Kök ile gök arasında: Felgu

Hayat, içinde barındırdığı duygularla insanı kimi zaman sarıp sarmalar, kimi zaman da acıyla yoğurur ve birbirinden farklı hikâyelere kapı aralar. Modern telakkinin tüm benliğimize sirayet ettiği günümüzde belki de en çok ıskalanan nokta özümüz, yani kendimizdir. O denli yapay ve sanal etmenlerle kuşatılmışız ki özümüze yabancılaştık handiyse.

Çağımızın genç yazarlarından Gülşen Funda’nın ilk öykü kitabı Felgu, Ketebe Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Gülşen Funda ilk eseriyle özümüzü, özlemlerimizi, şifayı, toprağı, ağacı, kuşu, bozkırı, en yakınımızdakileri anlatıyor; daha doğrusu hatırlatıyor bize. Gülşen Funda’nın Felgu’su ihtiva ettiği doğallıkla, yüreklere dokunan içtenliğiyle ve masalsı anlatımıyla hayli etkileyici niteliğe sahip. Hacim olarak kısa ama hissettirdiği etki bakımından epeyce dolu dizgin. Eser, Gök ve Kök isimli iki ana başlığa ayrılıyor ve bu minvalde gelişen öyküler okura sunuluyor.

Kitabı okurken zamanı geriye alıp eskilere doğru bir yolculuğa çıkıyorsunuz adeta. Birbirinden ilginç anlatılar, insanı derinden yaralayan olaylar, bozkırda geçen nice hayatlar ve bizden birilerinin acısını en içten duyanlar…

Göğe dair

Gök yahut gökyüzü geçmişten beridir ilgisini çeker insanoğlunun. Geceleri parıldayan yıldızlar, çeşitli şekillere girerek büyüleyici manzaralar sunan Ay, ışığıyla ve ısısıyla hayat veren Güneş… Her birinin apayrı hikâyesi yazılmıştır tarih boyunca. ‘’Aramiler, Felgu diyorlar adına. Yarım kaldı annem, soğuk bir kışın ortasında. Kurtların telef olduğu, geyiklerin kanının donduğu o ayda.’’ (s.12) Gülşen Funda kitabının ilk bölümüne ‘’Gök’’ başlığını koyuyor ve gökten hikâyeler serpiştiriyor üzerimize. Gök, her ne kadar ırak gibi görünse de Funda’nın oluşturduğu kurgu ve öykü atmosferi içimize işliyor adeta. Yanı başımızdakilerin hazin hikâyelerini okurken yüreğimiz burkuluyor. ‘’Adım Ez. Dilin canı, sözün yükü, insanın özüyüm. Ayın, güneşin sesi yüzüme vurur. Dağların, taşların sesi sesimde yürür.’’ (s.23) Gökle birleşen dağlardan, ovalardan, kırlardan hikâyeler biriktiriyor yazar. İlk bölümdeki dikkat çekici özelliklerden biri de öykülerde yer alan isimler. Her biri birer motif gibi zihnimizde beliriyor. Felgu, Arad, Germisara, Şemse, Affan, Ez…

Kök ve öz

Kök kelimesinden ne çok mana çıkarılır değil mi? Anlam yelpazesi epey geniştir kökün. Köklerimiz bizi biz yapan, maziyle bağımızı kuran nadide değerlerimizdir. Benliğimize temel teşkil eden birçok hususiyetin adıdır kök. Gülşen Funda, kitabının ikinci bölümüne ‘’Kök’’ ismini veriyor. Bizden, yanımızdakilerden yola çıkarak örüyor hikâyelerinin katmanlarını. Topraktan, sudan, kırsaldan kesitlerle kuşattığı öykü atmosferini kısa ve şiirsel bir anlatımla pekiştiriyor. ‘’Fatoş’un her çarşamba sağ eli kaşınırmış. Demek ki dermiş Fatoş, bugün elime bir yerden para geçecek. Öyle de olurmuş. Sabah erkenden kalkar, kabak güllerini toplar, içini düğürle doldururmuş.’’ (s.49) Toprak ve su deyince hiç şüphesiz Anadolu imgesi beliriyor dimağımızda. Anadolu irfanını kuşanmış halis niyetli insanlara ait birtakım eylemler göze çarpıyor. Madımak toplama, altın arama, keklik kafesleri, ata yadigârı tüfek, yün iğnelik ve duvardaki geyikli halı… Bunların hepsi Anadolu’nun o hoş özelliklerini anımsatıyor bize. Topraktan kopmuş, dört duvar arasına hapsolmuş modern insana ilaç gibi gelmez mi bu güzellikler?

Felgu, dili itibarıyla da hayli ilgi çekici bir eser. Zira Gülşen Funda, bu konuda son derece hassas davranarak gayet önemli bir dil işçiliği ortaya çıkarıyor. Kelime seçimlerindeki itina, yazarın dil konusuna ne denli ehemmiyet atfettiğini gösteriyor. Yazar, oluşturduğu kurguyu masalsı bir anlatımla bezeyerek öykü iklimini diri tutuyor. Devrik cümlelerin yoğun kullanımı kitaba şiirsel bir hava katıyor. Akıcı, sürükleyici ve kendine has bir üslupla yazılan kitap okuru yormadan su gibi akıyor.

FUNDA, Gülşen, Felgu, Ketebe Yayınları, İstanbul, 2020.                                                  

YORUM EKLE