Giriş
“Kudüs… Ey Kudüs” Fransız asıllı Dominique Lapierre ve Amerikan asıllı Larry Collins’in ortak çalışmasıdır. Yolları Paris’te kesişen Lapierre ve Collins’in beş yıllık çalışmalarının, özel röportajların, arşiv metinlerinin taramasının ardından ortaya çıkardıkları bir eserdir.
Bütün dinlerce kutsal görülen Kudüs topraklarında yaşanan mücadeleleri, sadece Araplar ve Yahudiler özelinde değil, Birleşmiş Milletler ve uluslararası dengeler açısından da ele alan eserde İngilizlerin Filistin’den ayrılışının akabinde İsrail Devleti’nin kuruluşu ve Arapların uzun soluklu savaşlar silsilesine başlaması anlatılmaktadır. Kudüs’teki ihtilafın sebeplerinden başlayarak kronolojik olarak Araplar ve Yahudiler arasında yaşanan mücadelelere yer verilen eserde; Birleşmiş Milletlerin Filistin’in kaderini çizen kararı alması, Kudüs üzerinde çıkarları bulunan devletlerin yeni çizilen haritaya göre planları, Birleşmiş Milletler denetiminden rahatsız olan Yahudiler ve Arapların tepkileri de kitapta ele alınmakta.
Uzun yıllar dostça yaşayan milletlerin siyasi çıkarlar uğruna düşmanlaştırılması, masum insanların yerlerinden yurtlarından edilmesi, köylerin ve mahallelerin yakılması, uzlaşma yerine şiddete başvurulması gibi durumlara kitapta sıkça değinilmektedir. “Kudüs… Ey Kudüs” İsrail ve Filistin arasında yaşanan mücadelelere, Kudüs’ün önemine ve bölgenin uluslararası çıkarlar açısından nasıl gözetildiğine dair bilgiler sunan bir kitaptır.
Kitap özetinden bölümler:
BM Kararıyla Filistin’in Paylaştırılması
1947 senesinde Birleşmiş Milletler Örgütü toplanarak Filistin toprakları üzerinde görüşmeler yaptı. Bu görüşmeler sonucunda dinlerce kutsal görülen Kudüs’ün kaderi değişecekti. Uluslararası mecliste Filistin’in Arap ve Yahudi bölgeleri olmak üzere ikiye ayrılması tartışılıyordu. İki millet arasında paylaştırılan toprakların sınırları, kabul edilemeyecek şekilde çizildi. Kudüs ise bu iki millete de verilmeyerek Birleşmiş Milletlerin denetimine bırakıldı. Bu durum Yahudileri mutlu etmese de bu kararı kabul etmek zorunda kaldılar.
Yahudiler, Nazi Almanyası’nın gaz odalarında katledilmişti ve bunu bütün dünya öğrenmişti. Yahudilere yaşamaları için yer verilmesi gerekçe gösterilerek Filistin topraklarına yerleşmeleri onaylanıyordu. O zamana kadar Yahudilerle barış içinde yaşayan Araplar, işlemedikleri bir suçun cezasını ödemek zorunda bırakıldıklarından bu haksızlığa kayıtsız kalamıyorlardı.
Yeni kurulmuş olan Birleşmiş Milletler Örgütü’nün Filistin konusunda ne karar vereceği bilinmiyordu. Yahudiler çıkarları doğrultusunda sonuç elde edebilmek için çaba gösteriyor, üyeleri, her türlü yolları kullanarak ikna etmeye çalışıyorlardı. Oylamanın yapıldığı gün Yahudi’si de Arap’ı da sonucu merakla ediyor ve radyodan gelecek olan haberi bekliyordu.
Birleşmiş Milletlerden çıkan sonuç, Filistin’in paylaştırılması yönünde oldu. Bu haberi, Yahudiler sevinç çığlıklarıyla bir zafer edası içinde kutlarken Araplar alınan hezimet karşısında savaşın başlayacağını dile getiriyordu. Yahudi eğlenceleri devam ederken Araplardan birçoğu da İngilizlere karşı giriştikleri kanlı başkaldırıdan sonra on yıldır köşe bucak sakladıkları silahları bulup çıkardılar. Olayın sabahına öğrenciler ayaklanarak Fransız ve Birleşik Amerika elçiliklerini kırıp döktüler, Komünist Partisi merkezini yakıp yıktılar. Sonuç sadece Filistin’de değil Lübnan, Ürdün Suudi Arabistan’da da büyük yankılara neden oldu. Diğer ülkelerin aksine Arap dünyasının en büyük ülkesi olan Mısır’ın başkenti Kahire ise sonucu oldukça soğukkanlılıkla karşıladı.
