Sonra Sessizlik (1990), Düşler ve Aynalar (1993), Seyir Defteri (1998), Ah Teslimiyet (2008) adlı kitaplarından sonra, geçtiğimiz günlerde Evvel Ahir adı altında bütün şiirlerinin yer aldığı bir kitapla okurunu selamladı şair Süleyman Çelik. Biz de kendisiyle bir söyleşi gerçekleştirdik.
Öncelikle sizi tanımak isteyen okurlarımız için biraz kendinizden söz eder misiniz? Şiirle ne zaman tanıştınız? Ve şiire kabiliyetinizi nasıl keşfettiniz?
Kısa künye yapmayalım isterseniz. O bilgiler kayıtlarda var zaten. Çocukluğum dedem Molla Yusuf'un dizlerinin dibinde geçti desem yalan olmaz. Resulullah'a âşık, ezana âşık, ''Büyük Ali''ye âşık, Hasan ve Hüseyin'e âşık bir adamdı kendisi. Hasan ve Hüseyin hep çocuk kalmışlardı onun gözünde. Hem eski, hem de yeni yazıyı yazıp okur, bol bol şiir yazardı. “Şiirle tanışmam” demeyeyim de, şiiri belki hissetmem ya da dilime düşmesi onun sayesinde olmuştur diyebilirim. Çevresinde çok sert bilinen, fakat çocuklara da tam tersi çok müşfik davranan, Kur’an okuyup ağlayan, masallar okuyup ağlayan Molla Yusuf'tan etkilendim diyebilirim. Şiirlerimde de zaman zaman örtülü de olsa yer almıştır.
İlkokulda bayram seyran şiirleriyle doldurduğum bir defter dolusu şiirlerim oldu. Daha ortaokulda iken Ülkü Ocakları ve Akıncılar’ın, lisede Adıyaman Menzil'in, fakülte yıllarımda da Çengelköy'ün kapılarını aşındırdım. Çengelköy'ün düşünce dünyamızdaki yerini bilenler bilir zaten. Biraz erken büyüdük yani pek çok arkadaşımız gibi. Doğru ya da yanlış kavgaların, gürültülerin ortasında bulduk kendimizi. Lise talebesiyken bir kitapçıda Sezai Karakoç Bey’in şiir kitabıyla karşılaştım. İlk hocam o kitap oldu diyebilirim. Marksist olarak bilinen edebiyat hocamız, Sezai Bey’in “Kar Şiiri”ni üç kez okutmuştu bana. Sonra edebiyat dergilerini tanıdım. Diriliş'i, Mavera'yı, Aylık Dergi'yi. İlk şiirlerim de Aylık Dergi'de yayınlandı zaten.
Şiirlerinizi daha önceleri Aylık Dergi, Mavera, Kelime, Yedi İklim, Kardelen, Düşçınarı gibi dergilerde yayımladınız. Şimdi Bir Nokta’da yayımlıyorsunuz. Aslında Bir Nokta dergisinde de şiirlerinizi çok nadir görüyoruz. Bu azlığı yahut mesafeyi neye bağlayabiliriz?
Azlık çokluk meselesi tartışılabilir. Tabi ki şunu kabul ediyorum. Ben çok şiir yazan bir şair değilim diyeceğim, ama son kitaptan kopya çekerek bakıyorum ki, ikiyüz civarında şiir yazmışım. Yaklaşık otuz yıl olsa, yılda yine yaklaşık altı, yedi şiir eder. Bazı dönemler oluyor hiç yazmadığım ya da yazamadığım. Askerlik dönemimde hiç yazmadım mesela. Ayrıca çok yazmak da çok sayıda iyi şiir anlamına gelmiyor. Olanları da, sizin de ifade ettiğiniz gibi Bir Nokta'ya veriyorum. Bir Nokta, benim için, şiir yayınladığım herhangi bir dergiden çok öte bir anlam taşıyor. Bu bir duruş tabi ki. Büyük Doğu'yu, Diriliş'i, Edebiyat dergisini kendisine kılavuz edinmiş bir dergi. Benim şiirimin o sayıda olmasından ziyade, o sayının bir an önce çıkması önemli benim için.
Meslek olarak bankacılık yaptığınız biliniyor. Bu durumun şiirinizdeki yerini tarif edebilir misiniz? İş hayatınızla şiir arasındaki köprüyü nasıl kurdunuz/kuruyorsunuz? Bu bağlamda, bir şairin şiir yazma serüvenindeki kilometre taşları neler olabilir?
