Kore’li Kerim’in son isteği

Türkiye ile Almanya arasında “İşgücü Antlaşması” bundan tam elli dokuz yıl önce 31 Ekim 1961’de imzaladıktan sonra; Türkiye’den Almanya’ya resmi işçi göçü başlamıştı. İşçi göçünün ilkleri İsmail Bahadır, Hanife Şanlı, Ömer Dutluca, Yalçın Taşkan’ı binlerce diğer Anadolu insanı takib etti. Yazar Kadri AKKAYA gelişen bu göç sürecinin toplumsal gerçeklerinden yola çıkarak merkezî Avrupadaki Türkler olgusunu, yeni hikâye kahramanı Kore‘li Kerim’in bakışıyla mercek altına almış. Kore’li Kerim sanki gerçekten yaşamış diyecekler bu metni onun anıları olarak okumuş olsun. Fotoğraflar Isabelle M. BECK’ten.

Kore’li Kerim’in son isteği

Geldi. Çalıştı, çalıştı. Gurbet acısına direndi. Tekrar sılasına dönme emelini sürekli ertelemeyi bırakarak eşini yanına aldı. Çocukları büyütüp; torunlara da karışınca, çilesini çektiği gurbeti de onlara miras olarak da bırakacağını hicranla kabul etmek mecburiyetinde kaldı. Oturduğu eve biraz uzak da olsa Köln Bahçe Sahipleri Derneğinden bir bahçe parseli kiralayıp: "Ömrümüz dört beton duvar arasında beyhude geçmesin!" diyerek o toprak parçasını yeşillendirip, şendendirdi. Bu coğrafyada hiç bilinmeyen dut, taflan, incir gibi meyve yetiştirmenin yanında; eşiyle beraber turşuluk yeşil fasülye, çorbalık ve sarmalık kara lahana gibi nice sebzeler de yetiştirdi. Toprağa ve onun verdiği ürünlere bu şekilde fazlaca ilgisi, aslında yaşadığı mekânı vatan yapmaya uğraştığının bir başka şekilde dillendirilişiydi.

Elli yedi yıldır yaşadığı bu ülkede, çocuklarını büyütmüş, meslek öğrenmelerini sağlamış ve evlendirmişti. Torunlarının hepsi burada doğmuş, biri de burada ölmüş ve buraya gömülmüştü. Yarım asırdan fazla zamandır bir yastığa baş koyduğu hanımını da o çocuk yaşta ölmüş torununun kabrinin yanına, yani Köln Mezarlığı‘nın Müslümanlar‘a ayrılan bölümüne defnetikten sonraki yalnız, yoldaşsız son emeklilik yıllarında; çocukluğunun kimi çok acı, kimi de tatlı hatıralarının geçtiği sılasına her Mayıs ayları ortalarında gider, Ekim ayı ortalarında da dönerdi.

