Biliyor musunuz; bir gün gelecek ve iyi şeylerden bahseden insanlar neredeyse hiç kalmayacak. Çünkü liberalizm, demokrasi, hoşgörü ve diyalog gibi kavramlar bizim kimyamızı epeyce bozdu. Artık biz Müslümanlar bir münkerle karşılaştığımızda, ellimizle, dilimizle ve kalbimizle onu düzeltmenin yollarını eskisi gibi aramıyoruz. “Birlikte yaşamak” ve “hoşgörü” gibi özünde güzel olan kavramlara yüklediğimiz yanlış anlamlarla, münkeri bir şekilde hazmetme pozisyonundayız.

Çoğu insanın maalesef farkında olmadığı bir şey var, o da şu: Demokrasi kültürü, emri bi'l marufu ve nehy-i an'il münkeri baltalıyor. Peki, kötülükleri görüp de uyarmazsak, çirkinliği yok etmeye çalışmazsak bu işin sonu ne olur? Hemen söyleyelim; kötülükler, çirkinlikler yayıldıkça yayılır.

Bunu kısa yoldan anlatmak için basit bir örnek seçelim. Bir sınıf ortamı düşünün; küfürler, hakaretler, kavgalar hiç eksik olmasın. Bu sınıftaki öğrencilerin içerisinde hiç olmazsa birkaç tanesi, arkadaşlarını “bu küfürler sizin ağzına yakışıyor mu?” diye uyarmamışsa, hiç kimsenin bu sınıfta küfürlerin havalarda uçuşmasından şikâyet etmeye hakkı yoktur bizce.

İyiliklerin yaygınlaşması mühimdir

Kötülüklerin yaygınlaşması, iyilerin iyilikleri yaymadaki motivasyon gücünü de zayıflatıyor. Artık bir noktadan sonra iyiler, iyilikleri anlatma gücünü kendilerinde bulamayabiliyorlar. Neticede iyilikleri yayan insanları, samanlıkta iğne arar gibi aramaya başlayacağımızdan korkuyorum. Kuşkusuz ki iyiler ve iyilikler teşvik edilmedikçe kaybolmaya yüz tutacaklardır.

Aslında iyiliklerle iman neşvesi de birbirine bağlıdır. Bunun için Kur’an bize hep iyilikleri yaygınlaştırmamızı emreder. “Amenu” ile “amîlus salihat”ın Kur’an’da neden sürekli bir arada zikredildiğini hiç düşündünüz mü? Bundan ben imanın, salih amelle yani “iyi şeyler”le, yani imanın gerektirdiği güzel amelleri yapmak suretiyle desteklenmediği takdirde zayıflayacağını çıkarıyorum.

İyi şeylerin yaygınlaştırılması ise aynı zamanda münkerle de bir şekilde mücadele etmek anlamına geliyor. Kötülüğe sövmek yerine, iyiliği desteklemek daha ideal bir yöntem olsa gerek. Çünkü menfilikle bir yere varılmıyor, her daim müspet olmak gerekiyor.

Bu günahkâr halimizle bize düşen iyilik bayrağını yere düşürmemektir. Selamı yaygınlaştırmalı, sevgimizi saygımızı arttırmalı, ikramı çoğaltmalı, misafiri sevmeli ve birbirimizin işlerini seve seve görmeliyiz. Ve iyiler sürekli buluşup ziyaretleşmeli ki iyiliklerindeki sebat ve gayretleri artsın.

Biz önce şu elimizin altındaki kıymetlerin bir farkına varalım, ne dersiniz? İyi insanların, güzel insanların, müstesna güzellerin, önemli adamların kıymetini bilelim. Çünkü iyiliklerin yaygınlaştırılması için çalışan kardeşlerimiz, ağabeylerimiz, dostlarımız gerçekten çok önemlidir. Ah, bunu bir anlasak! Belki o zaman, daha samimi ve candan bir selamı birbirimize çok görmeyiz. Birbirimizin sıkıntısıyla, hastalığıyla daha içten bir tavırla ilgilenmeye başlarız.

