Burada yaşlı babası ve nişanlısı Mercedes vardır ve onu özlemle beklemektedir.
Mercedes ailesini kaybetmiştir ve hayatta olan tek yakını amcasının oğlu olan Fernand’dır. Fernand Mercedes’e âşıktır ve onunla evlenmek istemektedir. Fakat Mercedes Dantes’e âşıktır ve ona çok sadıktır. Dantes Marsilya’ya döndüğünde hemen nişanlısının evine gider. Fernand’da evdedir fakat Dantes’in gelişine hiç memnun olmaz. Dantes’in Marsilya’ya döndükten sonra yaşadıkları kitabın konusunu oluşturmaktadır. Fernand, Dantes gelince evden ayrılır ve geminin muhasebecisi olan Danglars ile tesadüf eseri karşılaşır. İkisi de onu kıskanmakta ve ondan nefret etmektedir. İkili içki içerek bir intikam planı oluşturur. Dantes’i Napolyon’un casusu gibi ihbar ederler ve Dantes yakalanarak hapse atılır. Dantes’in hapse atıldığı gün Mercedes’le evlendiği düğün günüdür. 14 yılını hapiste geçirir ve bu süre zarfında bir adaya sürgün edilmiştir.
İntikamın sınır tanımamazlığı
Dantes hapiste geçirdiği süreyi kendini eğitmekle geçirmektedir. Bu sırada tanıştığı Abbe Farya onun her şeyin farkına varmasını sağlar ve bundan sonra Dantes sadece intikam için var olacaktır. Hapiste tanıştığı Farya, Dantes’e gizli bir hazinenin varlığından söz eder. 14 yıl hapiste kalan ve bu süreyi kendini eğitmek için kullanan ve intikam hırsıyla dolmuş olan Dantes hapisten kaçar. Farya’nın bahsettiği hazineyi bulur, yeni hayatına eğitimli ve zengin biri olarak başlar. Dantes yeni bir kimlik belirler ve kendisini Monte Kristo Kontu olarak tanıtır. Hayatını mahfeden insanları yakından takip etmeye başlar ve onların zaaflarını belirler. Onların zaafları üzerinden de intikam planını işlemeye başlar. Eskiden çok iyi bir insan olan Dantes tamamen değişmiş ve sadece intikam peşinde koşan bir insan olmuştur. “Monte Kristo Kontu” günümüzde hâle en iyi macera romanları arasında yer almaktadır ve insanın uğradığı haksızlıklara karşı intikam alırken sınır tanımadığının güzel bir örneğidir.
Üç Silahşörler
Alexandre Dumas
“Üç Silahşörler” romanı, yazarın tarihi macera türündeki eseridir. Alexandre Dumas’ın büyük bir üne kavuşmasını sağlayan ve en çok sevilen eseri olan “Üç Silahşörler” yayınlandığı zamandan itibaren büyük bir beğeniyle okunmuş, filmlere ve çizgi filmlere uyarlanmıştır. Eserin başkahramanlarından biri olan Dartanyan’ın maceraları, yazarın “On Yıl Sonra” ve “Yirmi Yıl Sonra” adlı eserlerinde devam etmektedir. Kitabın adı her ne kadar “Üç Silahşörler” olsa da sıradan bir gidişatı olan üç silahşörün arasına katılan Dartanyan ile birlikte hareketlilik kazanan bir silahşör grubunun maceraları anlatılmaktadır.
17. yüzyılın ortalarında, Melung kasabasında yaşayan Gaskonyalı bir aile vardır. Bu ailenin babası, gençliğinde kralın sarayında silahşör olmak istemiş ama başaramamıştır. “Ben yapamadım, en azından oğlum yapsın.” düşüncesiyle, gençliğe daha yeni adım atmış oğlunun eline bir mektup tutuşturarak kasabaya M. de Treville’nin yanına göndermiştir. Babasının kendisine biçtiği rolle birlikte kendi yoluna giden Dartanyan, ilginç atı, uzun kılıcı ile birlikte yola çıkmıştır. Yolda çeşitli kavgalara dâhil olmuş ve geçtiği yerlerde yadırganmıştır. Sonunda kasabaya ulaştığında insanlar yine onu yadırgayıp alay etmişlerdir. Dartanyan dayanamayıp yine kavga etmiş ama bu sefer kendini yerde baygın bulmuştur. Onu bayıltanlar, Dartanyan’ın cebinden babasının yazdığı mektubu alıp gitmişlerdir. Sarayda, babasının mektup yazdığı adam olan M. de Treville’yi bulup durumu anlatmıştır.
“Gerçekleri söyleyerek kendi ipimi çektiğini biliyorum ama olsun, böylece hayatta en önem verdiğim şeyi, yani kendime olan saygımı kaybetmemiş olacağım.”