Eski bir fabrikanın değerlendirilebilir binasını camiye çevirip onyıllarca ibadet ettikten sonra yerine iki sene önce yeni ve modern mimarisiyle inşa ettikleri Köln Merkez Camisinin resmi açılışının Cumhurbaşkanınca Eylül ayının son günlerinde yapılacağını gazete ve diğer medya haberlerinden öğrenir öğrenmez, memleketinden Eylül’ün ortası bile olmadan acelece yeni yurduna döndü. Şehirde yaşayan diğer Müslümanlar gibi kendisini de tüm kültür değerleriyle beraber kamuda bu mimari görünüşüyle temsil ettiğinden kendisine de ayrı bir onur veren câminin resmi açılış merasiminde bizzat yaşayacağı an‘a şükretme ümidiyse son günlerde duyduğu yeni haberlerle sönmeye başlamıştı: Câminin yirmi dokuz Eylül günündeki resmi açılışına Türkiye Cumhurbaşkanı’nın Alman mevkidaşı güya katılmayacakmış. Federal hükümetin ya da eyalet hükümetinin resmi yetkililerinden de kimse katılmakmayacakmış. Eyaletin başbakanı, federal hükümeti vekaletle olsun misafir Cumhurbaşkanını kendi makamında karşılayarak onore etme yerine, heyetin ineceği Köln Havaalanı yakınındaki bir malikhanede, hem de çok kısa bir süreliğine karşılayacak ama caminin açılış merasimine katılmak istemiyormuş. Diplomatik teammüllerdeki son makam sahibi, yani şehrin belediye başkanı bile; açılışa ancak ve ancak kendisine hür bir konuşma imkânı verilirse katılacağını basına bildirmiş. Tüm bunlara rağmen, câmi ve cami yönetiminin üst kuruluşu yine de müslümanları ve kamuoyunda açılışa ilgi duyup katılmak isteyenleri sosyal medya üzerinden bir yandan mâbedin açılışına davet ederken; diğer yandan Köln Emniyeti ise güya Türkiye’den gelen devlet ve siyaset insanlarının güvenliğini temin etme bahanesiyle, resmi açılış törenine ancak ve ancak en fazla beş yüz kişinin, onların da sadece ve sadece resmi davetli olanlarının katılımına müsaade edileceğini, aksi halde törene katılmak isteyenlerin açılışın yapılacağı yerden kesinlikle iki yüz metre mesafede polisce durdurulacaklarını kamuoyuna bildiriyor.

Yılların emeği ve özverisiyle faaliyetini durdurmuş bir fabrika binasından ortaya çıkardıkları o eski harab caminin yerine bina edilen, çoğu namazlarını cemaatle beraber eda ettiği modern mimari tarzındaki şimdiki yeni câminin resmi açılışında hem de oturduğu eve yüz metre mesafede olduğu halde katılamayacak olma ihtimalini de düşünerek uykuya tam dalmadan önce, taa çocukluğundaki Ezan’ın asli kıraatıyle okunmasının yasak olduğu yıllardaki şahit olduğu bir yaşlının babasına: “Vatan ehli kendi yurdunda yıllarca üvey evlat muamelesi gördü, Gazi Hasan!" dediğini hatırladı. Uykuyla uyanıklık arasında ya çoçukluğundan aklına yer etmiş bu sözlerin devamı ya da sonradan edindiği bilgilerin tekrarı gibi, sanki yaşlı köylülerinden birisi ona bunları bilimsel bir dille tekrar anlatıyordu: “1921 yılında Sakarya Meydan Muharebesi’ni kazandık. Bu muharebeyi ve Milli Mücadeleyi kazanan milletin çoğunluğu vatanlarında sonradan hiç de hak ettikleri vefayı göremediler. Rahmetli baban, onun nefer arkadaşları ve onların değerlerini derd ederek yaşayanlar, yeni rejimin bir eli yağda diğer eli balda olan azınlıktaki destekçileri meşruiyetlerini halkın değerlerinin dışındaki sentetik unsurlara dayandırmaya çalıştı. Aidiyetle meşruiyet arasında büyük bir açıklık, hatta zıddiyet meydana getirildi. Saf halk kadim değerlerinden dolayı sürekli köşeye sıkıştırılmaya çalışıldı. Yeni erk sahipleri eskileri de aratacak bir şekilde makamlarının muhafızları üzerinden milletten biat almak istediklerinde halk “Biat” yerine "Rey" taraftarlığını dile getirmeye çalıştığında ise, direndikleri gerekçesiyle sıkıştırılınca, yani yeni istikamete rıza göstermeme uğruna “Ehliyete dayalı çoğunluk” sözünü söyleyenlerin de dar ağacında sallandırıldıklarını görünce; deden, baban ve halkın çoğunluğu: “Felek çarkın kırılsın!" dedikten sonra sus pus ile sanki birer nesne oldular."

Molla Kızı Ebe Fadime göbeğini kesip onu anasının eline verdiği günün hangi tarih olduğunu hatırlayan yok. Eski çarığın bile zor bulunduğu, kıtlığın nefesleri kokuşturduğu işte o günlerin birinde, Gazi Hasan’a bir oğlu olduğu mücdesi verilince:“Allah kerim. Adı Kerim olsun!" dedi.

