Mescid-i Aksa’ya ulaştığımızda gözlerimiz, bir önceki ziyaretimizde tanıştığımız, görmeyi istediğimiz Meryem ve Zeynep kardeşleri arıyor. Fazla kalabalık olmayan mescitte karşılaşmamız çokta zor olmuyor.
Meryem ve Zeynep; Mescid-i Aksa’nın komşusu olan Eski Şehir’in[i] sakinlerinden iki kız kardeş. Evleri Mescid-i Aksa’ya çok yakın, Mescid-i Aksa’nın avlusundan çıkıldığında, beş dakikalık bir yürüme mesafesinde. Ancak; evlerine en yakın mesafede yer alan Mescid-i Aksa’nın kapıları her zaman açık olmuyor. Daha doğrusu, Mescid-i Aksa’nın bazı kapıları sık sık kapatılıyor. Bu nedenle kimileri için beş dakikalık mesafede bulunan Mescid’e ulaşmak uzun zaman alabiliyor.
İsrail polisi birtakım nedenlerle (bu nedenler çoğu zaman keyfi olabilmektedir) zaman zaman sur kapılarından birini veya bir kaçını kapatabiliyor. Aynı şekilde sur içinde yürürken, Yahudi polisinin barikatı ile de karşılaşmak mümkün. Bu durum ise; basamaklı ve dar sokaklarda yürümekte zorlanan sakat, hasta, yaşlı ve çocuklar için hayatı daha da zorlaştırmaktadır.
Yolda ilerlerken, kapısı açık evlerin avlusunda duvarlara çizilmiş Kâbe, Mescid-i Aksa ve özgürlüğü simgeleyen güvercin resimleri dikkatimizi çekiyor. Eve ulaştığımızda, on altı basamaklı merdiveni çıktıktan sonra küçük ve dar bir antreden odaya giriyoruz. Ev; bir oda, antre, küçük bir mutfak, ikisi bir arada banyo ve tuvaletten ibaret; yaklaşık 40 metrekare. Baba ve anne vefat etmiş. Zeynep ve Meryem yedi kardeşler. Üç erkek kardeşten biri Ürdün’de yaşıyor. Birçok Filistinli gibi onun da yaşam boyu İsrail’e (Filistin) girmesi yasak. Diğer iki erkek kardeş evli ve Kudüs’e yakın bir yerde yaşıyor. Dört kız kardeşten ikisi evli. Biri El-Halil’de, bir diğeri ise; Suudi Arabistan’da yaşıyor. “Vefat ve evlilikler olmadan önce, bütün aile fertleri tek odası olan bu evde yaşıyorduk. Babam ve annem vefat edip, kardeşlerim de evlenince, ikimiz kaldık bu evde” diyor Zeynep.
İkisi de evlenmemiş. Evlenmeme nedenleri, Mescid-i Aksa’yı korumak. Özellikle Eski Şehir’de, 40-50 metrekare bir evin fiyatı 400- 500 bin Dolar civarında (Arkadaşımızdan aldığımız bu bilgiyi Filistinli rehberimiz de teyit etti). “Eğer bir Filistinli bir İsrailliye evini satacak olursa, bu kadar paraya ek olarak, Amerika pasaportuyla Amerika’da bir ev, araba ve iş vaat ediliyor” diyor Meryem. Elbette orada yaşayan Müslümanlar, bir karış toprağın bile satılmasına izin vermiyorlar. Satmaya kalkışanlar ise; vaat edilenlere ulaşamıyor. “Annem hasta olduğunda, sürekli sırtımda taşıyarak, merdivenlerden indirip tekerlekli sandalye ile hastaneye götürüyordum” diyerek bazen yaşamıyla ilgili bilgiler veriyor.
