Özellikle yeni nesilde kelime hazinesinin gittikçe daralması, Türkiye’de artan kültürel yozlaşmanın somut göstergesi olarak alınabilir. Bu dil sefilleşmesine karşılık paradoksal bir biçimde Simurg, Kubbealtı ve Ötüken’inkiler gibi Türkçenin gelmiş geçmiş en kapsamlı sözlükleri son on yılda çıktı. Ancak bu gelişme, Türkiye’de Şemseddin Sâmî’ye ait öncü bir sözlüğün tahtını sarsamadı: Kâmûs-ı Türkî.

XIX. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış olan Şemseddin Sâmî (1850-1904), Türkiye’de modern sözlükçülüğün öncüsü sayılır. Roman ve tiyatro gibi alanlarda da eser veren Sâmî, asıl şöhretini sözlükçülüğe borçludur. Onun Fransızcadan Türkçeye ve Türkçeden Fransızcaya olarak iki cilt halinde hazırladığı Kâmûs-ı Fransevî, bugün bile değerlerini koruyan sözlüklerdir. İyi bir filolog olarak onun şaheseri sayılan sözlük ise Kâmûs-ı Türkî’dir. Arap harfli ofset baskısına yazdığı önsözde merhum Faruk Kadri Timurtaş, “Türkçenin bütün yaşayan kelimelerini ihtiva eden böyle bir sözlüğün daha mükemmelinin bugüne kadar yazılamadığını pek çok Türkolog kabul etmektedir. Yeni harflerle bu mahiyette bazı sözlükler hazırlanmışsa da birçok bakımlardan eksik oldukları için, Kâmûs-ı Türkî’yi geçememiş, hatta ona erişememişlerdir” der. Latin alfabesiyle yayına hazırlayan Mertol Tulum'a göre de Kâmûs-ı Türkî, Dîvânü Lügati't-Türk ile birlikte Türkçenin iki temel sözlüğünden biridir.

Sözlük orijinal Arap harfleriyle yeniden dizilerek yayınlandı

Mertol Tulum başkanlığındaki bir heyet, Temel Türkçe Sözlük (İstanbul: Tercüman Yayınları, 1985) adıyla Kâmûs-ı Türkî’yi üç cilt halinde “sadeleştirilmiş ve genişletilmiş” olarak yayınlamıştır. Ancak günümüzde bu tür eserleri orijinal Arap alfabesiyle düzgün bir şekilde yeniden dizmeyi kimse göze alamadığı için sözlük, özellikle Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde okuyan öğrencilerin ihtiyacına karşılık olarak Çağrı gibi çeşitli yayınevleri tarafından tıpkıbasım olarak defalarca yayınlanmıştır. Ancak ilk Osmanlıca baskıdan hep tıpkıbasım yoluyla çoğaltıldığı için sözlüğün nüshalarındaki yazılar silinmeye yüz tutmuş, yer yer okunamaz hale gelmiştir. Bu yüzden Şifa Yayınevi, Türkiye’de ender görülen bir tutumla ilk kez sözlüğü orijinal Arap harfleriyle yeniden dizerek yayınladığı, bu zor işi başardığı için tebriki hak ediyor. Gerçekten Türk Dil ve Tarih Kurumu gibi resmî kurumların bazı eski eserleri yeniden dizerek yayınladığı görülmüştü ama özel bir yayınevi tarafından böyle bir teşebbüs, Türkiye’de ilk bildiğimiz kadarıyla.

Bu işin zorluğu, Arapça yazı, dahası Osmanlı Türkçesinin kendine has ara karakterlerinin bugün bulunmaması problemiyle sınırlı değil. Vukuflu bir filolog olarak kelimelerin etimolojilerini de tespit etmeye özen gösteren Şemseddin Sâmî’nin verdiği Latince bir tarafa, “R. Rumca” kısaltmasıyla verdiği Yunanca kelimeleri yazacak birini bile bugün bulmak zor. Ancak yayıncı azimle bu işin üstesinden gelerek mükemmel denebilecek bir yayın yapmış. Güzel bir kâğıda son derece okunaklı bir harf karakteri ve büyüklüğüyle basılan sözlük, 1600 sayfaya ulaşmış. Ayrıca sayfaların dışından okunabilen harfler sayesinde aranan kelimeyi bulmak oldukça kolaylaştırılmış. Bal rengi dayanıklı bir cilt de bu kaliteyi tamamlamış, böylece adeta Kâmûs-ı Türkî yeniden doğmuş.