Biraz büyüyüp okula başladığı sene, vekil öğretmeninin okumasını ölçmek için eline verdiği İleri Gazetesi‘nin 17 Aralık 1941 günkü haberini tüm okul arkadaşlarının önünde, bir yandan soğuktan titreyerek bir yandan da heyecandan kekeme kekeme heceleyerek okuduğunu sanki bugün olmuş gibi hatırlıyor. Gazete haberinde halkın yegâne tüketim ve ihtiyaç maddelerinden olan ekmeğin ülke genelinde karne ile dağıtılacağı yazıyordu. Tüm köylüler bu hükümet bildirisini o gün ondan dinleyen okul arkadaşlarının günlerce aklında kalanlarıyla haberdar oldular. Şehirlerde Ocak ayından itibaren aile reislerine ekmek karneleri dağıtılmaya başlanmış; kişi başına bir günlük sarfiyat yarım ekmekle sınırlandırılmıştı. Ağır işçi sayılanlara tam ekmek izni veriliyordu. Karnesi olanlara pul gibi küçük kuponlar verilmişti. Karadeniz Bölgesi gibi yeşil ve münbit toprakları olan kendi köy ve çevre insanları bile, hem kıtlıktan hem de uygulanan bu gıda politikalarından dolayı açlıktan ve gıdasızlıktan ya hasta oluyorlar ya da gıdasızlıktan ve hastalıktan ölüyorlardı. Ülke piyasadaki yokluğun bir sebebi de halkın ürettiği mahsule devletin daha tarlada ve bahçede el koymasıydı.

Rüyasında yaylaya çıkmışlar: Akıllıoğulları‘nın Kasım, Sarıcalar‘ın Abdullah ve Kore’deki askerliği dönüşünden sonra “Koreli Kerim diye anılmasından önceki ismiyle, yani Gazi’nin oğlu Kerim“ yayla obasının biraz uzağındaki ormanın kenarındaki çayırlıkta sığırları otlatıyorlar. Aniden sis basıyor. Kısa zaman içinde biribirlerini göremiyorlar. Diğerleri ondan daha küçük ve tecrübeleri de az olduğundan, onlara: “Sesime gelin, sesimden ayrılmayın!" diyor.“Anayola bir çıkabilsek, tamam.“ diyor. Sığırların hangi yönde olduklarını bilmiyor.“Sarı kız, sarı kız!“ diye sesleniyor. Sarıkız Gelmiyor. Tuzlama, sulama ıslığı çalıyor. Sarı Kızın da öteki sığırların da belli ki ne suya ne de tuza ihtiyacı yok: Gelmiyorlar. Gelmezler. Aah birisinin kuyruğundan tutabilsem. Erinde gecinde bizi doğruca evimizin yanındaki ağıla vardırır. Aah ah, sapa yolu bile bulamadım ki sonunda düz ve doğru yola çıkalım."