Mescid-i Aksa bütün Müslümanlara emanet
Meryem bilgili ve bilinçli bir Filistinli. O müstesna bölgenin değerini bilip, bundan dolayı her türlü zorluğa katlanılması gerektiğine inanan, Mescid-i Aksa’nın, başta Filistinliler olmak üzere, bütün Müslümanlara emanet olduğunu sürekli vurgulayan bir Müslüman. Her iki kardeş de Müslümanların dayanışma ve yardımlaşmayla bu zor durumdan kurtulacağı inancında. Bu noktada özellikle ve öncelikle orada yaşayan gençlerin eğitimine önem veriyorlar. Kendileri de kıt imkânlarına rağmen, gençlerden maddî ve manevî desteklerini esirgemiyorlar. Diğer taraftan, Gazze’den gelen hastaların ve yetimlerin bakımı ile de yakından ilgileniyorlar.
Yolda ilerlerken bize bir ev gösterdi. O evin eskiden Müslümanlara ait bir ilim merkezi olduğunu söyledi. Arkadaşımızın bize verdiği bilgiye göre; sur içindeki bölge bin civarında kamera ile tamamen izleniyor. Bununla beraber bir ev Yahudi’ye ait ise, o bölgede kamera sayısı fazlalaştırılıp polis de nöbet tutmakta. Bu bilgiyi de rehberimize teyit ettiriyoruz.
Meryem yol boyunca, İsrail’in adım adım Kudüs’ü Yahudileştirme çabasından bahsediyor. Bir ara hile ile bir Müslümanın elinden alınan evin, şu anda Yahudi öğrenciler için yurt olarak kullanıldığından bahsediyor. Farklı ülkelerden getirilen Yahudi öğrencilerin bu dar evde bulundurulmalarının ana nedeni, Kudüs kimliğine sahip olmalarını sağlamak. Zira Kudüslü olduğu halde çeşitli nedenlerle Kudüs’te yaşa(ya)mayanlar kanun ile Kudüs kimliğini kaybederken, dışardan getirilen ve orada belli bir dönem ikameti sağlananlara Kudüs kimliği verilmekte.
Bize ikram ettikleri yöresel yemeği yerken, Meryem’e alışveriş hakkında soruyoruz. Meryem, “İsrail, piyasayı tekelinde bulundurduğu, özellikle yiyecek ve içeceklerde, kendi ürünleri dışındaki ürünlerin satılmasına izin vermediği için, o ürünleri almak mecburiyetinde bırakılıyoruz. Ancak sürekli alternatifini bulmak için uğraşıyoruz. Bulduğumuzda, pahalı da olsa, o ürünü alıyoruz. Örneğin; tekstilde pahalı olmasına rağmen, Türk ürünlerini tercih ediyoruz” karşılığını veriyor.
Ağır vergiler bellerini büküyor
En çok yakındıkları konu ödemek zorunda bırakıldıkları ağır vergiler. “Burada adeta aldığımız nefes için bile vergi ödüyoruz” diyor Meryem. Meryem, aldığı maaşın yarısından çoğunu kiraya veriyor. Elektrik, su, telefon gibi giderlerdeki yüksek vergi… Maaşından geriye neredeyse bir şey bırakmıyor.
Hasta oldukları zaman ne yaptıklarını soruyorum. “Müslümanlara ait hastanede personel ve malzeme eksikliğinden dolayı genelde İsrail hastanesine gitmek zorunda kalıyoruz.” diyor. Meryem, Müslüman bir Filistinli olarak, Kudüs’te yaşadıkları zorlukları bize ayrıntılarıyla aktardı. Meryem’in aktardıklarını maddeler halinde ifade edecek olursak:
1.Eğitim açısından yaşanan sıkıntılar: Sur içinde İsrail polisi sebepli sebepsiz sık sık barikatlar kurup, ulaşımı kesintiye uğrattığı için okula giden çocuklar bu durumdan en fazla etkilenenler oluyor. Çocuklar ve gençler kaliteli ve sürekli bir eğitimden mahrum bırakılıyor. Diğer taraftan bütün imkânsızlıklara rağmen, Müslümanlar devamlı çare aramaktalar. Mescid-i Aksa’yı namaz kıldıkları yer olmasının yanı sıra, her yaş için ilim merkezi olarak da kullanmak için çalışıyorlar. Günün değişik saatlerinde mescidin içinde ve bahçesinde Kuran- ı Kerim öğretimi başta olmak üzere ilim halkaları görülmekte.
