Edebi eser kurulurken sanatsal malzemeyi göz önünde bulundurarak inşa edilen bu yeni dünyada Temel hayat Kitab’ımız Kur’an’ı Kerim’in ciddi, belirleyici ve özgün konumu nedir sizce?
Kutsal metinlerin edebiyatla buluşturulması ve özellikle sanat eserinin kuruluşu aşamasında kutsal metinlerin belirleyiciliği konusunda maalesef yerli bir gelenekten yoksun bir millet ve ümmet konumundayız. Kur’an ve İslam ekseninde bu anlamdaki eserlerin çoğu da genellikle din bağlamlı bir dizge üzerinde şekillendiği için salt edebi metin- sanatçı ve eser dolayımında bir kutsalla ilişki kurma biçiminden kolayca bahsedemiyoruz. Bu halde bana, bir Müslüman’ın edebiyatçı halinden çok bir edebiyatçı olarak Müslüman’ın genel halinden ne anlamamız gerektiği sorusunu hatırlatıyor. Bu husus bence çok önemli, zira bir Müslüman her halükarda edebiyatçı olarak da bir Müslüman’dır, ama bir edebiyatçı olarak Müslüman hem ne kadar Müslüman hem de ne kadar edebiyatçıdır? Bunu sormamız gerekiyor kanaatindeyim. Bu soruyla bir kişinin hem edebiyatçı hem de Müslüman olarak her ikisinde de ne kadar bir şey olduğunu anlayabiliriz sanırım. Sanatçının imanı kadar kuvvetli bir edebi yetenek ve yeteneği kadar kuvvetli bir iman sözgelimi… Bunun dışında konuya kuramsal olarak bakıldığında ise, geleneksel edebiyat teorisinin bizi götüreceği yer ister istemez, teoloji, din ve sanat eksenli bir Anglo-Sakson ya da Anglo-Amerikan tecrübesinin tercüme yorumu olacaktır. Kutsal kitaplardan öğrenilen yorum, anlatım biçimleri ile kutsal kitaplardan devşirilen dil ki, modern Amerikan edebiyatının büyük ölçüde bu kutsala ilişkin dil devşirmesiyle şekillendiğini söyleyebiliriz mesela… Kutsal kitaba bakarak ondan Tanrı gibi konuşmayı öğrenmekle, yine aynı kitaba bakarak Tanrı’nın istediği gibi konuşmak anlamında bir seçimdir söz konusu olan. Sanatı Tanrının istediği gibi gerçekleştirmek, esas olan da bu olmalıdır.
Ne söyler biz edebiyatçılara Şuara suresi?
Ben Şuara suresinden, sanatın bir üretme süreci olarak sanatçıya yüklediği özel ve ağır misyonu anlamak istiyorum. Şuara suresinde, yapmadıklarını söyleyen şairlerden bahsedilir ve onların çölde kaybolmuş develer gibi oldukları işaret edilir.. Bu bağlamda sanatı metaforik anlamda bir çöl olarak düşünecek olursak her şeyden önce bu çölde yürüyüşün hakkını vermek gerekecektir. Sanatçı yapıp ettiğinden söz edebilecek ve eserini de ancak ve ancak Hakikat için Hakiki bir ispat vesilesi olarak şekillendirebilecektir. Yine sureye dönecek olursak, hep Hakkı söyleyecek, hakkı yenilmişlerin hakkını arayacak, bunu dillendirecektir. İster yazarak olsun, ister çizerek, ister söyleyerek, ister taşı taşın üstüne koyarak bunu yapacak ve her şeyden önce kendi içinde kendine dair bir hakikat ile birlikte nefes alacaktır..
Sürekli ve yazarak yaşanası bir dünya özlemi içinde bulunan bir edebiyatçının hayatının biçimlenişinde ilke ve edim bazında Kur’an’ı Kerim’in işlevi, hususiyetleri öz olarak nedir?
Kur’an’ı Kerim bizden dosdoğru Müslümanlar olmamızı istiyor. Öncelikle bu dosdoğruluğun ne menem bir şey olduğunu çok iyi anlamalıdır sanatçı. Kendi içine ve yüreğine bakabilmelidir ki, modern yazın sanatının kolayca savurmuş olduğu ‘Yüreğinin peşinden gitmek’ söylemini salt tüketmek yerine, Kur’an’ın ışığında kendi yüreğinin peşinden gidilecek bir yüreği olup olmadığını sorgulamalıdır…Kur’an ışığında sanatçının yüreği nasıl ve ne kadar bir yürektir?...
Sürekli bir koşuşturmacanın içinde çırpındığımız gündelik hayatımızda Kur’an’ı Kerim’i sıklıkla okuyor muyuz, okuyorsak daha çok hangi zamanlarda Kur’an’a vakit ayırıyoruz, Kur’an’la aşinalığımız ne derecede?