Fakat tam o anda sarayın bahçesinde, cebindeki mektubu çalan adamı görmüş ve onu yakalayabilmek için hızla atılmıştır. Koşarken, kralın silahşörlerinden biri olan Athos’a çarpmış ve özür dilemiştir ama Athos özrü kabul etmeyerek Dartanyan’ı on birde düelloya çağırmıştır. Düelloyu mecburen kabul eden Dartanyan, koşmaya devam etmiş ve bu sefer de kralın bir diğer silahşörü olan Portos’a çarpmıştır. Her ne kadar özür dilese de Portos da özrü kabul etmemiş ve onu saat on üçte düelloya çağırmıştır. Dartanyan, tüm bu harcadığı zamandan sonra kovaladığı adamı elinden kaçırmıştır. Bunun üzerine, düelloya söz verdiği Athos’un yanına gitmeye karar vermiş ama yolda giderken bir başka silahşör olan Aramis ile de sorun yaşamış, onunla da saat on dört için randevulaşmışlardır.
Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için
Düello için Athos ile anlaştıkları yere gelince Athos’un, yanında şahit olarak Portos ve Aramis’i getirdiğini görmüştür. Birbirleriyle konuşunca aslında dördünün de iyi birer insan olduklarını ve iyi bir şekilde anlaştıklarını görmüşler fakat bu düelloyu yapmayı kendilerine görev bildiklerinden vazgeçmemişler. Ülkede de birçok kişi tarafından “Üç Silahşörler” olarak tanınan bu üç adam; cesur, korkusuz ve aynı zamanda kararlıdırlar. Dartanyan, adamların hırslarını ve kararlılıklarını görünce bu düellodan sağ çıkamayacağını, öleceğini düşünmüştür. Tam düelloya başlayacaklardır ki kardinalin askerleri oraya basmıştır. O zamanlarda gizlice dövüşmek yasak olduğundan, askerler silahşörlere saldıracaklardır. Dartanyan ise askerlerin değil de silahşörlerin yanında yer almaya karar vermiş ve silahşörler ile birlikte askerlere karşı çarpışmıştır. Bu kalabalık düelloyu kazanan Üç Silahşörler ve Dartanyan, M. de Treville tarafından takdir edilmiştir. Bu düellonun sonucunda Üç Silahşörler, Dartanyan’ı yanlarına almaya karar vermiş ve bunu kendisine söylemişlerdir. Artık aralarında hiçbir husumet kalmayan bu arkadaşlar, her zaman birbirlerinin yanında olup olumsuzluk ve adaletsizliğe karşı başkaldırmışlardır.
Demir Maske
Alexandre Dumas
Dumas’ın “Demir Maske” romanında “Üç Silahşörler” romanında “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” andını eden silahşörlerin, Kral XV. Louis dönemindeki maceraları ve ölümlerine kadar uzanan süreç anlatılmaktadır. Bu bakımdan roman, “Üç Silahşörler” adlı romanının sonu sayılmaktadır. Alexandre Dumas’nın bu eseri diğer eserlerinde de olduğu gibi tarihi olaylara dayanmış ama birebir bağlı kalmamıştır. Hatta tarihi gerçekleri kısmen de olsa kendi kurmacasına uyacak şekillerde değiştirmiştir. Bu bakımdan değerlendirildiğinde Dumas’ın bu romanının tarihi olaylara da değinen hayali ve kurmaca bir roman olduğunu kabul edilmektedir.
Siyah Lale
Alexandre Dumas
Bir Alexandre Dumas klasiği olan “Siyah Lale” tarihi bir roman niteliği taşımaktadır. Yazarın en sevilen romanlarından biri olan eser, hem Fransız hem de dünya edebiyatının klasiklerinden biri olmayı başarmıştır. Roman; tarihî, kahramanlık, siyaset, dram ve aşk gibi çeşitli konuları işleyen yapısı ile yazıldığı günlerden bu güne genç kuşakların çok sevdiği dünya klasikleri arasındadır. Kitabın ana konusunu 17. yüzyıl Hollanda’sında tarihi bir dekor içerisinde döneme damgasını vuran “Lale yetiştirme” tutkusu ile birlikte yaşanan aşk, kıskançlık oluşturur.
Oldukça zengin bir doktor olan Cornelius Von Baerle hem parasını değerlendirmek hem de güzel bir uğraş edinmek için dönemin en zarif ve pahalı uğraşlarından olan lale yetiştiriciliğine başlar. Hobi olarak başladığı bu iş kısa sürede hayatının tek gayesi olur. O sırada “Haarlem Çiçekçilik Derneği” siyah lale yetiştirene büyük ödül vereceği bir yarışma düzenler. Baerle de siyah lale soğanı oluşturmak için çalışmalara başlar. Onun gibi lale yetiştiricisi olan kıskanç komşusu Isaac Boxtel, Baerle’nin her yaptığını takip etmektedir. Baerle’nin siyah lale soğanını yetiştirdiğini anladığında bir iftirayla onu tutuklatıp hapse attırır. Cornelius, müebbet hapse mahkûm olur. Yetiştirdiği üç siyah lale soğanını üzerinde saklayarak hapse girer.