2.Sağlık açısından yaşanan sıkıntılar: Maddî imkânsızlıklar, ağır şartlar, olumsuz koşullar, engellemeler, darp edilmeler, kaygılar ve belirsizlikler Eski Şehir ahalisini fizyolojik ve psikolojik açıdan etkiliyor. Hasta ediyor. Yeterli derecede tedavi edilmeyen hastalıklar müzminleşiyor. Fizyolojik ve/veya psikolojik hastaların sayısı giderek artıyor. Öyle ki; bazı hastaların Kudüs dışında uzun süreli tedavi görmesi gerekiyor. Ancak Filistinli Müslüman, Kudüs kimliğini ve evini kaybetme korkusundan dolayı, tedavi gibi hayatî bir sebeple bile Kudüs’ü terk edemiyor. Hatta bakımı için diğer bir şehirdeki yakınının yanına dahi gidemiyor. Mecbur kalıp, iki yıldan fazla giderse, Kudüs kimliğini kaybediyor.
3.Gençliğin karşılaştığı problemler: Özellikle çocuklar ve gençler birkaç açıdan çıkmazdalar. Bir tarafta kendi yaşantılarındaki ağır koşullarla, sürekli gözlerinin önünde bulunan Yahudi gençlerinin rahat imkânları arasındaki gelgitleri; diğer tarafta İsrail’in sürekli Müslüman gençleri kendi tarafına çekme ve sistemine entegre ederek, kendisi açısından etkisiz hale getirme çabalarına maruz kalmaları…
Ayrıca; İsrail 45 yaş altı erkeklerin Mescid-i Aksa’ya girişlerine sık sık engel olarak manevi açıdan; sigara, içki ve bağımlılık yapan maddelere ulaşımı kolaylaştırarak, ahlakî açıdan gençleri zayıflatma ve çökertmeyi hedeflemekte.
4.Ticarî sıkıntılar: İsrail, Müslümanların üretmemesi için elinden geleni yapıyor. Kâh toprağını elinden alarak; kâh su veya tohumdan mahrum bırakarak; toprağı işlemesine engel oluyor. İnşa edilen duvarlar insanların evi ile işyerinin arasına girdiğinden ve teftişlerin sıkı olmasından dolayı onlarca dükkân ve atölye kapalı halde. Ürünler, ya açılamayan dükkânlarda çürümeye terk edilmiş ya da tarlalarda pazara ulaştırılamadan ziyan olmakta. Kaldı ki, pazara götürülse bile alıcısı olmadığı için elinde kalmakta. Zira Yahudiler Müslümanlardan alışveriş yapmıyorlar. Müslümanların elindeki ürünler aynı cinsten olduğu için birbirleri ile ticaretleri de aktif olamıyor. Aynı şekilde özellikle Kudüslü Müslüman esnaf da ağır vergiler ve sudan sebeplerle verilen para cezaları ile oldukça bunalmış durumda.
5.Sosyal problemler: “Bizi yıldırmaya, canımızdan bezdirmeye çalışıyorlar. Biz Filistinli Müslümanlar, başta Mescid-i Aksa’ya sahip çıkmak ve bize ait topraklarımızda yaşamak için Eski Şehir’in bütün zorluklarına katlanıyoruz. Bizlerin çoğu 40-50 metrekare evlerde, bazen beş on kişi olarak, bazen de birkaç aile beraber yaşamak mecburiyetindeyiz. Evlilik yaşına gelen gençlerimizin bir kısmı, Eski Şehir’de ev bulamadıkları için orada yaşamak uğruna evlilikten vazgeçiyorlar. Ya da Eski Şehir’in dışında yaşamlarını kuruyorlar. Bu, İsrail’in Eski Şehir’de yaşayan özellikle genç Müslüman nüfusu azaltmaya yönelik bir politikası. Diğer taraftan Mescid-i Aksa uğruna evliliği dahi terk eden gençlerimiz, İsrail’in sık sık koyduğu giriş yasağı yüzünden, mescitten de mahrum bırakılıyorlar.