Yahudilerin elde ettikleri bu başarı, uzun ve acılı bir yolun sonunda gerçekleşebilmiştir. Bu kavim tarihte birçok ulus tarafından tehditlere maruz kaldı. Öyle ki bu ırka mensup kişiler yurtlarından kovuldu, zorla Hristiyanlaştırıldı ve çoğu seferde kılıçtan geçirildiler. Tarih boyunca gördükleri eziyetler karşısında ayakta kalmaya çalışan Yahudi ırkı kendilerine karşı oluşan düşmanlığın hiç bitmeyeceğini biliyordu.
Yahudi halkının kaderi, Theodor Herzl tarafından kurulan Siyonist hareketi ile değişim gösterecektir. Bu hareket, toplandıkları ilk kongrede bir devletin kurulmasına karar verdi. İlk Siyonistler, Yahudi geleneğinin gerçek bir toplumsal demokrasinin kuruluşuyla birleşeceği bir devlet kurmak istiyorlardı. Bu düşünce de taraftarlarında toplumsal disiplin ve ortak sorumluluk duygusu oluşturmuştur.
Yahudilerin yıllardır hayallerini kurup başarmak için çok çaba sarf ettikleri karar nihayet çıkmıştı. Bunun karşılığı olarak da Arap mahallelerindeki halk duruma tepki göstermek için toplanıp Yahudilerin üzerine gittiler. Onların dükkânlarını yağmalıyor, kırıp döküyor ve dehşet saçıyorlardı. İngiliz polisi ise duruma kayıtsız kalıyordu. Yaşananlardan sonra Filistin için barış umutları, yanan dükkânlarla beraber yok oldu.
Stratejik Hesaplar ve Karşılıklı Yükselen Gerilim
Araplar dil, geçmiş ve din bakımından bir olsalar da politik yönden ayrılmışlardı. Filistin meselesi gündeme gelince bütün sorunların üzerindeki yerini aldı. Arap devletleri bir araya gelerek Filistin konusunu görüşüyor, savaş konusunda fikirlerini ve yardımlaşmayı tartışıyorlardı. Kahire’de toplanıp kendilerini Arap Birliği diye nitelendirmişlerdi. Filistin için her ülkenin Arap Birliği’ne silah ve para yardımı yapması isteniyordu. Bu toplantıları özenle takip eden biri de Filistin dramının tam merkezinde bulunan Kudüs müftüsü Hacı Emin Hüseyni’ydi. Hacı Emin, Filistin’de düzenli bir ordunun bulunmasını istemiyordu. Çünkü biliyordu ki eğer asker girerse fiili bir iktidar yerleşirdi. Bu yüzden de Arap Birliği’nden çıkan karar onu memnun etmişti. O, gönüllüleri ve parayı kontrol altında tutup dış yardım olmadan Yahudileri yenecek kadar güçlenmek istiyordu.
Yahudiler de tıpkı Araplar gibi bir araya gelerek gelecek günler hakkında planlar yapıyordu. Araplar eğer Kudüs’ü ele geçirmeyi başarırlarsa zaferlerinin başlamadan biteceğini çok iyi biliyorlardı. Yahudiler Kudüs’ün uluslararası bir şehir sayılmasından memnun değillerdi ama yine de Kudüs’ün topraklarına katılması kararı, topladıkları kurulda reddedildi. Ancak Araplar savaşmaktan vazgeçmezse yapılan anlaşmaların hiçbir hükmü kalmayacaktı. Yahudilerin savaşta kendi güçleri ile kazanıp muhafaza edebileceği yerler olacaktı.
Siyonist lider Ben Gurion’la Kral Abdullah çok iyi anlaşıyorlardı. Kral Abdullah son on yıldır Filistin Yahudileri ile gerçek ilişkiler kuran tek Arap yöneticisiydi. İkili bir görüşme düzenlendi ve bu görüşme tam bir dostluk havası içinde geçti. Kral Abdullah, Yahudilere yöneltilen saldırılara katılmayacağını ve ortak düşmanlarının Hacı Emin olduğunu dile getiriyordu. Kral, Filistin’in paylaştırılması kararından memnundu. Yıllardır umut ettiği gibi gücüne güç katıp şanına uygun toprakların hâkimi olmayı hedefliyordu. Eğer Kudüs’e sahip olursa muazzam bir prestije de sahip olacağını biliyordu. Abdullah eğer Kudüs Müftüsü Hacı Emin Hüseyin’in Filistin’de kurulacak Arap devletinin başına gelirse bu toprakların tamamıyla Yahudilerin eline geçeceğini düşünüyordu. Bundan kurtulmanın yolunu ise İngilizlerin desteğini alarak bulabileceğine inanıyordu.