Bizim için iyilikler hâlâ kıymetli, iyilerin her zaman hatırları var. Ve hatır yıkmaktan hiç korkmuyorsak yazık bize… “Yıllardır birlikte bir şeyler paylaştık, hiç mi hatırımız yok” dedirtiyorsak vah vah…Mehmet Kamil Gelgör

Biraz da iyi şeylerden bahsedelim

Geçtiğimiz günlerde, iyilikleri yayma azmine şahit olduğum Mehmet Kamil Gelgör Ağabey’i Ümraniye’deki Özel Fm Radyosunun binasında ziyaret etmek nasip oldu. Mehmet Kamil Gelgör Ağabey, şu dört yıllık İstanbul hayatımda tanıdığıma en çok sevindiğim isimlerden birisi…

İyilikleri hem Özel Fm’de haftada bir yaptığı “İyi şeyler” adlı programında yayıyor, hem de gündelik hayatında… Efendim, karnınız açsa, Mehmet Kamil Ağabey de bunu anlamışsa sizi mutlaka doyurur. Aksi yönde ne kadar ısrar ederseniz edin, arabasıyla sizi gideceğiniz yere bırakır. İyilik namına ne biliyorsa onu hayata geçirmeye çalışır. Dünyada hiçbir şeyi sahiplenmez, Allah’ın kendisine verdiği emanetleri imkânı ölçüsünde Allah rızası için kullanmanın yollarını ve fırsatlarını arar.

Bu ziyaretimizde de Mehmet Kamil Ağabey her zamanki içten ve samimi tavırları ile bizi karşıladı. Tabiri caizse tam da radyoculuk için yaratılmış o babacan ses tonunu radyo haricinde de duymak, bizim için bir güzellik oldu.

İlhami PınarO gün radyo binasında Vuslat dergisi yazı işleri müdürü İlhami Pınar Ağabey ile de tanışmak nasip oldu. Dergiciler de kıt imkânlarla güzellikleri yayma sebatında olan dostlarımız oldukları için, onlar da bizim için önemli insanlardı. İlhami Ağabey elinde Vuslat dergileri ile gelmişti odaya… Vuslat’ın son sayısı “Başsız ümmet” başlığı ile çıkmıştı ki; çok önemli bir manşet konusu seçtiklerini kendisine de ifade ettim.

Kul Sadi Yüksel Hocaefendi’yi ziyaret ettik

Mehmet Kamil ve İlhami ağabeylerle birlikte akşamüzeri çok kıymetli bir hocaefendinin evine ziyarete gittik. Bu zat Abdullah Dai müstearıyla onlarca eser telif etmiş olan muhterem Kul Sadi Yüksel Hocaefendiydi.

Kul Sadi Yüksel Hoca hiçbir hürmet ve ihtiram beklemeyen tavırları ve mütebessim bir çehre ile kapıda karşıladı bizi. Sarıldık, musafaha ettik, içeriye girdik. Sohbet için düzenlenmiş koltuksuz geniş bir odaya geçtik. Odanın bütün duvarları kitaplarla doluydu. Yerdeki minderlerde oturduğumuz için sohbetin tadını daha bir güzel hissettik.

Kul Sadi Yüksel Hoca çayları ve diğer ikramları kendi elleriyle getirdi ve ikram etti. Her hali ile mütevazı olduğu için, kendisi ile rahat rahat sohbet ettik. Anlatmanın da dinlemenin de hakkını veriyordu. İslam’ı ilgilendiren hemen her konuda geniş malumatı vardı. Mezhep imamlarının, fıkıh âlimlerinin kitaplarına atıflar yapıyor, sayfa sayfa, paragraf paragraf bu kitaplardan bilgiler aktarıyordu. Söylediği hususları da azami bir şekilde delillendirerek anlatmaya gayret ediyordu.

Muvahhit ve mücahit bir zat

Muvahhit ve mücahit bir şahsiyete sahip olan Kul Sadi Yüksel Hoca tavizsiz bir çizgiyi benimsiyordu. İslam’ın en ufak bir doğrusundan kesinlikle taviz vermemeye kararlıydı. Dışlanmayı, radikal ilan edilmeyi, kovulmayı, taşlanmayı ve hatta bu uğurda gerekirse canını bile vermeyi göze alıyordu. Anlattıklarından bütün bunları çıkarabiliyordunuz.

