-Okullar tatil oldu, tatilde çok kitap okuyacağım-
Kültür, eğitim, gençlik ve imkân denildiğinde eskiler hemen kendi talebelik günlerinden başlatıyorlar sözü. Yaşanmışlıktan hareketle verilen misallerin daha tesirli olacağını düşünüyorlar zahir. Elhak öyledir de. Fakat zaman o zaman değil. Ne demiş Mevlana Hazretleri, “Şimdi yeni şeyler söylemek lâzım.” Hem yeni şeyler söylenmiyor hem eskiye ait sözler çokça tekrar ediliyor. Sonra da soruyorlar. Neden tesiri olmuyor diye. Cevabı çok basit: “Tekrar, sağırlığı.”
Girişte sıraladığım kültür-eğitim-gençlik-imkân kavramları birçok hususu izah etmede kullanılabilir. Ulaşım, sağlık, iletişim vs. Ben kütüphane-kitap-okumak kavramları ile birlikte ele alacağım. Sık tekrar edilen mesajlara göre bir zamanlar okumak isteyen, okumaya meraklı ve istekli çok genç var(mış) ancak okunacak kitap, dergi, gazete bulamıyorlar(mış.) Bu meraklı gençler de ellerine ne geçti ise okumuşlar. Bazıları kütüphanelere gitmiş, ödünç kitaplar almışlar. Anadolu’nun ücra şehirlerinde, kasaba ve köylerde kütüphane imkânı olmayanlar da kültürsüz kalmış. Şimdi ise okunacak mevkute çoğaldı. Artık param yok, çocuklarıma kitap değil ders kitabı bile alamıyorum diyemiyor veliler, bu dönem kapandı. Devlet, on yıldır ders kitaplarını bedava veriyor.
Deniliyor ki biz haftalarca kitap beklerdik, ikinci el alırdık, fotokopi çektirirdik. Ders kitaplarını bulamadığı için çareyi böyle bulanlar okudu ise yapılacak tek şey var. Herkes kitaba para verecek. Ders kitabına da verecek. Demek ki para vererek aldığımız kitabı okuyoruz. Bunun mefhumu muhalifi açık: Bedava verilen kitap okunmaz, okunmuyor. Nitekim ilkokuldan ortaöğretim son sınıfa kadar dağıtılan ders kitaplarının akıbeti budur. Talebeler kitapları evlere bile götürmüyor. Veliler ve öğretmenler, yardımcı kaynak aldırıyor. Bu teşebbüsün altında ders kitabı alamayan talebelere, velilere destek olmak yok sadece. Biz çok zorluk çektik, yeni nesil çekmesin düşüncesi ile sınırlı değil bu uygulamanın sebebi. Sebep şudur: “Ders kitabı olmazsa olmaz bir araçtır, imtihanlar oradan yapılmaktadır, insanlar hayata ders kitaplarından elde ettikleri bilgilerle hazırlanmaktadır. Ders kitaplarını/müfredatı şu niteliklerde yaparsak onları okuyan, o bilgileri öğrenen insanlar da şöyle bir nitelikle yetişir. Herkese bedava ulaştığına göre 1930-70 arası gençlik nasıl yetişmişse biz de yeni nesli yetiştiririz.”
Böyle olmadı.
Neden?
30-70 arasında okunacak kitap azdı ve fakat nitelikli kitaplar idi onlar. (Yücel’in Şark ve Garp eserlerini tercümesinden bahsediyorum.) Az olan kitapları, o dönemin bütün tahsil gençleri okudu. Ne demek bu? Kuruluş devam etmekte idi. Gençlere bu kuruluşta bir misyon biçilmiş idi. Tek parti yönetimi vardı. Okuyan gençlik azdı. O dönemde gençlik “proje insan” olarak ele alınmıştı. Vs.
Kitap okuma bağlamında ise görünen şudur:
Kitaplar azar azar okunur.
Az kütüphane daha çabuk okunur.