Evet, bir büyüğümüzün şöyle bir sözü vardır: ''Her türlü vazife size Hak'tan bir atâdır. Ekmek yediğin kapıya sadakatla hizmet etmen gerekir.'' Çorbamız öyle kaynıyor, Allah hanemize ekmeği o kapıdan götürmeyi nasip etmiş. Yirmi dört yıldır bu mesleği yapıyorum. Katılım bankacılığının pek çok alanında bulundum. İlginçtir, şiir ve bankacılık çok zıt gibi görünürler ama bu nereden baktığınıza bağlıdır. Neticede insan önemli. Mobilyacı da olsanız, terzi de olsanız, manav da olsanız insanlarla olan münasebetiniz ve insana bakışınız önem arzediyor. Bankacılık, rakamlardan ziyade, insanla olan ilişkisi bakımından önemli olmuştur benim için. İnsanı tanımamda, insanla iletişim kurmamda yardımı olmuştur. Şiirim hayatın, insanın uzağında olmadığı için zaman zaman mesleğimden, mesleğim de sanırım şiir dünyamdan etkilenmiştir.
Bir şiirinizde “Benim şiirim cevherdir./ yaslanır en ince yerlerine hayatın/ anlatır, olmuş ve olan gerçeğin yansımalarını/ dolaşmam vadilerde elimden tutmuş cinlerimle” diyorsunuz. Şiirle yapmaya çalıştığınız şey nedir diye sormak istiyorum.
Bu aynı zamanda okura da bir saygıdır. Sadece kendini öne çıkaran bir övünme değildir. Size bir cevher sunuyorum, diyorum. Şiir cevher değilse, ne diye sunalım okuyucuya zaten. Şiirin devamında şu dizeler vardır: ''Benim şiirim cevherdir/ anlamı hesabım olacak eminim ve buna yürüyorum''. Şiiri alıp, hayatın dışına, insanın dışına bir yerlere koyamıyorum. İnsan varsa şiir var. İnsan varsa yol vardır ve yolda hikâyeler vardır. Şiirle yapmaya çalıştığım özel bir şey yok aslında. Yaşadığım gibi, ekmek yediğim, su içtiğim gibi, şiir yazmaya çalışıyorum. Neticede Süleyman Çelik olarak nerede, nasıl durmuşsam şiirim de öylece durmaktadır. Bakınız: Şiğiir! Kıt'a Dur!
“Sevdim ve inandım, evet/ karışık işlerden hiç anlamam/ af diliyorum yalnızca.” diyecek kadar açık, duru bir dil tercihiniz var. Zaman zaman konuşma diline yaklaşıyor yani şiiriniz. Bunu yapmakla da, kanaatimce, okuyucunun gemisine binip onunla samimi bir bağ kuruyorsunuz, onunla ortak paydalı bir duygu yolculuğuna çıkıyorsunuz belki de. Şunu öğrenmek isterim, şiir yazarken neyi önceliyorsunuz?
Açık ve duru bir şiir dilim varsa bundan mutlu olurum. Şiirde kelime hassasiyeti önemli çünkü. Her insanın günlük dili olduğu gibi, her şairin de bir şiir dili vardır, olmalıdır. Diğer yandan bir alt dil daha vardır ki o da her şiirin kendine yakışan, kendini en iyi ifade eden dilidir.
Açmak gerekirse, şiir bazen kendi diliyle gelir. Ansızın olup biter her şey bazen. Şöyle yazayım, böyle yazayım diyemezsiniz. Üzerinde çalıştığınız şiirlerde dil biraz daha kurmaca olur. Şiirin kendisini içselleştirirsiniz önce kendinizde. Sonra bu şiire en uygun dil hangisi olur, onu yakalamaya çalışırsınız. Ama sonuçta karşınızda bir okuyucu var. En azından kendiniz varsınız bir okuyucu olarak. Onun için gemide mi olur, yolda mı bilemem, öncelikle kendinizle olmak üzere, okuyucuyla da kol kola girebilmeli şair. Ötesi, Allah'la dertleşip, konuşabilmeli. Allah'la dertleşip konuşabilirse insan, zaten hesapsızlık başlar. Sevgide hesapsızlık, hayatta hesapsızlık… Hesap çoğaldıkça işler karışıyor. Ben de karışık işlerden pek anlamıyorum doğrusu. Teslimiyet mi diyorlardı buna?
“alıp götürmeyin uzak uzaklara beni/ sabah uyanmalarım olacak erken/ tütüne giden kızların yanağına/ bir çocuk gülüşü gibi düşerken çiğler.” dizeleriniz bana, Rimbaud’un “mavi yaz akşamlarında özgür gezeceğim/ ayaklarımın altında nemli, serin kırlar/ başakları devşirip otları ezeceğim/ yıkayıp arıtacak çıplak başımı rüzgâr” dizelerini anımsattınız. Peki, Batı şiiriyle yahut Doğu şiiriyle aranız nasıl? Şiir duruşunuz pusulada hangi yönü gösteriyor?