İsrail çocukları zorla alıkoyuyor
Hepimiz biliriz ki; aynı evde birkaç çocuk olduğunda zaman zaman tartışma ve kavganın çıkması doğaldır. Bu durumu fırsat bilen İsrail polisi, sağlıklı bir ortamda yaşamadığı gerekçesiyle çocukları ailelerinden alıp götürmekte, bulunduğu yer ve durumu hakkında aileyi bilgilendirmemekte. İsrail, topraklarımızı Yahudileştirmek için bazen çok yüksek miktarlarda para teklif ederek, bazen kendisini Müslüman olarak tanıtan alıcı aracılığıyla hile yaparak, evlerimizi elimizden almaya kalkışıyor. Ya da yaşam koşullarını çok çok ağırlaştırarak kişiyi kendi evini terk etmeye zorluyor. Eski Şehir’de böyle davranırken, Kudüs ve çevre illerde kişilerin evlerini ya doğrudan ya da aslı olmayan gerekçelerle, (ruhsatsızlık, kaçak yapılanma, şehrin yeniden yapılanması vs.) ellerinden almakta.
İsrail kendince belirlediği gerekçelerle, bazı evlere yıkım kararı gönderiyor ve kısa bir süre sonra buldozerlerle evi yıkıp, yıkım masrafı adı altında sahibinden yüksek meblağlar talep ediyor. Bazı Müslümanlar öyle bir noktaya geliyor ki; yıkım masrafını ödeyemeyecek durumda oldukları için kendi elleriyle evlerini yıkmak zorunda kalıyorlar. Müslümanın elindeki bir karış toprağa bile göz dikiliyor. Bütün topraklara sahip olmak adına Müslüman mezarlıklarındaki kabirler bile tek tek çalınıyor.
Burada yaşayan hiçbir Müslümanın can güvenliği yok. Ne evdeki, ne de evin dışındakinin ne olacağı, ne ile karşılaşacağı belli değil. Sabah evden çıkan Müslüman bir çocuk, genç, kadın veya yaşlı eve saatler sonra dönebilir veya hiç dönemeyebilir. Eve döndüğünde de evini sağlam bulamayabilir. Hapishanedekilerin sayısı her geçen gün artmakta. İsrail’in resmi kanalla açıkladığı sayının çok üzerinde Müslüman, - özellikle de genç Müslümanlar- İsrail işkencesinin altında…”
“Haklı olmak bize güç veriyor”
Dinlediğimiz bu ve benzeri sıkıntıların ardından şunu sormadan edemiyoruz: Nasıl dayanıyorsunuz bu sıkıntılara? “Bütün zorluklar, yeniden bizi kendimize getiriyor. ’Sen haklısın’ psikolojisi bize güç veriyor. Tabii ki temelde bütün gücümüzü Allah’ın yardımı, iman kuvveti ve tevekkülden alıyoruz.” “Burada bize düşen görev nedir?” diye sorduğumuzda “Sizin varlığınız, burada oluşunuz en büyük yardımdır. Bizler, sizlerin maddî yardımlarınızdan daha ziyade, Mescid-i Aksa emanetine her daim sahip çıktığınızı görmek istiyoruz. Çünkü Mescid-i Aksa bütün Müslümanlara emanettir. Ayrıca sizler buradayken İsrail bize, gerçek yüzünü göster(e)miyor. Sizler burada olmayınca daha zalimce davranıyor” diyor.
İkindi namazına dakikalar kala, duyduklarımız ve şahit olduklarımızın etkisi altında mescide doğru yürüyoruz. İkindi namazı sonrası, taksi ile Mescid-i Aksa’ya yaklaşık 20 dakikalık uzaklıkta başka bir arkadaşın evine davetliyiz. Asiye; Kudüs sakinlerinden matematik öğretmeni. Eşi vefat etmiş, biri evli, diğeri bekâr, iki kızı ve bir de oğlu var. “El-Halil’de büyük bahçeli, geniş bir evde yaşıyorduk. Ancak İsrail’in ‘Kudüslü olduğu halde başka illerde oturanlar, Kudüs’te oturanlara verilen haklardan mahrum olurlar’ kararı üzerine evi ve bahçeyi satıp bu 80 metrekarelik evi almak zorunda kaldık” diyor. Eski Şehir’in kendine özgü tarihi yapısından sonra bu bölge, yeşilliği ve meyve ağaçlarının varlığı ile dikkatimizi çekiyor. Birkaç kattan oluşan apartmanların geneli bahçeli. Misafir bulunduğumuz ev, aslında bizim ülke şartlarımızda vasat bir ev. Fakat Eski Şehir’deki evlere kıyasla oldukça gösterişli. Ev iki oda, bir salon, mutfak, banyo ve tuvaletten ibaret.
