Türk tarihinin en önemli figürlerinden biri olan Barbaros Hayreddin Paşa’nın hayatına yönelik çok sayıda eser okuyamıyoruz maalesef. Yapılan çalışmalar, yazılan kitaplar böyle bir şahsiyet için oldukça yetersiz. Türk denizcilik tarihinin en önemli kaptanlarından biri olan Hayreddin Paşa’nın her yönüyle hayatının incelenmesi sadece denizcilik tarihine ışık tutmayacak, aynı zamanda bir yöneticinin hayatını ve Osmanlı İmparatorluğu’nun belirli bir dönemini de daha iyi aydınlatacaktır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk kaptan paşası olan Barbaros Hayreddin’in hayatına değinen “Deryadaki Ateş Barbaros Hayreddin” kitabı Erdem Yayınları’nın ‘Tarihi İnsan Yazar’ serisinden neşredildi. 158 sayfadan oluşan eser, Barbaros’un hayatına değinen üç ana bölüme ayrılmış: Korsanlık Dönemi, Cezayir Günleri ve Osmanlı Hizmetinde Barbaros Hayreddin.
Barbaros ve kardeşleri
Yazar Hüseyin Serdar Tabakoğlu'nun, Barbaros ve kardeşlerini konu edinen giriş bölümünde bu dört kardeşin kısaca hayatına değindiğini görüyoruz. Zaten Barbaros’u sadece kendi başına ele almak doğru olmazdı. Diğer iki kardeşten ziyade bir de Oruç Reis var ki, belki de önceleri, özellikle korsanlık dönemlerinde Barbaros’tan daha etkindir ve daha çok tanınır. O yüzden yazar da ilk bölümlerde hatta kitabın da ortalama yetmişinci sayfasına kadar genelde Oruç Reis üzerinden Barbaros’un hayatını anlatmış. Oruç Reis’in şehadetiyle başlayan yeni süreçten sonra Barbaros’un etkinliğini artırdığını görüyoruz.
Korsanlık bir devletin himayesi altında gerçekleşirdi
Korsanlıkla ilgili film ve kitap külliyatına ulaşmak mümkün. Fakat korsanlığın tam olarak ne anlama geldiğini filmlerden değil okuyarak öğrenebiliriz. Başına buyruk, kimseyi dinlemeyen, asıp kesen, yağmalayan, yakan yıkan kişiler olarak aklımıza gelen korsanlığın aslında böyle olmadığını yazarın açıklamalarıyla öğreniyoruz. Bu bilgiler ışığında kitabı okuduktan sonra aslında Barbaros’un nasıl Osmanlı himayesine girdiğini de daha iyi anlamlandırıyoruz.
Elbette korsanlığın bir yere tam manasıyla bağlı olduğunu söyleyemeyiz. Ancak tamamen bireysel veya grup yağma hareketi olmadığını söyleyebiliriz: “Korsanlık denizde din ve millet ayrımı gözetmeden her türlü hedefe saldırmayı meşru gören ‘deniz haydutluğu’ kavramından ayrı olarak ele alınmalıdır. Korsanlık bir devletin himayesi altında, bir hukuka dayalı olarak ve belli sınırlamalara tâbi olarak gerçekleşirdi. Şer’i hukuk sistemi içinde de ganimetin beşte biri hükümdara verilmekte ve emân/ahidnâme verilen devletlere saldırılmaması şartı ile korsanlığa izin verilmekteydi. Oruç Reis’in daha ilk dönemlerinden itibaren bir siyasî otoritenin izin ve himayesi ile korsanlık yaptığı ve Hristiyan gemilerini hedef aldığı anlaşılmaktadır.”
Gazi korsan
Kitabın en önemli ve uzun bölümü Barbaros’un Osmanlı himayesine girdiği zamanlara ve bu himaye altında gerçekleştirilen savaşlara ayrılmış. Fakat en az bu dönem kadar önemli olan korsanlık günleri de atlanmamalı. Her şeyden önce belirtmek gerekir ki Hayreddin Paşa bir Müslüman. Korsanlık zamanlarında dahi gazâ düşüncesini göz ardı etmeden faaliyetlerini gerçekleştiriyor. Bu sadece Barbaros Hayreddin için değil, başta Oruç Reis olmak üzere diğer kardeşler için de geçerli bir durum. Tabakoğlu’na göre kardeşlerin, ağır kayıpları göze alarak, rahatlıkla görmezden gelebilecekleri savaş gemilerine hücum etmeleri sadece ganimet için değil, gazâ için denize açılan savaşçılar olmalarından kaynaklanmaktadır. Aynı zamanda özellikle İspanyol sömürgelerinde yer alan Müslümanları kurtarmak için sürekli akınlar yapmaları da bu görüşü desteklemektedir.
Barbaros Hayreddin Paşa Preveze Savaşı’nı nasıl anlatmış?