Afaki konuşmuyorum. Günümüzün en önemli hikâye yazarı Mustafa Kutlu söylüyor:
“Üniversite sınav sonuçları geldiğinde İstanbul Orman Fakültesi ile Erzurum Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü arasında bir tercih yapma durumunda kaldım. İstanbul o yıllarda (altmışların başı) hâlâ "gurbet". Ve biz gecenin on bir buçuğunda Erzincan İstasyonu'na gelen "ekspres"i yola vuruyoruz. Oysa Erzurum yakın, mütevazi bütçemize uygun. Eniştemin askerlikten kalma tahin bavulu ile Erzurum'a gidiyorum. İlk işim üniversite kütüphanesinde bulunan roman ve hikâye kitaplarına bakmak oldu. Henüz Seyfettin Özege'nin kitapları gelmemişti. Yeni Türk Edebiyatı bölümünde bir raf kadar kitap var. Şöyle bir baktım, gözüme kestirdim. "Mezun oluncaya kadar ben bunların tümünü okurum be..." Ve öyle de oldu (büyük ölçüde). Orada Sait Faik'i, Abdülhak Şinasi Hisar'ı, köy romanlarını, Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam'ını bile okudum.” (Orhan Okay’a Armağan s. 157)
Laf bu Armağan kitaptan açılmışken hemen araya sıkıştırmak istiyorum. Orhan Okay Hoca Erzurum’dan ayrılışı dolayısıyla düzenlenen toplantıda (son ders) salondaki akademisyenlere niçin Edebiyat branşını seçtiğine dair hatırasını anlatırken “Benim Arapçam çok iyi idi. Fuat Sezgin Hoca beni asistan olarak almak istiyordu. Ben de olur demiştim fakat torpilim yetersiz kaldı” diyor ve aralarında birçok prof., doçent olan dinleyicilere soruyor. “Fuat Sezgin’i tanıyor musunuz? Adını duydunuz mu daha önce?”
Orhan Okay Hoca merhum bu soruyu boşuna sormuyor. Çünkü biliyor ki o salonda birçok profesör, doçent; Fuat Sezgin’in kim olduğunu, Buhari’nin Kaynakları üzerine yaptığı doktora çalışmasını bilmiyor. Merhum kendisi Fuat Sezgin’e asistan olsaydı Müslim’in Kaynakları üzerine çalışacaktım diyor. Bildiğim kadarıyla hâlâ bu konuda çalışılmış değil.
Kitap, okumak, gençlik, eğitim-kültür imkân hâlimizin resmi budur işte.
Evet, ne diyorduk. İnsanın gözü, azı kestirir, Mustafa Kutlu’da olduğu gibi. Bundan dolayı sınıf kütüphanelerinde kitap sayısı azdır. Sınıf seviyesine göre kitabın sayfa sayısı da azdır. Talebe bunları gözüne kestirir ve okur. Talebe daha sonra gururlanarak şöyle der: “Sınıf kitaplığındaki bütün kitapları okudum.”
Akıllı öğretmenler de çaktırmadan kitapları çoğaltır. Daha doğrusu okunmuş kitapları kaldırır, yerine az az okunmamış kitaplar koyar. Talebe her gelişinde yeni kitap görür, bunu okudum mu geriye üç tane kalıyor, diye diye sınıf kütüphanesini okumuş olur.
Bu, bazı uyanık satıcıların işine benzer. Elimdeki paket son paket. Bitti. Bunu satıyorum. “Hadi kalmasın” der ve müşteride demek herkes aldı, şunu da ben alayım, duygusu uyandırır ve satar. Pazarı baştan başa bu son paket diye diye yüz paket çayı satan satıcılar bilirim. Her hafta aynı strateji, hep de tutar.
Yani? Yani’si şu: Kimse şu kadar milyon kitabı olan kütüphaneler kuruyoruz Anadolu’nun dört bir tarafına diye övünmesin. O kadar milyon kitap yok, bir. Kitap sayı işi değil, iki.
Kitapların bedava dağıtılması nasıl istenen sonucu vermediyse kitap sayısının milyonlara vardığı kütüphaneler açmak da çare değildir oku(t)maya. Çay-kahve, kurabiye bedava olsa bile.
On yıldır talebelere ders kitaplarını bedava veriyoruz.
