Mavera Eğitim ve Sağlık Vakfı her Çarşamba düzenlediği İslami içerikli toplantılara 5 Nisan Çarşamba günü 27. konferansıyla birlikte devam etti.

İstanbul Şehir Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dekanı olarak 2012’den beri görev yapan Prof. Dr. M. Ali Büyükkara; İslam Mezhepleri, Çağdaş İslami Akım ve Hareketler, Kelam Tarihi gibi konularda yaptığı akademik çalışmalarla biliniyor.

Mavera Eğitim ve Sağlık Vakfı’nın genel merkezinde yapılan konferansta Ehli Sünnet mezhebine bakışı tarihsel ve toplumsal süreçleri içerisinde tanımlayarak ele alan M. Ali Büyükkara, “tarih boyunca taraflar birbirlerini olumsuzlayarak kendilerini konumlandırmayı tercih ettiler” cümlesiyle “Ehli Sünnet Üzerine Düşünceler” konferansına başladı.

“Ehli sünnet” ve “ehli cemaat” derken ne anlamalıyız?

Ehli Sünnet ve Şia mezheplerinin kendi temellendirmelerini Peygamberi referans göstererek yaptıklarını ifade eden Büyükkara, Ehli Sünnet vel Cemaat kavramını ikiye ayırırken şunları ifade etti: “Bugün ki Ehli Sünnet’in dinamikleri tarihten süzülerek oluşuyor ve düşünce ve eylem biçimi olarak kendisini oluşturuyor. Ehli Sünnet’i ana akım, ana gövde olarak tanımlamak, bir mezhep olarak tanımlamaktan daha doğru olacaktır. Mezhep olarak tanımlasak bile, standartları, dinamik ve kuralları itibariyle en son oluşan mezhebin Ehli Sünnet olduğunu görürüz. Bu da hicri 5. yüzyıla uzanan bir gelişim sergilemektedir.”

Cemaat ne demek?

“Cemaat çoğunluğun siyasi bir yönelimidir. Yani Hz. Ebubekir’i, Hz. Ömer’i, Hz. Osman’ı, Hz. Ali’yi ve sonra Emeviler… Emeviler’i kerhen veya gönül rızasıyla yine büyük kalabalıklar kabul etmiş veya desteklemiş, daha sonra Abbasiler gelmiştir. Buradaki ‘cemaat’ çoğunluğu temsil etmektedir. O zaman da çoğunluğu temsil ediyordu, bugün de öyle. O yüzden ‘ehli sünnet vel cemaat’in diğer bir ismi ‘es sevadul azam (büyük kalabalıklar)’ şeklinde kayıtlara geçmiştir.

Kendisinden olmayan ile tanımlanmak

“5. yüzyıldan önce Ehli Sünnet vel cemaat yine vardı. Büyük kalabalıklar vardı. Orada Sünnilik bir mezhebi temsil etmiyordu.  Sunnilik; şii olmayan, harici olmayan, mutezili olmayan demekti. Sunniler kendilerini dışındakilerle tanımlıyordu.

Büyük günahı sebebiyle ‘hariciler gibi’ tekfir etmiyorlarsa, onlar sunniydiler.

Hilafet sırası fazilet sırasıdır. Ebubekir, Ömer, Osman, Ali diyenler Ehli Sünnetti. Çünkü Şia; Hz. Ali ile başlatıyordu bu işi.

Mutezile gibi ‘Kader yoktur’ demeyenler, Sunniydi. ‘Kader vardır, onun dışında hiçbir şey yoktur’ diyen Cebriye’yi kabul etmeyenler de Sunniydi.

Sünnetin karşılığı bidatti. Bu itikadi yanlışlar bidat olarak damgalandı. Dolasıyla ‘ehli sünnet’ olmayanlar ‘ehli bidat’ oldular. ‘Cemaat ehli’ olmayanlar da ‘cahiliyye’ olarak vasıflandılar. Çünkü bu konuda hadisler vardı. Seçilmiş lidere biatlı olarak ölmeyenler cahiliyye ölümü ile ölmüş olurlardı.”

Mezhepler bir realitedir

“Hayatın akışına karşı mezhepler bir çözüm yolu olmakla birlikte bir ihtilaf sebebidir. Coğrafya, mizaç ve karakterlere göre farklılık arzetmesi lazım dinin. Tek düze olamaz, dinamik olması lazım.
İhtilafın tefrikaya sebep olmaması lazım. İhtilafın; camilerimizi ayırmaya, kıblelerimizi değiştirmeye, kız alıp-vermelerimize sebep olmaması lazım. Cenab-ı Hakk tefrikayı yasaklıyor.

İmtihanı kaybedenler, ihtilaflarını tefrikaya çevirenlerdir ve haklıya hakkını teslim etmek de tarafsız olmaya engel değildir.”

“Ehli Sünnet Üzerine Düşünceler” başlıklı konferansın tamamını linkten seyredebilirsiniz.