Böyle bir evin fiyatını öğrenmek istediğimizde bize “Yakın zamanda 60 metrekare büyüklüğünde, içi yapılı olmayan bir evin 300 bin Dolara satıldığını” söylüyor. Kendi evinin ise 500 bin dolar civarı olduğunu belirtiyor.
Oradaki yaşam koşullarından konuşurken, o da öncelikle ağır vergilerden yakınıyor. “Çok farklı alanlarda yüksek vergi ödemeye mecbur bırakılıyoruz. Televizyon seyretmek bile vergiye tabi. Bir yıllık televizyon seyretmenin vergisi 380 Şikel.” diyor.
“Taşınırsam buraya kim sahip çıkacak?”
Başta kız kardeşi olmak üzere birçok akrabası, Kudüs’e 35 kilometre uzaklıktaki El-Halil şehrinde oturuyor. Bu yakın mesafeye rağmen, kız kardeşinin kendisini ziyaret etmesi, İsrail’in iznine bağlı ve ücrete tabi. “Eşim vefat ettikten sonra en yakınım olan kız kardeşimi, ihtiyacım olduğu zaman yanımda görememek, beni en çok üzen noktalardan biri. Hal böyle olunca hayatın bütün yükünü ve çocukların sorumluluğunu tek başıma taşımak zorundayım. Bu bölgede çocukları maddî ve manevî tehlikelerden uzak, davasına sahip gençler olarak yetiştirmek oldukça güç. Gençlerin, Müslüman kimliğini veya bilincini kaybetme, değerlerine karşı duyarsızlaşma, düşmanının safında yer alma gibi düşeceği onlarca ciddi tehlike var. Gençlerimizin Yahudilerle çoğu alanda (üniversite, iş ortamı, aynı mahallede oturma) iç içe yaşamaları ve etkin gücün onlarda olması, bu tehlikenin katlanarak artmasına sebep oluyor. Çocuklarımın karşılaştığı maddî ve manevi tehlikelerle sorunları tek başına çözme sorumluluğum, maddî koşulların ağırlığı, beni buradan taşınma düşüncesine itiyor. İçimden ‘sat, git’ buralardan diyorum. Sıkıntımın büyüklüğü ve çaresizliğim beni bir anlık bu düşünceye itse de kendime geldiğimde asla olmaz’ diyorum. Sen taşın, o taşınsın kim buralara sahip çıkacak?!”
Yatsı namazını Mescid-i Aksa’da eda etmek için arkadaşımızın ayarladığı araç ile evden ayrılıyoruz. Arkadaşımızın oğlu, arkadaşından bizi mescide ulaştırmasını rica etmiş. Genç, duyarlı bir Filistinli. Kudüslü bu genç yola çıktığımız andan itibaren, orada maruz kaldıkları zulmü bize anlatırken, zulümlerin yaşandığı yerleri göstermek için elinden geleni yapıyor. Sura yakın dükkân sahiplerinin, her geçen gün nasıl yeni bir zulüm ile karşı karşıya bırakıldıklarından bahsediyor. Bu mekânları bizzat görmemiz için güzergâhını uzatıyor. Bizim o zulümlerden haberdar olmamız için çok şeyleri anlatmak ve göstermek ister gibi. Yatsı namazı için geldiğimiz Mescid-i Aksa’yı görünce bizi hüzün kaplıyor. Zira şimdiden özlemini hissetmeye başladığımız Kudüs’ten gece yarısı ayrılacağız. Mescitte tanıştığımız dostlarımızla vedalaşırken, en yakın zamanda tekrar buluşma temennisinde bulunuyoruz.