Gerçeklerin gün yüzüne çıkışı
Amacına ulaşan Boxtel, Van Baerle’nin evine girip lale soğanlarını arar, bulamayınca deliye döner. Van Baerle hücresine götürüldükten sonra göğsüne sakladığı lale soğanlarını bir taşın arkasına saklar. Laleleri yetiştiremeyeceğini düşünüp büyük bir umutsuzluğa kapılan Baerle, gardiyanın kızı Rosa’yla tanışır ve ona âşık olur. İşlemediği bir suç yüzünden yargıçlar tarafından ölüm cezasına çarptırıldığını öğrenen Van Baerle Rosa’ya, “Siyah laleleri yetiştirip Haarlem Cemiyetine göndermeni ve ödülü almanı istiyorum, çeyiz paran olsun.” der.
“Aşk çiçekleniyor ve etrafındaki her şeyi de çiçeklendiriyordu: Aşk, dünyanın tüm çiçeklerinden daha parıltılı, daha hoş kokuluydu.”
Rosa, onun bu son arzusunu kabul eder ve o günden sonra her gece Baerle’nin hücresine gelip ondan laleyi nasıl yetiştireceğini öğrenir. Cornelius Van Baerle, artık idam edileceği güne kadar sadece lalelerini ve Rosa’yı düşünüyordu. Tüm bu uğraşların neticesinde Rosa ve Baerle hapishanede siyah laleyi yetiştirirler ve büyük ödülün sahibi olurlar. Bütün bunlar olurken Van Baerle’nin suçsuzluğu anlaşılır ve özgürlüğüne kavuşur. Gerçeklerin gün yüzüne çıkmasıyla özgürlüğüne kavuşan Cornelius Von Baerle âşık olduğu kadın Rosa’yla evlenerek mutlu bir yuva kurar.
Sainte-Hermine Şövalyesi
Alexandre Dumas
Alexandre Dumas’nın hayatı ve eserleri konusunda önde gelen uzmanlardan biri olan Claude Schopp, 80’lerin sonunda, Milli Kütüphane Arşivi’nde Dumas döneminin gazetelerini incelerken Alexandre Dumas tarafından “Sainte-Hermine’li Hector” ismiyle üç ayrı gazetede tefrika edilmiş bir eser tespit eder. Bu romanın konusu, Fransa’daki konsüllük ve imparatorluk döneminde geçmektedir. 125 yıl boyunca Paris Milli Kütüphanesi’nin arşivlerinde saklı kalan “Son Şövalye”, Sainte-Hermine Kontu’nun maceralarını anlatmaktadır. Kitap, “Beyazlar ve Maviler” ile “Yehu’nun Yoldaşları” adlı eserlerin devamı niteliğindedir.
“Bir insanı tam olarak ölçebilmek için onu azametinin tepesindeyken değil, zaaflarının en derininde gözlemlemek lazımdır.”
Şövalyeliğin tüm erdemleri
Kitap, her ne kadar Hector Saint-Hermine’in hikâyesini anlatıyor olsa da Napolyon Bonapart ile başlamaktadır. Hatta okuyucuyu şüpheye düşürecek kadar uzun bir süre yalnızca Bonapart’tan ve o dönemdeki siyasi olaylardan bahsetmektedir. Kitapta, Napoleon’un temsil ettiği değişimle uzlaşmaya çalışan ve şövalyeliğin tüm erdemlerini mükemmel bir biçimde temsil eden genç bir şövalyenin hikâyesi ele alınmaktadır. Claude Schopp’un yazdığı olası sonu ve Napoleon dönemi meraklılarını tatmin edecek notlarını da içeren bu kitap, Dumas okurlarını Paris salonlarından hapishanelere, Avrupa’dan Güney Asya’ya, Seine Nehri’nden okyanuslara, kara muharebelerinden korsan gemilerine uzanan müthiş bir maceraya davet ediyor. Dumas, Hector’un maceralarını dört veya altı ciltten oluşan bir seri hâlinde yazmayı planlamış ancak ömrü buna yetmemiştir. Kitabın sonunda bir de Hector’un başka bir macerasının ilk üç bölümü bulunmaktadır.
Defne Balcı, Macera Romanlarının Usta Kalemi, Kitabın Ortası dergisi, Aralık 2019, Sayı 33.