Daha sabah olmadı. Güneşin doğmasına iki saat var. Eylül ayının yirmi dokuzu olduğu hâlde sıcaklık mevsim normallerinin çok üzerinde ve güneşin doğuşundan batışına dek güneşli geçecek gün. Her taraf daha sessizlik içinde. Bu sessizliği bozanlar: En yetkin akarsu mühendislerince sağı ve solu disipline edilmiş güzergâhınca sessizce kuzeye akan Ren Nehri‘nin çıkardığı şırıltıyla; kimi kuzeyden günye akıntıya karşı, kimi de günyeden kuzeye akıntının da hız vermesiyle hareket halindeki yük gemilerinin nehir kenarındaki kuşları rahatsız eden motor sesleri. Göçmen kuşların güneye doğru uçuşları esnasında yöredeki münasib yerlerde mola verdikleri günlerden bir gün. Şafak sökmeden uyanan kuşların uzun yollarına devam etmeden önce rızıklarını aramaya ha çıktı ha çıkacak denilen an. Nehir kenarının yerli martıları yine en erken uyananlar olacak. Sonra sazlıklarda saklanan ördekler, hayvanat bahcesinden kaçıp kavak ağacında hala uyuklayan iki yeşil papağan, ağaçkakanlar ve en son ise, gün içinde bile bazen tembel tembel uyuyan güvercinler. Bu güvercinler bir ara yeni inşa edilen câminin kubbesini yurt edinmişlerdi ama her nedense sonra hepsi tekrar oradan topluca yine buralara kaybolmuşlardı. Cami kubbesine bıraktıkları atıklarından dolayı cami yönetiminin kumru ve güvercinleri caminin kubbesini terk ettirmesi için avcı kuşları ve tabi ki avcı kuşların Alman sahibini de bu işle bir ara doğrudan görevlendirdikleri yerel Alman basınında konu oluştu. Yeni inşa edilen caminin kubbesine güvercinlerin akın akın toplanmasıyla çatıda ve bina aralıklarındaki atıklardan dolayı kirlenmeye karşı çözüm olarak av kartalı Gandalf‘ın, Apollo‘nun ve bir de çöl şahininin istihdam edildiği haberini okuduğunu Kore’li Kerim’e kırk yıllık Alman kapı komşusu bayan Linden heyecanla söylemiş ve eklemişti: “Son haftalarda balkondan her baktığımda caminin kubbesindeki güvercinleri neden göremediğimi artık şimdi anladım."

Köln Emniyeti hakikaten de dediğini yapmış ve cami açılışında bulunmak ve Cumhurbaşkanını dinlemek için akın akın gelen, belki beş belki de on bin kişiyi; beş yüz metre mesafede tutmuş ve geçit vermemişti. O gün Kore‘li Kerim mezarlık ziyaretinden sonra uğradığı bahçesinden evine geri dönerken işte bu mahşeri kalabalığa rastlamıştı. Trafiğe kapatılmış sokağa ve kenarlardaki kaldırımlara taşmış kalabalığın arasından geçerek evine gitmek istediğinde, kalabalığın karşısına dizilmiş onlarca polisi ve onların arkasında görüntülü ve görüntüsüz haber yapan epeyce de medya çalışanını görünce bayağı şaşırmıştı. Polis kordonuna yaklaşıp onların arasından evine geçmeye çalışma uğraşı hemen polislerce durduruldu. Polis:“Geçemezsiniz! Açılışa davetinizi gösterir misiniz lütfen?“ diye tatlı sert çıkınca; Koreli Kerim cami açılışına katılamayacağını artık kesin anlamış oldu."

Camileşmeye gurbette ilk infakı yapanlardan, hem birliğe davetçi hem de birliği yayandı bir zamanlar. Öyle ki onu kimi "Caminin kimi de cami ve cemiyetleşmenin delisi Kerim" diye de bilirdi, taa 1970’li yılların Köln‘ünde. Sonraları, 1980’li yıllarda söylenmesi gereken her şeyi münasib bir şekilde söylediği, söylenmemesi gereken hiçbir şeyi söylemediği halde; yarım ehliyetlerini tam gösterip, ihtiraslarını gizleyenlerce sanki tefrika çıkarıcı gösterilen bu Doğrucu Davud" yıllar sonra yine halktan olup protokolden olmamanın acısını tekrar duydu ve: “Evime… Ben… Şu ilerdeki binada oturuyorum. Evime gitmek istiyorum" diyebildi.

Evine geçerken sokağın uzağından cami önündeki geniş alanda davetliler için hazırlık yapan gençten görevlileri, açılışın haberini yapmak isteyen diğer gazeteci kalabalığını, cami yönetim binası çatısındaki güvenlik polislerini ve davete erkence icabet etmek için cami önündeki geniş alana çıkan merdivenler üzerinde üç beş kişiyi gördü. Evine girmeden önce geriye dönüp, ellerinde bayraklar ile polis barikatı önünde bekleyen binlerce insana tekrar bakmak istediğinde, bir kaç adım gerisinden başka bir polisin kendisini binanın girişine dek takipte olduğunu fark etti.

