Kimi zaman tarih öyle yerlerde ve tahmin edilemez şekillerde karşımızda beliriyor ki, geçmişin o kadar da geçmiş olmadığını, “şimdinin”, zaman dediğimiz şeyin kesişme noktalarından ibaretmiş gibi karşımızda durduğunu hissediyoruz. Sadece izlere dokunarak yüzyıl önce yaşanmış bir savaşın ortasında, bir sürgünün, bir esaret gününün çaresizliğinin kıyısında bulabiliyoruz kendimizi.
Geçtiğimiz günlerde Litvanya’nın en eski şehirlerinden biri olan Kėdainiai’ye yaptığım yolculuk sırasında gördüğüm “mescidsiz, tek başına yükselen minare”, dokunduğumuz an farklı tarih sayfalarını hareketlendirecek öyle bir izdi sanırım. Bir yerden kopup gelmiş gibi, tarihin dokusundan fışkırmış gibi bir izdi.
(+) |
Vilnius’tan 150 kilometre uzaklıkta olan Kėdainiai, Litvanya’nın ikinci büyük şehri olan Kaunas’ın 51 km kuzeyinde küçük ve sakin bir şehir. 14. yy’la kadar uzanan tarihinde İsveç, Çarlık Rusya’sı ve 1942'de Naziler tarafından işgal edilmiş. Litvan kaynaklarında 1880 yılında inşa edildiği belirtilen minare Kėdainiai şehrindeki tren istasyonu ile Dotnuvėlė Nehri arasında, bir orman-park alanında bulunuyor. Yüksekliği 25m olan minare, mimari özellikleri açısından tipik bir Osmanlı minaresi görünümünde. Üzerinde birisi Osmanlı Türkçe’siyle, diğeri Arapça yazılmış iki levha (مَن ذَا الَّذِي يَشْفَعُ عِنْدَهُ إِلاَّ بِإِذْنِهِ) bulunuyor.
![]() |
(+) |
“Sivastopol Savunucusu” Totleben
Gerek yazılı Litvan kaynaklarında, gerekse halk arasında minarenin bir anıt olarak yapıldığı bilgisi mevcut. Rus general Eduard Ivanovich Totleben tarafından yaptırıldığı bilinen minarenin yapılma nedeniyle ilgili iki rivayet var: İlki neredeyse tüm tarihi olayların içine dahil edilen, tarihi eserlerin yapılma sebepleri arasında bulunan gönül ilişkisi. Rivayetlere bakılırsa E. Totleben bir Türk (bazı kaynaklarda Kafkas asıllı diye geçiyor) kadınını (bazı kaynaklarda eşi olduğu söyleniyor) seviyor ve onun onuruna bu minareyi inşa ettiriyor. İkinci rivayet ise; minarenin Balkan Savaşında kazanılan başarıyı sürekli hatırlatsın diye inşa edilmiş olduğu ve üzerindeki levhaların savaş ganimeti olarak Plevne’den getirildiği yolunda.
Bir Rus generalin savaş başarısını hatırlatsın diye bir minare yaptırmış olması ya da bir gönül ilişkisi yüzünden bir minare inşa edilmiş olması pek mantıklı gelmediği için minare ve E.Totleben hakkında biraz araştırma yaptım. Rus General E. Todleben 1836’da orduya katılıyor. E. Totleben’in tarihte karşımıza çıktığı ilk önemli nokta Kafkasya. Şeyh Şamil’e karşı yürütülen projenin başında 1848-50 yılları arasında mühendis yüzbaşı olarak aktif görev alıyor. Sonrasında Totleben‘i Osmanlı- Rus savaşı sırasında Sivastopol Savunmasında görüyoruz. Her ne kadar Rusya’nın mağlubiyetiyle sonuçlanmış olsa da Ekim 1854’ten Ocak 1855’e kadar Sivastopol’u savunması ve savunmada gösterdiği askeri başarı nedeniyle Ruslar arasında “Sivastopol Savunucusu” diye adlandırılıyor.
Aynı yıllarda Sibirya’da sürgünde bulunan Rus romancı F.Dostoyevski (ki Totleben’in kardeşiyle askeri mühendislik okulunda aynı sınıfı paylaşmış ve onun yakın arkadaşıdır) 24 Mart 1856 tarihli bir mektup göndererek E.Totleben’den sürgünlüğünün sonlandırılması için yardım talep ediyor. E.Totleben F.Dostoyevski’yi hatırlıyor ve insiyatifini kullanıp Dostoyevski’ye astsubaylık rütbesi verilmesini sağlayarak sürgün yıllarının sona ermesini kolaylaştırıyor. Daha sonra E.Totleben '93 Harbi diye bilinen Balkan Savaşları esnasında karşımıza çıkıyor. Osman Paşa ve komutasındaki askerler Plevne’de Rus hücumunu üç kez geri püskürtüyor, Plevne’nin bu kadar uzun süre alınamaması karşısında E. Totleben Rus ordularının başına getiriliyor. Osman Paşa ve askerlerinin Plevne’de verdikleri mücadele karşısında E.Totleben hücum taktiğiyle Plevne’nin alınamayacağını şu sözleriyle dile getiriyor: “İnsan eliyle yapılmış istihkamların en kuvvetlisi olan Plevne, Türkler tarafından da savunulduktan sonra hiç bir zaman hücumla alınamaz.”
Mescidsizleştirilmiş, cemaatsizleştirilmiş bir minare
E.Totleben hücum taktiği yerine Plevne’nin çevresini sarıp her türlü iletişim imkanını yok ederek Osman Paşa ve ordusunu uzunca bir bekleyişin ardından teslim olmaya mecbur bırakıyor. Savaşın ardından Plevne’de ve hayatta kalabilen Osmanlı askerleri savaş esirleri olarak yürüye yürüye Rusya’ya götürülüyor. E.Totleben ise savaşın ardından Vilna (Vilnius) valiliği görevine getiriliyor. Tüm bu bilgiler Kėdainiai’deki minarenin esir olarak E.Totleben’e verilmiş Osmanlı askerleri tarafından, yalnızca bir minare değil de cami olarak yapılmış olabileceğini düşündürüyor.
Minareyle ilgili bulduğum bir iki fotoğraf minarenin bir cami olarak inşa edilmiş olabileceğini düşündürdü. Ne yazık ki kesin bir bilgiye ulaşamadım. Bir dönem minareye bitişik bir ev yapılmış ve burası mesken olarak kullanılmış. Şimdi ise sessizliğin sıfır noktasında tek başına yükseliyor. Birkaç kez tahrip edilmiş ve sonrasında onarımı yapılmış.
Eğer yalnızca mimari bir anıt olarak dikildiyse; yerinden edilmiş, mescidsizleştirilmiş, cemaatsizleştirilmiş bir minare, inşa ettirenler açısından gerçekleşmesini diledikleri, bekledikleri bir rüyanın izdüşümü de olabilir.
Emine Kocabaş Kılınç http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=301535
Mehmet Erken ç-alıntıladı