Kudüs’e veda edeceğimiz bu son saatlerimizde, zihnimizde ziyaret etmeden buralardan ayrılmak istemediğimiz bir mekân daha var. Geldiğimiz ilk günden beri isteyip, ancak bu güne kadar gerçekleştiremediğimiz bir ziyaret. Vefat etmeden yaklaşık bir ay önce, bir arkadaşımız vesilesiyle tanımıştık, Özbek Tekkesi’nin şeyhi Abdulaziz Buhari ve ailesini. Şeyh, bir Türk hayranı. İlk görüşmemiz esnasında benden, eşinin Türkçeyi öğrenmesi konusunda yardımcı olmamı istemişti.
Eşi Kudüslü değil. Kendisine nasıl oldu da burada evlendiğini sorduğumda “Burayı ilk ziyaret ettiğimde, Kudüs beni oldukça etkiledi, burayı çok sevdim ve burada yaşamak için Allah’a dua ettim. Evlilik bu duamın kabulü oldu.” Bu vesileyle bizde mutlu ve neşeli bir aile tablosu gördük.
Kudüslü Müslümanlar için büyük kayıp
Geçen sefer Kudüs’ten ayrılırken, zihnim şu düşünceyle meşguldü; her geçen gün Kudüs’te yaşayan Müslümanların varlığı daha da önem arz etmekte. Şu misali düşündüm; nasıl ki bir bina eskidikçe ve tarihi değeri artıkça, onun her bir taşı önem arz eder ve bir taşın dahi eksilmesi binayı sarsarsa, Kudüs için de yaşayan bir Müslümanın varlığı da tarihi binadaki bir taştan daha da önemlidir. Bina taşlarının yerlerinden oynamaması ne kadar önemli ise, bu şehir halkından birinin burayı terk etmemesi de o kadar önemlidir. Bu düşünce bana şeyhin Kudüs’teki varlığının ne kadar önemli olduğunu hissettirdi. Türkiye’ye dönüşümün ikinci haftasında, şeyhin ölüm haberi ile sarsıldım. Kudüs’ten bir çocuğun bile ayrılmaması düşüncesindeyken, şeyhin vefatı beni derinden yaraladı. Bu ölüm Kudüs’te yaşayan Müslümanlar için önemli bir kayıptı.
Aradan bir yıl geçtikten sonra Kudüs’ü ikinci ziyaretimde şeyhin hanımına başsağlığında bulunmak için evindeyim. Lakin şeyhin hanımının hali beni çok etkiliyor. Bir sene önce gördüğümde, oldukça mutlu ve neşeli o insanın yerinde sanki on yıl daha yaşlanmış ve eşinin yokluğu sebebiyle, hayatının bütün canlılığı kaybolmuş biriyle karşılaşıyorum. Anlatırken ağlıyor ancak gözlerinde akacak bir damla yaş kalmamış. Kendisinin ve çocuklarının hayat koşullarının zorluğunun yanında, bir de tekkenin maddî manevî sorumluluğu ve burayı kaybetme korkusu onu daha da çökertmiş. “Eşimin yokluğu bizi derinden yaraladı. Diğer tarafta tekkenin önemi ve stratejik konumu nedeniyle polisin sık sık barikat kuruyor olması... Özellikle ev halkından biri dışarıdayken, kasıtlı kurulan barikat nedeniyle, evimize dönmekte zorlanıyoruz, bazen küçük yaştaki kızımın örneğin; okuldan eve dönüşü saatler alabiliyor. Bir annenin yüreği buna nasıl dayanır? Yaşam burada oldukça zor, tam bir işkence ve ıstırap….’’