Bir ilim ve kültür dili olarak Türkçenin zenginliği

Eserin Kâmûs-ı Türkî başlığının altında “Kâffe-i lüğât-ı Türkiyye ile lisân-ı Türkiyye’de müsta’mel kelimât ve ıstılâhât-ı ‘Arabiyye ve Fârisiyye ve ecnebiyyeyi câmi’ olarak lisânımızın mükemmel lüğat kitabıdır” şeklinde bir altbaşlık yer alır. Şemseddin Sâmî, “ifâde-i merâm” başlıklı önsözde leksikoloji denen sözlükbilim alanında Türkiye’de yaptığı devrimi yansıtan bir tutumla daha önce hazırlanmış sözlüklerin tertip şekillerini eleştirir, sözlerin bu sözlüklerde kolay bulunamadığı gibi anlamlarının da tam olarak açıklanmadığını, örnek cümlelere yer verilmediğini belirtir.

Burada onun devrinde yaygın Osmanî yerine Türkî kelimesini kullanması, 1880’lerde cereyan eden acımasız Türk ve İslâm karşıtı İngiliz kültür savaşına tepki olarak doğan Türkçü bilincin öncülerinden olmasındandır. Bu ilmî yanında aynı zamanda fikrî saikle Şemseddin Sâmî, Dârulfünun gibi medreseye alternatif bilgi ve eğitim kurumlarının doğduğu bir modernleşme devrinde bir ilim ve kültür dili olarak Türkçenin zenginliğini ortaya koymayı ve arttırmayı hedeflemiştir. Bu amaçla Kâmûs-ı Türkî’ye eski ve yeni yazarlar tarafından kullanılan Türkçe asıllı kelimeler yanında tedavülden kalktığı halde bazı türevleri hâlen kullanılan sözleri de almıştır. Örneğin “Metrûk ise de şâyân-ı ihyâ, kıymetdâr lügât-ı cinsiyyemiz cümlesindendir” diye ihya edilmesi gerektiği notuyla “salık, sayrı” gibi bazı arkaik kelimeleri de alarak Türk dilinin hazinesi olarak sözlüğünü zenginleştirmeye çalışmıştır.

Paşa Yavuzarslan’ın Şemseddin Sâmî’nin önsözünden çıkardığı özete göre Kâmûs-ı Türkî’ye, Türk diline Arapça, Farsça ve Batı dillerinden girmiş ve kullanımda olan söz ve terimlerin hepsinin alınmasına özen gösterilmiştir. “Tas’îd” örneğinde olduğu gibi bazı terimsel kelimelerin sublimation şeklinde Fransızca karşılıkları da verilmiştir. Kelimelerin hangi deyimlerde kullanıldığı, dahası kullanımlarının gerekliliği veya gereksizliği bile belirtilmiş, her sözün çeşitli anlamları özel işaretlerle ayrılmış ve gerektiğinde örneklerle açıklanmıştır.

Türk dilinin en önemli zorluklarından biri, “teklif, müsaade” gibi Arapça asıllı kelimelerin Türkçede kazandıkları yeni anlamların tespitidir. Sözlükte “Tr” kısaltmasıyla bu gibi farklı kullanımlar düzenli bir şekilde verilmiştir. Arapçada hiç duyulmamış veya yaygın olmayan bâbdan çekimi yapılan “ihsâs, ihtisâs, istimzâc, müdrir” gibi kelimelerin Osmanlı dilindeki kullanımları sözlükte verilmiştir.

Eser, büyük ve küçük iki alternatif boy olarak yayınlanmış. Kâmûs-ı Türkî ‘ye “yeniden kültür hayatımıza hoş geldin” diyoruz.

Şemseddin Sâmî, Kâmûs-ı Türkî, İstanbul: Şifa Yayınevi, 2015

Bedri Gencer