Bu soru bana, İlhan Berk’in ölmeden birkaç yıl önce yazdığı bir şiiri hatırlattı. ‘Nahl’ suresinden hareketle Kur’an, Arı ve Bal ilişkisini anlatan bu şiirde İ.Berk, öncelikle vahyin anlamı üzerinde duruyor ve arının almış olduğu vahiy karşısındaki saf teslimiyetini anlatmak istiyordu. Şiirin sonunda Kur’an’ın anlamaktan çok inanmak için gönderilmiş bir kitap olduğunu vurguluyordu İ.Berk… Elbette tek örnek değil bu ama sanatçının Kur’an okumak ve Kur’an’la irtibat kurmak anlamındaki tavrı konusunda oldukça manidar bir örnekti bu şiir. Kur’an’ı daha çok birkaç meal üzerinden okuyorum. Kendimi ve içimi Kur’an’a layık hissettiğim zamanları seçmeye çalışıyorum. Genellikle sabahın ilk ışıklarından önce ya da gecenin erken saatlerinde okumaya çalışıyorum. Şunu söylemem mümkün, Kur’an okumaya ne kadar çok vakit ayırırsam diğer işlerim için o kadar bol vaktim oluyor. O Vakitler sanki bir başka ikram ve bir başka zamandan geliyormuş gibi hissediyorum. Sanatçının Kur’an okuması için o ‘çok değerli’ zamanından ayırmasına gerek yok, zira Kur’an okumak istediğinde özel bir zaman kendiliğinden tahsis oluyor gibi…
Peygamberimiz (sav), ‘Beni Hud suresi ihtiyarlattı’ der, bir hadisinde. Bizim yanılgan, beşeri varlığımızın özünü, mahiyetini, kimyasını dönüşüme uğratacak bir ayet veya sure adı söylemeniz mümkün mü? Sizi etkileyen, hayatınızın dönüm noktası diyebileceğiniz bir ayet veya sure adı söyler misiniz?
Efendimizin işaret buyurduğu ‘Hud’ suresi, sırf o mübarek işaretin önemine binaen beni de çok düşündürüyor. Peygamberi ihtiyarlatacak kadar önemli bu mesaj karşısında çaresiz kalıyorum. Kendi adıma bir de, ‘Maun’ suresini söyleyebilirim, özellikle namaz sırasında okuduğum zamanlarda; öksüzün ve yoksulun hakkı bağlamında ‘ …Vay o namaz kılanların haline ki…’ uyarısı, bana bir önceki günü, o günü, daha sonraki günleri ve bu günler içinde öksüz ve yoksullar için yapıp yapmadıklarımı hatırlatıyor…
İfadelendirmek isteseniz Kur’an’da anlatılan hepimizin bildiği Yusuf ile Züleyha kıssası hakkında hikmet ve anlam açısından ne söylersiniz?
Bu kıssada benim aklıma Hz.Yusuf’un iffeti geliyor öncelikle. Halk algısında biraz da metaforik anlamlar yüklenerek bir aşk söylemi oluşturmak ne kadar mümkün onu bilemiyorum ama bana göre esas olan bu iffet… Bu anlamda Yusuf’un güzelliğini de o iffetle birlikte anlıyorum. Ne kadar güzel olduğunu bilmeden güzel olabilmek, kıskanılacak kadar güzel ve bir o kadar da saf olmak, kuyulara atılmak ve bunu göze almak... Teslim olmak…
Edebiyatçı kimliğini haiz bir yazar, edebi eserinin mayasını, özünü, mahiyetini Kur’an’ın hangi yönüyle yoğurur, sanatının malzemesini çatarken Kur’an’da yer alan hangi kavramları esas alır?
Bence bu anlamda bütün Müslüman yazarları kapsayacak ve herkese tavsiye edilebilecek bir ya da birkaç kavramdan bahsetmek zor. Hele hele bunu bencileyin herhangi bir insanın yapması daha zor… Kendi adıma bir şey söyleyecek olursam, aklıma gelen bir Cahit Koytak şiiriyle cevap verebilirim; “Sanat bir çıraklık rüyası mıdır, bir kalfalık arayışı mıdır yoksa bir ustalık dönemi niyazımıdır?..” anlamındaki bu mısralar da bana, hep bir niyaz üzere olmayı hatırlatır. Okumak, tefekkür etmek, teslim olmak, tevbe etmek ve tevbenin bir şans olduğunu hep hatırda tutarak, son tahlilde her daim bir niyaz üzre olmak…
Edebiyatçının manevi tekamülünde Kur’an’ın katkısı nedir? Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Geleneksel edebiyat teorilerinden, modern ve postmodern teori ve kuramlara kadar edebiyat, büyük ölçüde daha önce yapılıp eylenmiş bir kuramsal bir birikim üzerinde duruyor. Bu bağlamda oldukça yoğun bir Batılı pratikten bahsetmek mümkün. Yakın zamana kadar edebiyat yapmak anlamında pek çok Müslüman sanatçı, yazar da bu pratikten beslendi. Bu çerçevede öğrenilmiş bir biçim olarak edebiyatın salt bir ‘edebiyat yapma’ alışkanlığını doğurduğunu da eklemeliyim. Öğrenilmiş kavram, kuram ve biçimlere lüzumundan fazla kapılmak gibi bir durum da var elbette. Ben bu anlamda sanatçının kendisine bahşedilen üretme ve üretebilme yeteneğinin yanında kendi ürününü bir adak gibi sunabilme içtenliğini hatırlatmak isterim. Böylesine üretebilme yeteneğini haiz bir sanatçı neyi üretmişse ürettiği şeyi kendisinin en güzel kurbanı olarak sunmalıdır. Habil ve Kabil’e kadar gidecek olursak, bu içten adayışı daha iyi anlayabiliriz. Müslüman sanatçının adağı da işte onun adayacağı en güzel şey olmalıdır, en güzel adak, en güzel kurban. Hem kendisi adına hem de bütün insanlık adına. Yine de şunu söylemeden geçemiyorum; bir şey yapmak adına kendini sonsuzca işine, yazısına, eserine adamakla, hem kendini hem de işini, yazısını, eserini Allah’a adadığının bilincinde olmak arasındaki farkı hiç unutmadan bunu yapmak, hem kendisini hem de eserini hiç olmazsa bir hayra vesile kılmaya çalışmak. Hal böyle olunca gerisi kolay olur düşüncesindeyim…
Katkılarınız için teşekkür ederiz.
Eyvallah, ben teşekkür ederim
Mustafa Celep, sordu