İngiltere bundan böyle Orta Doğu’daki çıkarlarını mümkün olduğu kadar Arapların çıkarlarıyla bağdaştırma yönünde bir karar almıştı. İngilizler, Yahudilerin dostluğunu kazanamayacağını biliyordu ve bu yüzden de yönünü Araplara çevirmişti.
Birleşmiş Milletlerin kararından az bir zaman geçmesine rağmen Araplar ve Yahudiler birbirlerinden kopmuştu. Dostluklar bitmiş, yerini düşmanlıklar almıştı. Her bir hanede savaş hazırlığı yapılıyordu. Araplar ve Yahudiler karşılıklı olarak acımasızlık yarışına girişmişlerdi. Atılan her bir kurşun hemen karşılığını buluyordu. Her geçen gün yayılım ateşi şehrin rahatını bozuyor, çatışmalar her gün daha da çok şiddetini artırıyordu.
Çatışmaların yoğun yaşandığı yerlerden halk uzaklaşmaya başlamıştı. Yahudiler Araplarla karışık olarak oturdukları yerleri terk edip kendi ırkdaşlarının yanına taşınıyordu. Bu durum Yahudiler için büyük bir tehlikeydi. Çünkü eğer böyle devam ederse halk dağılabilirdi. Bunun önüne geçebilmek için önemli bir konumda olan Katamon Mahallesine kesin bir darbe yapmaya karar verdiler. Bu yolla hem Arapların kaçmalarını sağlayacak hem de şehrin psikolojik havasını değiştireceklerdi. Bunun için de Semiramis Oteli patlatıldı. Sonuç tam da Yahudilerin beklediği gibi olmuştu. Artık Yahudiler değil Araplar göç etmeye başlamıştı.
Kudüs’teki Arap Birliği sorumlusu “Yahudilerin hayatı cehenneme çevrilmeli” diye nidalar atıyordu. Zaten Yahudiler için yaşam oldukça zorlaşmıştı. Hem beslenme hem de yakacak sıkıntısı baş göstermişti. Şehirde İngiliz kuvvetlerinin bulunması iki tarafın da hedeflerine ulaşmasına engel oluyordu.
Paylaşımın Durdurulması
Yahudilerin Semiramis Oteli’ni bombalamasına ve daha birçok bombalama hareketlerine Araplar da aynı şekilde karşılık vermek için planlar yapıyor ve planlarını hiç zaman kaybetmeden uyguluyorlardı.
David Ben Gurion, Kudüs Başkomutanlığına David Shaltiel’i getirdi. Yeni gelen lider şehirde uygulanmak üzere emir üstüne emir veriyordu. Bu emirlere göre hiçbir Yahudi, toprağından ne pahasına olursa olsun vazgeçmeyecekti. Hatta Araplardan boşalan evlere bile Yahudiler yerleştirilecekti.
Birçok ülke Birleşmiş Milletlerin kararından sonra Araplara durumu kabul ettirebilmek için birkaç ekonomik vaat ve az bir baskının yeterli olacağını düşünmüştü. Ama Arap direnişinin gerçek oluşu Filistin’i paylaştırma yanlılarını sarsmaya başlamıştı.
Kararın uygulanabilmesi için kuvvete başvurma sorunuyla muhatap olan devletlerin aslında böyle bir güce, askeri yardımda bulunmak gibi bir niyetleri yoktu. İngiltere zaten sorunu Birleşmiş Milletlere taşımakla sorumluluklarından kurtulmuştu. Fransa da Hindiçin’de savaştığı için yardım konusunu gündemine bile getirmek istemiyordu. ABD ise hem askeri kuvvetlerini göndermiyor hem de Rusların burada varlık göstermesinin karşısında duruyordu.
Amerikan hükümeti kendi içinde bile Filistin’in paylaştırılması konusunda anlaşmaya varamamıştı. Birbirlerine ya Yahudi düşmanlığı ya da ulusal çıkarların gözetilmediği hususunda tepki gösteriyorlardı. Paylaşım konusunun sancılı günlerinde Amerikan Dışişleri Bakanlığında yeni bir rapor düzenlendi. Bu raporla kararın uygulanamaz olduğu doğrulandı. Yapılan görüşmelerde Kudüs’ün on yıl süre için Birleşmiş Milletlere bırakılması ileri sürüldü. Bu sayede kazanılan zamanda iki ulusun bir şekilde uzlaşabileceğini umut ediyorlardı.