Önce şunu itiraf edeyim. Benim şiirle birlikte olan şunca yıllık yürüyüşümde teknik ve teorik yaklaşımlarla pek işim olmadı. “Şiir okuma kılavuzları”, “şiir nasıl yazılır”lar falan… Okudum; evet ama, pek sarmadı yani. Ama hiçbir ayrıma girmeden Doğu'dan ya da Batı'dan, Müslüman ya da değil, kimi bulduysam okumaya çalıştım. Yüzlerce şair, binlerce şiir, belki milyonlarca dize…
İnsanın olduğu her yerde söz var. Doğuda ya da Batı'da söylenmiş ne fark eder. Sözün kendisine bakmak gerekir. Bu ayrımlar ülke içinde de yapılagelmekte. Takım tutar gibi olmamalı tabi bu okumalar. Yeri gelir Attila İlhan'da, yeri gelir Cahit Zarifoğlu'nda konaklarsınız. Turgut Uyar'a uğrarsınız, Süreyya Berfe ile selamlaşıp, Erdem Bayazıt ile yola çıkarsınız. Yalnızca şimdilerde biraz pişman olduğum bir kararım olmuştur ilk gençlik yıllarımda, o da, okuduğum hiçbir şiiri ezberlemeyecektim. Belki şiirime olumlu katkıları da olmuştur ama bugün olsa o kararı almazdım.
Şiir duruşuma gelince; inşallah pusulada kıbleyi gösteriyordur. İlgiden ötesi, Hazreti Mevlana'yı, Hazreti Yûnus'u çok seviyorum. Sezai Karakoç'u çok seviyorum. Yeter mi?
Bir şiir kitabınıza verdiğiniz isim: “Ah Teslimiyet”. “başımı göğsüme eğsem,/ rahmetine sığınıp/ çocuktur deseniz yine,/ bininci kez affettiğinizde.” Kelimelerin de bir teslimiyeti var; önce Allah’a, sonra okuyucuya… Bu husustaki düşüncelerinizi biraz açabilir misiniz?
Tabii iş gelip büyüklerimizin dediği gibi ''Bir'de bir olmak''a dayanıyor. Şükürler olsun Müslümanız. “İyi ki de varsın” diyoruz ne zaman darda kalsak, sıkışsak. Umut ediyoruz, günah yüklü heybemizle kapısını çalıyoruz. “Ah Teslimiyet” yazısı, bildiğim kadarıyla, dergahların girişlerinde bulunurmuş eskiden. İşimiz, kelimelerden örgüler örmekse de, kelimeler bahsine fazla girmeyelim derim. Süleyman Çelik olarak, ben ve kelimelerim başımızı eğdik ve O’nun rahmetine sığındık. Okuyucu mu? O da açarsa bize gönlünü, kapısından girmeye hazırız.
Son olarak; günümüz Türk şiiri ve edebiyat ortamı hakkında siz ne düşünüyorsunuz? Ve biraz daha derine inecek olursam, şiir görüşünüzle aynı kulvarda duran, takip ettiğiniz dergiler, şairler, yazarlar..?
Günümüzü konuşmaktan ve değerlendirmekten, geçmişi konuşmak ve değerlendirmek daha kolaydır. Çünkü fotoğraf daha genel açıdan ve daha net görünür. Bugünü konuşurken işin içine duygusallık, tarafgirlik, hırs, düşmanlık, artistlik vb. faktörler giriyor. Tüm bunların dışında, edebiyat yıllıklarına ve körler sağırlar diyaloğuna aldırmayan şiir yoluna devam ediyor. Yüzünü insana dönen şiiri önemsiyorum. İnsan ve Tanrı değil, insan ve Rabbi arasındaki ilişkileri önceleyen şiirleri önemsiyorum. Çünkü gün, gerçekten insanın acımasızca tüketildiği ve Allahsızlaştırıldığı gün. Olan bitene müthiş bir kaygısızlık ve lakaytlık söz konusu. İnsanın başını kaldırması gerekiyor.
Edebiyat ortamını biraz kirli buluyorum, bağışlasınlar. Yıllar önce ‘Edebiyatta Alan Kirlenmesi’ diye bir yazı yazmıştım. Değişen çok fazla bir şey yok. Yıllardır bile isteye bu ortamdan uzak durmaya çalıştım. İyi bir şiir hangi dergide yayınlanırsa yayınlansın başımın üzerinde yeri vardır. Ama yıllıklara baktığımızda edebiyat ortamının ne kadar kirlendiğini, tarafgirliğin ve körlüğün hangi noktalara geldiğini daha iyi görüyoruz.
Bir Nokta ve Yedi İklim dergilerini düzenli takip ediyorum. Diğer dergilerimizi takip etmeye çalışıyorum. Özellikle şiirimiz açısından Sıddık Ertaş, Resul Tamgüç ve Mahmut Avcı'dan çok umutlu olduğumu ve iyi şiirler beklediğimi belirtmek isterim.
Mahmut Feyzi Erdal konuştu