Ağlayarak girdiğimiz iki kapılı bir Han’dır dünya, birinci kapıdan girdik, ikinci kapının eşiğinde beklemekteyiz. Han dediğimiz; bolca penceresi olan iki kapı arası bir yer işte. Her gün yeni bir pencere açılıyor, bakarak ilerliyoruz. Ya da hızla yol alan bir aracın içindeki yolcular gibiyiz. Biz duruyoruz, çevredeki nesneler akıp gidiyor sanki. Akan zamanın farkında değiliz.
“Kapı kapı, bu yolun son kapısı ölümse! Her kapıda ağlayıp o kapıda gülümse.” N.F.K
Bakmayın mevzuya böyle girdiğimize, kapı üzerine konuşacağız. Kapı deyince babamın ömrü hayatı boyunca gün doğmadan abdestini alıp besmeleyle açtığı köydeki evimizin kapısı gelir aklıma. Sabah besmeleyle açılırsa kapı, melekler girermiş eve. Meleklerin eve gelmeleri için bir kapıya, onun da açık olmasına ihtiyaçları olmadığını bildiği hâlde kapının bu niyetle açılması, açık tutulması yine de bir inceliktir sanırım. Biz niyete bakalım, önemli olan o kapının bir ömür abdestli olarak besmeleyle açılmasıdır, akşama kadar kapanmamak üzere. Sakın siz denemeyin kapılarınızı açık tutmayı, mesuliyet kabul etmem zira. Ama yine de kapılarınızı açık tutun derim. Hemen aklıma gelmişken şunları ilave edeyim; çocuklar kapı kollarına tutunup kapılara asılmayı, binmeyi severler. Bunu yaramazlık olarak addeden büyükler uyarırlar çocukları sık sık. Oysa kapı eski, menteşeler de yağsızsa iyi bir eğlence olur çocuklar için. Bir de bahçe kapılarına binmeyi sever çocuklar, bundan dolayı da bazen azarlanırlar büyükleri tarafından. Bu sene sekiz yaşındaki oğlumu yakaladım, bahçe kapısına biniyordu. Kapıyı kapatıp sonra hızla açıyor, açılırken de hızlıca biniyordu. Gıcırdayarak açılıp sertçe duvara çarpıyordu. Baktım eğleniyor dokunmadım. Amcasının haberi yok bütün bu olanlardan tabi.