Siyonistler, Amerika’nın Filistin’i paylaştırma kararını tekrar gözden geçirip yeni bir tasarı oluşturmasından çok endişe duyuyordu. Çünkü yeni bir tasarı onların umutlarını tamamen ortadan kaldırabilirdi. Bunun önüne geçmek için de ellerinden gelen bütün politik diyaloglara başladılar.
Bu arada Kudüs’teki dehşet de var gücüyle devam ediyordu. Bu sefer Araplar, Yahudi mahallesinde büyük bir patlama gerçekleştirdi. Trajedi öyle büyüktü ki Yahudilerin öfkeleri Araplarla sınırlı kalmayıp İngilizlere de yöneldi. Bundan sonra şehirdeki İngilizlere karşı da vur emri verildi. Arap yönetimi bu patlama ile Kudüs Yahudilerinin barış yapmak için istekte bulunacaklarını düşünürken tam tersi gerçekleşti. Bu Yahudilere indirilmiş büyük bir darbe olmasına karşın onları birbirine daha da sıkı bağlarla bağladı ve direnme güçlerini kat be kat arttırdı.
Birleşmiş Milletlerin gönderdiği komisyon Kudüs’e geldiğinde hak ettikleri gibi bir karşılama göremediler. Bunlar Birleşmiş Milletlerin Filistin’deki varlığını kabul ettirmek ve paylaştırmanın uygulamasını hazırlamak üzere gelmişlerdi. İngilizler tavırlarıyla Birleşmiş Milletlerin Filistin’deki varlığından nasıl nefret ettiklerini ve bunu kabul etmek zorunda kaldıklarını gösteriyorlardı. Şehre gelen örgüt üyelerini İngilizler bir küçümse içinde, Araplar da tüfekle karşıladılar. Yahudiler ise kendi devletlerini kurabilmek için her türlü desteğe ihtiyaç duyduklarından onların desteğini almak için uğraş veriyorlardı.
Yahudilerin ısrarcı politik yaklaşımları sonucunda Amerikan başkanı Truman, Yahudilere verdiği sözü tutacağını ve Filistin’in paylaştırılması konusunu desteklemeye devam edeceğini, Yahudi ulusunun özgürlüğü için masaya oturan Hayim Weizmann’la yapılan görüşmede bildirdi. Ancak verilen bu söz, öncesinde Amerikan Dışişleri tarafından çıkarılan raporun aksine bir tutum demekti.
Dışişleri Bakanlığı’nda hiç kimse Başkan’ın paylaştırma hususunda karar değiştirdiğini bilmiyordu. Zaten Başkan’da kararını onlara açıklama gereğini görmemişti. Çünkü tasarıyı nasıl ve ne zaman açıklayacağına kendisinin karar vereceğini sanıyordu. Ancak bu esnada Güvenlik Konseyi’nde Filistin’in paylaştırılmasının süresiz olarak durdurulması yolundaki yeni teklif açıklandı. Herkes çok şaşkındı. Bu kararı Arap Temsilciler büyük bir sevinçle karşıladılar. Bu karar, Siyonistler için tam bir hezimet anlamı taşıyordu.
Sonuç
Kudüs meselesi, yaklaşık yüz yıldır dünya siyasetinin, bilhassa Orta Doğu olarak tesmiye edilen coğrafî bölgede siyasetin en önemli unsurunu teşkil etmektedir. İncelediğimiz bu kitap ise Kudüs meselesine dair yazıldığı dönemden itibaren temel kitaplardan biri olmuştur.
“Kudüs… Ey Kudüs”, dönemin siyasî oluşumlarını ve stratejilerini, Müslüman ve Yahudi gruplarını, Kudüs’ün jeopolitik konumunu, dış güçlerin bölgeye müdahalelerini arşiv kaynaklarına dayandırması ve dönemi anlatan değerlendirmelerde bulunması nedeniyle Kudüs hakkında okunabilecek kitapların başında gelmektedir.
Kitap içerisinde yer alan şahsiyetlerin de kritiklerine bağlı olarak dönemin tahlili, Kudüs’te gündelik hayat, Arap-Yahudi ilişkileri gibi bilgilere yer verilerek Kudüs’ün yalnızca kutsal bir şehir olmayıp siyasî olarak da hâkimiyet sembolü olduğu vurgulanıyor.
Devamını okumak ve dinlemek için HAP KİTAP uygulamasını ücretsiz indirebilirsiniz.