Kul Sadi Yüksel’in mücadelede benimsediği yöntem, “Balık baştan kokar” atasözünün işaret ettiği yöntemdir. Mesele baştan çözülmelidir. Kaldı ki Efendimiz (a.s)'ın yöntemi de budur. Liderimiz, Önderimiz Peygamber Efendimiz’in İslam inkılabının muştucusu ve icracısı olduğunu nasıl inkâr edebiliriz? Lafı uzatmak değil niyetimiz. Bizi hangi yöntemle düşürdülerse, o yöntemle ayağa kalkmaktan başka bir çaremizin olmadığı ortada.Kul Sadi Yüksel

Herkesin sustuğu konularda konuşuyor

Herkesin sustuğu konularda konuştuğu için bize göre çok kıymetli olan Kul Sadi Yüksel Hoca, sohbetimiz esnasında hutbe ve vaazlarda pek duymaya alışık olmadığımız şu ayeti hatırlattı: “Yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla (kafirlerle) savaşın” (Bakara,193).

Camilerimizde hocalarımız bu konuya maalesef gerektiği şekilde girmek istemiyorlar. Namaz kılarken imamlar mihrapta okudukları bu ayetleri, minberde ve vaaz kürsüsünde yeterli bir vurgu ile okumuyorlar..

Yeryüzü bizim için mescittir

Nasıl hamama girip terlememek mümkün değilse, Kul Sadi Yüksel Hoca’yı anlatırken de bazı konulara girmemek mümkün değildir. O, Türkiye’de bulunan camilerin belli bir mevzuatı, tüzüğü olan devlet daireleri olduğunu, onun içinde de 657 sayılı kanuna göre iki tane memurun çalıştığını söylüyor. Bu konu, onun temel söylemlerinden birini teşkil ediyor. Kul Sadi Hoca bu konuda Camilerin Diyanetin kontrolundan çıkması gerektiğini savunuyor.

Kul Sadi Yüksel Hoca, İslam’da mescidin ve caminin çok önemli olduğunu söyledi ancak mescit denilince sadece  tepesinde kubbesi ve minaresi olan yer anlaşılmamalıdır diye de ilave etti. Müslümanlar bir yerde toplanıp namaz kılıyorlarsa orası tam bir mescittir dedi. Cemaat , Cami ve mescitler Müslümanların bir araya toplanmasını sağladığı için çok önemlidir. Çünkü maksat cemaatı teessüs ettirmektir.

Bir de mescidin genel manasından bahsetti ki bu konuda şöyle dedi: “Resulullah (a.s) kendisinden önceki ümmetlere verilmeyen beş şey zikrediyor. Bunlardan birisi de yeryüzünün ümmeti için mütehhar kılınmasıdır. Yani yeryüzü bizim için mescit kılınmıştır.”

Limitsiz tesbihat yaptık

Yaklaşık bir saatlik sohbetin ardından akşam namazını birlikte kıldık. Namazdan sonra herkes kendi tesbihatını kendisi yaptı. Müezzinin sınırlaması olmadan limitsiz olarak yaptığımız bu tesbihat çok tatlıydı.

Namazdan sonra Hocaefendi’den bir hatıra fotoğrafı çektirmeyi rica ettim. Mehmet Kamil Ağabey, kendisinin fotoğraf çekinmekten pek hoşlanmadığını söylese de, sağ olsun Hocaefendi; “Siz misafirsiniz, sizi kırmayalım” diyerek bizi kırmadı.

Bir saati aşkın bir sohbetten sonra müsaade isteyip bu kıymetli hocaefendinin evinden ayrıldık. Kendisi tekrar beklediklerini, söylediler. Biz de kendisi ile tanışmaktan dolayı çok memnun olduk. İnşallah tekrar ziyaret etmek nasip olur.

Kendi adıma bu ziyaretten çok güzel dersler aldım. Öncelikle çok üzüldüm.. Dinin hakikatlerini, hükümlerini, gerektiği şekilde anlatamayan hocaefendiler için üzüldüm. Kul Sadi Hocaefendi’ye de cesaretinden dolayı imrendim. Bizi bir şekilde yumuşatmaya ve yuvarlamaya çalışanlar aklıma geldi. Müsaade edin, onlara da bir çift sözümüz olsun: “Biz tağutu tümden reddederek çıktık bu yola. İdeolojinin kirine pasına bulaşmaktan, laikliği ve demokrasiyi benimsemekten Allah’a sığınarak… Bizi olduğumuz gibi kabul etmiyor ve yumuşatmaya, ılımlı hale getirmeye çalışıyorsanız, hiç uğraşmayın bunu başaramıyacaksınız

 

Aydın Başar haber verdi