Evine gireli on dakika geçmişti ki kapısının zili çaldı. Kapıyı açınca karşı komşusu yaşlı bayan Linden selam verip:“Caminin açılış töreni tam benim balkondan görünüyor. Sizin de izlemek isteyeceğinizi düşündüm. Eğer isterseniz buyurun, beraber izleyelim.“Ne diyeceğini bilemedi. Bir kaç saniye sessiz kaldı. Kısa süre sonra: “Balkonunuz..." diyebildi ve sustu. Ruhunda epey fırtınalar esti. İçinden: “Âhidnamene sen de dürüst kalamayacaksın Kore’li Kerim!” diye düşündü ve bahçesindeki ağaçtan toplayıp getirdiği taflan salkımlarından birazını bir meyve kasesine koyup komşusu bayan Linden’e uzattı ve:“Lütfen, buyurun!“ dedi. Gerisini getiremedi. Komşusunun nadir de olsa yaptığı davetlere içinden ‚Mahrem‘ diyerek onu nazikce hep red ederdi. Bu sefer daveti geri çevirmedi. Kapı komşusunu takip ederek beraber balkona geçtiler. Açılışın olduğu merasim alanı epeyce uzak da olsa hem ses olarak işitiliyor hem de görüntü olarak tam karşılarından görünüyordu.

Cumhurbaşkanı konuşmasına caminin yapımında emeği geçenlere ve daveti için mevkidaşı Alman cumhurbaşkanına teşekkür ederek başladı ve sonra: "Sulhun ve selametin sembolü bu güzel mekana barış ve güvenle giriniz. Gönül tarlamıza nefret tohumları ekmek isteyenlere inat; gelin burada sevgiyi, karşılıklı saygıyı büyütelim. Farklılıklarımızı kaşıyarak, bizi birbirimize düşürmek isteyenlere itibar etmeden gelin Hazreti Adem ve Hazreti Havva'nın çocukları ve insanlık olarak bu ortak paydada buluşalım" diyerek şöyle devam etti: "İletişim sıkıntısı sebebiyle Belediye Başkanımız da Valimiz de gelip burada hitap etseler çok daha güzel, çok daha şık olurdu" ifadesininden sonra: "Şu anda dışarıda 10 bine yakın insan var, 10 bine yakın bu havayı bizimle beraber teneffüs etme arzusu içinde olan kardeşlerimiz var. Sesimizi duyuyorlar mı, duymuyorlar mı bilemiyorum ama ben onları gönülden selamlıyorum. Dilden duymayabilirler ama herhalde gönlümün sesini dinliyor olmalılar ki oradan ben de alkışları duydum." sözleriyle resmi açılış töreni alanının uzağında kalmış olanları da selamladığı anda bayan Linden yanında oturan misafir komşusuna ayıp olmasın diye içinden: "Buna, kendi çalıp kendi başına oynamak denir" dedi.

Kore’li Kerim komşusunun balkonundaki sandalyede bütün dikkatiyle karşılarındaki manzaraya dalmış olarak son nefesini sessizce vermeden önce, neredeyse tüm ömür boyu muradının aslında insan olarak tam bağımsız bir özne olma isteği olduğunu kalbinden gelen o derin sesi son bir kez daha dinlediğinde farkına vardı. Almanya’lı bir Türk olarak; her tarafa doğru biriken kırgınlığı, yıllardır adil hiçbir gönül seferberliği başlatılmadığı için giderilemeden karşısındaki mabede ve konuşmasına devam eden Cumhurbaşkanına gözleri kilitli kaldı. Dili ve kalbi ile Tevhidi tekrarlarken, ruhu ötelerden; sanki bu taraftaki kendisine: “Sakarya gazisi Hasan‘ın Köln’deki Kore’li Kerim‘in Âhidnamesine dürüst kim kaldı?” der gibi geldi.

Yazar: Kadri Akkaya

Fotoğraflar: Isabelle M. Beck

YORUM EKLE

banner36