Bu üçüncü ziyaretimizde, şeyhin hanımını eşinin acısından daha ziyade, yaşamındaki zorluklara çareler ararken bulduk. Tekkeyi kaybetme korkusu onu ciddi derecede kaygılandırıyordu. Diğer taraftan da vergiler belini bükmüştü. “ Vergilerini ödeyemediğim için korumaya çalıştığım, bana emanet bırakılan, 400 yıllık bu Osmanlı (Özbek) Tekkesi’ni İsrail hükümeti elimden almaya çalışıyor. Benim halim belli, tek başıma dul biri olarak ne yapabilirim ki..? Türkiye’deki yetkili birilerinin buraya acilen sahip çıkması gerekir.” diyordu. Yaşamın zorluğu ve taşıdığı ağır yükler onun omuzlarını çökertmişti.
Filistinliler kaderine terkedilmiş bekliyor
Yukarıda anlatılanlar; ikisi evlenmemiş, ikisi dul, dört kadın ve Kudüs’teki üç evde sürdürdükleri yaşam mücadeleleri. Yıllarca akraba, arkadaş, dost meclislerinde hep birilerinden, Filistinlilerin topraklarını sattığı hikâyelerini duyduk. Hiçbiri bir kez bile Filistin’e gitmemiş, bu meseleyi özel anlamda araştırmamış, asıl kişilerden, yani Filistinlilerden bu konuyu sormamış dostlar, bize Filistinlilerin topraklarını sattığı hikâyesini anlattı. Yıllarca biz bu söylentilerle büyüdük. Ancak şahit olduklarımız farklıydı.
Dört günlük ziyaretimizde hasbel kader ziyaret ettiğimiz evlerde, bir karış toprağı satmanın değil, orada var olmanın ve oraları korumanın mücadelesiydi gördüklerimiz. Özel olarak bu konuyu konuşurken bir Filistinli şunu söylemişti; “Kimse Filistinlilerin topraklarını sattığını ispat edemez. Eğer ispat edilebilecek bir şey olsaydı, İsrail bunu tüm insanların, özellikle Müslümanların gözlerine sokardı. Bu uydurulmuş yalan, asılsız söylentiden başka bir şey değil. Ancak dünya bu yalanı yutuyor, bu yalanla uyutulmayı kabul ediyor.”
Diğer taraftan yine bizim bilinçaltımıza kazınmaya çalışılan şey, Bir avuç Yahudi’nin milyonlarca Arap’a karşı nasıl mücadele verdiği hikâyesiydi. Kitaplarda, filmlerde alttan alta sürekli bu tema işlendi ve işleniyor. Ancak bizim gördüklerimiz, Müslümanlar tarafından kendi kaderlerine terk edilmiş bir avuç Filistinlinin başta İsrail ve onun büyük destekçisi ABD olmak üzere o safta yer alan dünyaya karşı verdiği mücadeleydi. Biz orada Yahudi-Arap mücadelesi değil, hak ve batıl mücadelesini gördük. Bir tarafta hakkını savunanlar ve onun mücadelesini verenler, diğer tarafta hakkı gasp edenler… Küçücük bir toprak parçası bile bu mücadelenin içerisindeydi. Evler, tarlalar, boş arsalar, mezralar, pazarlar ve mezarlıklar… Her yer birileri tarafından çalınmak veya buna karşılık sahipleri tarafından korunmak içindi.
Farz-ı muhal bir gün bu insanlar bize gelse ve yakınarak; “Başta Mescid-i Aksa olmak üzere, topraklarımızı korumak için direndik. Ancak artık burada yaşamakta çok zorlanıyoruz, her geçen gün yaşam koşulları daha da zorlaşıyor, ne yapacağımızı bilemiyoruz,” deseler acaba onlara ne deriz?
Özlem Feride Şahin, “Kudüs’te Üç Ev”, Bilimevi Kadın dergisi, Nisan-Mayıs-Haziran 2018, Sayı: 1.
[i]Eski Şehir diye bilinen bölge, Kanuni Sultan Süleyman’ın yaptırdığı surlarla çevrili kısım. Büyük taşlarla örülmüş, kalın duvarlarla çevrili, dar ve çoğu basamaklı sokaklardan oluşmaktadır. Şehirde ortalama elli altmış metre kareden oluşan yüzlerce ev ve küçük dükkânlar yer almaktadır. Şehir sakinlerinin büyük çoğunluğu Müslüman, Yahudi, Hristiyan ve Ermenilerden oluşmaktadır.