Hiç şüphesiz kelimeler de insanlar gibi doğar, yaşar ve ölürler. Onların hayat çizgilerini insan yaşamında ve toplumda meydana gelen değişimler belirler. Tanzimat sonrası nevzuhur bir insan tipi olarak ortaya çıkan, daha sonraki nesillerin anlamlandırma ve konumlandırmaya çabalayarak yorulduğu, Cumhuriyet sonrası muhafazakarların kendi toplumuna yabancılaşmış kesim için –küfür sigasında- kullandığı bir “kozmopolit” kelimesi de toplumdaki değişimler neticesinde dilimize girmiş; yine bu değişimlerin etkisiyle 1980 sonrası Türk gençliğinin kelime dağarcığından silinip gitmiştir. Bu yazıda ‘’kozmopolit’’ kelimesinin serencamını incelerken Türk Batılılaşmasının da nereye savrulduğunun izini süreceğiz.

Vatanım ruy-ı zemin, milletim nev-i beşer

Kubbealtı Lugati’nin “Yabancılara ait şeylere hayran olan, milli ve yerli bir rengi olmayan, milli özelliğini yitirmiş kimse” olarak tanımladığı kozmopolit kelimesi, Tanzimat’tan sonra dilimize girmişse de ilk romanlarımızda bu tip yanlış Batılılaşmış kimseler için “alafranga’’ tabirinin kullanıldığını görmekteyiz. Ahmet Mithat Efendi gibi görmüş geçirmiş Osmanlı aydınları bu menhus tipten halkı korumak için romanlar yazmış, halkı uyarmıştır.

“Kozmopolit” kelimesi Batılılaşmanın ivme kazandığı Servet-i Fünun döneminde “alafranga’’nın yerini almıştır. Denilebilir ki kozmopolitlikle suçlanan ilk edebiyatçılardan biri Tevfik Fikret’tir. Bir Protestan rahibinin sırtında taş taşıyarak kurduğu, duvarlarının Mehmed’in surlarını yıkması dileğiyle açılışı yapılan, içinde her gün İncil okunan bir okulda çalışan Fikret; Mehmet Akif tarafından da ‘’Protestanlara zangoçluk etmek’’le itham edilmiştir. Bununla beraber Fikret’in günümüz Türkçesine ‘’vatanım yeryüzü, milletim insanlık’’ olarak aktarabileceğimiz, “Vatanım ruy-ı zemin, illetim nev-i beşer’’ mısrasının kozmopolitliğin billurlaştığı bir ifade olduğunu söylemek mümkündür.

Jön Türk değil, gerçek Türk

Modernleşmenin getirdiği bir kelimenin izini sürerken yolumuz dış mihrakların yardımıyla Sultan Abdülhamit’i deviren Jön Türkler’e uğramazsa olmaz. Henüz on sekiz yaşında Fransızca bilmeyen taşralı bir genç olan Yahya Kemal’in Paris’e kaçmasında akrabası İbrahim Bey’in köşkünde tanıştığı kozmopolit bir Jön Türk olan Serezli Şekip Bey’in etkisi büyüktür. Serezli Şekip Bey, etrafına topladığı gençlere Paris’in hürriyet dolu ikliminden bahsederek onları büyülemektedir. Yahya Kemal, daha sonra Paris’te izbe bir sokakta, işçi esvaplarıyla işportacılık yaparken tesadüf ettiği Serezli Şekip Bey’den hayretini daha da artıracak bir cümle işitir: “Ben artık Türk değilim.’’ Jön Türkler’in milliyetçilik maskesi altında Sultan Abdülhamit’i devirmekten başka amaçları olmayan birtakım menfaatperestler olduğunu anlayan büyük şair, Paris’ten tam bir vatansever olarak döner. Cemil Meriç’in de dediği gibi: “O bütün hüviyeti ile Türk’tü. Jön Türk değil, gerçek Türk.”

Kozmopolitlerin hücumu

Türk nesrini inşa eden usta yazar Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu adlı romanının bir bölümünün ismidir, ‘’Kozmopolitlerin Hücumu’’. Eserde kozmopolitliği simgeleyen iki tip vardır: Gençliği Paris’in sefahat alemlerinde geçmiş olan sığ fikirli Tanzimat aydını olan Paşa ve hayatı pozitif bilimlerden ibaret sayan maddiyatçı Doktor Ragıp. Bu iki kozmopolitin roman kahramanına hücumu Türkçe üzerinden olacaktır. Reçetelerin bile Fransızca yazılması gerektiğini savunan Doktor Ragıp’ı, Paşa da destekleyecektir. Sokaklardaki Fransızca tabelaları gece karanlığında siyah boyayla kapatan mübarek insanlardan bahseden roman kahramanı, muarızlarının şiddetli taarruzu karşısında susmayı yeğleyecektir.

Maneviyattan uzak, garp taklitçileri

Kozmopolitlik karşısında Türk aydınının bütün bu anlama konumlandırma faaliyetleri; gah teslim oluş, gah aldanış, gah susarak karşı duruş şeklinde tezahür ederken seneler geçmiş; Cumhuriyet de kurulmuştur. Fakat kuvvetli bir muhafazakâr orta sınıfın oluşması ve bu sınıfın kozmopolit elitle göze göz dişe diş, korkusuz bir mücadeleye girişmesi için 1960 sonrasını beklememiz gerekmektedir. Bu dönemin önemli kalemşorlarından biri olan Şule Yüksel Şenler, ‘’maneviyattan uzak, garp taklitçileri’’ olarak tanımladığı kozmopolitlerle tavizsiz bir mücahede içine girmiştir.

1980 darbesinden sonra toplumun apolitize olmasıyla ‘’kozmopolit’’ kavramı da yeni nesillerin söz dağarcığından silinip gitmiştir. Peki, acaba kozmopolitlik toplumda silinmiş midir? Yoksa Kızılderililerin din adamlarınca geyik etinin yasaklanmasının ardından geyiğe “dağ balığı” adı takması gibi bu kavram da tebdil kıyafet biz muhafazakarların arasında ve içinde dolaşan bir hayalete mi dönüşmüştür? ’’Vatan sevgisi imandandır.’’ hadis-i şerifine iman etmiş insanların asıl sorması gereken soru, budur.

Sakine Odabaşı