Serdar Tabakoğlu’nun Barbaros Paşa’yla ilgili, kitapta hissettiğimiz ve bize aktardığı en önemli şey onun zekâsı. Öyle ki başta ezeli rakibi Andrea Doria ve diğer düşman ülkelerin kaptanlarını bile hayran bırakacak ölçüdeki zekânın zirveye ulaştığı yer sanırım Preveze Deniz Zaferi. Bu zaferin nasıl kazanıldığını, hangi zorluklarla karşılaşıldığını detaylı bir şekilde bize aktaran yazar, zaferin öneminin Barbaros’un hem donanma hem de asker bakımından çok daha az sayıda olmasına rağmen kazanılmasından geldiğini aktarıyor.
Ayrıca savaş anında yapılan taktik ve hamlelerin sadece Preveze Savaşı’yla sınırlı kalmadığını ve çok daha sonraları teknoloji daha da gelişene kadar düşman ülkelerce bile kullanıldığını bize aktarıyor yazar. Tarihin en şiddetli deniz savaşlarından olan Preveze Savaşı’nı Barbaros Paşa’nın hatıratından mülhem şöyle aktarıyor Tabakoğlu: “Savaşın şiddetini Barbaros Hayreddin Paşa, kendi hatıratında; karşılıklı top ateşinden yükselen yoğun barut dumanından dolayı gökyüzünün karardığını, denize düşen taş ve güllelerin sıcaklığından denizin kaynadığını ifade ederek anlatmaktadır. Barbaros aynı zamanda dumandan dolayı birbirini göremeyen rakip filoların ancak top ateşlerinin parlaması ile birbirlerini seçebildiklerini vurgulayarak savaşın koşulları hakkında bilgi vermektedir.”
İspanyolların sömürge stratejisi
Tabakoğlu Barbaros’un hayatını yazıya dökerken salt kişisel bilgilere ek olarak dönemin sosyal yapısına da bolca değiniyor. İspanyollarla ilgili birçok bilgiyi de okura aktarıyor; çünkü Barbaros’un hem korsanlık günlerinde hem de Osmanlı himayesinde en çok mücadele ettiği topluluk İspanyollar.
Ben bu kitabı okumadan önce İspanyolların o zamanlar bu kadar etkin bir siyaset sürdüğünü bilmiyordum. Onlarla bu kadar mücadele edip haklarında bilgi vermemek de olmazdı. Bir şey dikkatimi çekti bu bölümde: Müslüman ülkelerdeki kukla yöneticiler. Günümüzde nasıl birçok İslâm ülkesinde kukla yönetici bulun(durul)uyorsa o zamanlarda da bu siyasetin olduğunu görüyoruz. İspanya Kralı’nın yaptığı gibi: “… V. Carlos Tunus’ta doğrudan İspanyol hâkimiyeti kurmak yerine Kuzey Afrika’ya yönelik eski İspanyol siyasetini devam ettirerek stratejik bir noktaya üs kurup onu yerel müttefiklerle desteklemeye karar verdi.”
İki eleştiri
İçerik ve anlatım bakımından iki eleştiri getirip yazıyı bitireyim. Öncelikle şunu söylemeliyim ki “Deryadaki Ateş” bir tarih kitabı değil, biyografi kitabı. Ancak anlatılan kişi tarihî bir şahsiyet olduğu için tarih kitabı olarak da düşünebiliriz. Fakat okurken zorlanmadan, roman okur gibi okumak okur açısından artı bir özellikken bunun eksiye döndüğü noktalar da oluyor. Şöyle ki; yazar anlatımında bazen olayların ‘nasıl’ını atlamış. Bir örnek vereyim: Cezayir’deki Hristiyan esirlerin kaçış planlarını İspanyol garnizonuna nasıl aktardığı önemli bir durum arz ediyor. Bir esir ne şartlarda bulunur ve bu şartlar altında nasıl bir garnizona haber verir, bunların arka planını yazar okura gösterseydi daha sağlam bir detay ortaya koyabilirdi. Bu bir tarih kitabı olmadığı için üstünde durmamış olabilir ama meraklı okurlar bunun detayını öğrenmek isteyecektir.
İkinci olarak, maalesef, bazı anlatım sorunları mevcut. Özne-yüklem uyumsuzlukları, olayların yanlış tarihlendirilmesi kitapta sırıtıyor. Ve okumayı aksatıyor. Daha iyi bir editör okumasından geçmeli diye düşünüyorum.
Devlet adamı, gemi inşa mühendisi ve bir stratejist
Tabakoğlu, kitabının sonuna, her şeyi özetleyen, Barbaros’un önemini gösteren güzel bir sonuç yazısı yazmış. Buradan bir alıntıyla yazıyı noktalıyorum. Barbaros Hayreddin Paşa, korsanlık günlerinden itibaren özel incelemeyi hak eden bir şahsiyet. İnşallah bu tür çalışmalar devam edecektir: “Akdeniz dünyasındaki en meşhur denizcilerden biri olan Barbaros Hayreddin Paşa, denizci kimliğinin yanı sıra Kuzey Afrika’da yeni bir devlet teşkil eden bir devlet adamı, çeşitli gemi tiplerini incelemesi ve kadırga tercihi ile bir gemi inşa mühendisi ve tabii ki deniz savaşlarındaki usta manevralarının da bize gösterdiği üzere büyük bir stratejist ve taktik dehası idi.”
Mehmet Akif Öztürk
Deryadaki Ateş Barbaros Hayreddin, Hüseyin Serdar Tabakoğlu