Bunun on yıllarca devam etmesini nasıl düşünebiliriz?
Bu konuda sadece bir kesime destek verilebilir. Mesela muhtarlar tarafından ders kitabı alamayacak kadar fakir olan ailelere vermek gibi. Bu uygulamayı da sadece onu yürürlüğe koyan yapabilir. Onlardan başkası bu bedava kitap dağıtımı uygulamasından geri adım atamaz. Çünkü bu hususu oy-seçim ile birlikte düşünür. Şunu da kayda geçireyim ki ders kitaplarının niteliği bugünkünden daha kötü olmaz. Fakat bunlardan daha iyisi de olmaz, olmayacaktır. Yayınevlerinin ve kamunun mevcut yazar ve metin havuzundan o beklenen ders kitabı hiçbir zaman çıkmayacaktır.
Bugün kütüphaneler akademik araştırma yapanların (kısmen), her çeşidiyle sınavlara hazırlananların (çoklukla) ve de gençlerin buluşma yerleridir.
Şemsiyeyi bulduk yağmur kesildi.
Olay budur.
Sosyal medyada gördüğüm için yazacağım. Deniliyor ki belediyeler, stk’lar, kamu (kültür bakanlığı) yazarlarımızın, şairlerimizin kitaplarını almıyor. Dergilere abone olmuyor. Doğruluğunu bilmiyorum, çok önemli bir edebiyat dergimiz kapanınca yazıldı, söylendi bunlar. Devlet bütün kütüphanelere birer tane alsaydı kapanmazdı, deniyor. Dergileri, önem verdiğimiz yazarların ve şairlerin eserlerini kütüphane raflarına almak bir şeydir. Nedir? Yazarlara, şairlere maddi destektir. O kadar. Fakat alınması onların okunmasını sağlamıyor maalesef.
Kütüphanelere demirbaş yükünden başka bir getirisi yoktur dergilerin. Kaybolur veya geri gelmez düşüncesiyle dergiler, kütüphanelerden çıkarılmaz.
Nabi Avcı Bey anlatmıştı. Kütüphane memuruna sormuşlar. İşler nasıl gidiyor diye? “Birisi kitap aldı gitti. Yarın getirecek. O da geldi mi işler yolunda demektir.” demiş memur. Evet, işlerin yolunda olması için kütüphaneden kitap alınmaması, her birinin rafında tozlanması gerekir.
Bir yayınevimiz “Bütün kitaplar tek bir kitabın daha iyi anlaşılması içindir.” sloganı ile çıkmıştı ve biz bu sözü çok tutmuştuk. O yayınevinden bağımsız olarak söylüyorum. Ama kitap dediğin, bu kadar da çoğaltılmaz ki. O tek kitaba bir türlü sıra gelmedi, gelmeyecek.
Memlekette işler kitaba göre değil, kitabına uydurarak yürütülüyor.
Kitap bir kariyer aracı.
Kitap bir müzayede vasıtası.
Kitap bir övünç kaynağı.
Kitap bir suç aleti.
Kitap bir selüloz yığını.
Kitap bir yekûn.
Fakat kesinlikle bir bilgi kaynağı değil. Hele günümüzde.
Cep telefonu, internet, sosyal medya, sınavlar kitabın önündeki modern engellerdir. O kadar ki MEB bir zamanlar “100 Temel Eser” listesi yayınlamıştı. En azıdan bu kitaplar okunsun diye yapılmıştı bu liste. Yayınevleri, talebeler kitapları okumasın diye “100 Temel Eserin Özetleri” diye mevkûteler yayınladılar.
Bırakalım vatandaş ders kitabına para versin. Kitabın para ile alınması gerektiğini bilsin talebeler. Çünkü o zaman soracaktır. Neyi okuyayım? Hangi kitabı alayım? Nereden başlayayım?
Ben de kültür, eğitim, gençlik ve imkân iş birliğine buradan başlayalım derim.
Sayın yazar, maarifin en tepesindeki kurumun üyesi. Kendisinden icraat bekleriz. Söylediklerinizi siz yapacaksınız, bakanınıza doğrudan söyleyin buralarda yazacağınıza.