Yalnızlıktan ötürü acı çeken milyonlarca insanın acınası hâli aslında “bizlere yardım edin” diye haykırıyor. Ne gariptir ki günümüzde yalnızlık, günlerce bazen de haftalarca kimseyle konuşamadan hiç kimseyle hiçbir şekilde sosyal bir temas kuramadan yaşamak olarak tanımlanıyor.

Şehir hayatında yaşayan insan sayısının artmasına rağmen kendini yalnız hisseden insan sayısının da artmasına dair herkes bir şey söylüyor ama çareye dair ses hep çok kısık, duyulmuyor. Yaşlanınca yalnız kalınır diye biri bir yalan uydurmuş, bütün dünya da buna kanmaya hazır. Hâlbuki gençlerin yalnızlığı yaşlılara kıyasla daha acınası. Yapılan araştırmalar yaşadığımız çağdaki gençliğin, bilhassa Z kuşağının ne yazık ki en yalnız nesil olma yolunda ilerlediğini söylüyor. Sosyal arkadaş sayısı binlerle ifade edilebiliyorken gerçekte beş tane arkadaşı olmayanlar topluğu içinde yüzmek, fakirliğin ta kendisi değil de ne!

Sadece yalnızlık olsa iyi, ardında birçok tuzağı da beraberinde getiriyor maalesef. Yalnızlık çekiyor insan, acı çeker gibi. İnsan kendine vakit ayırıp, kendiyle baş başa kalıp yalnız kalmanın da bir tadı olduğunu anlayamayınca başka insanları tanımak daha da güçleşiyor hâliyle. İletişim bozukluklarımıza bir baksalar keşke. Kaçı yalnız kalamayışlarımızla alakalı değil acaba?  Halbuki zor fakat erdemli, üstelik tek başına çıkılması gereken bir yolculuktur yalnızlık.

Daha kendi yolculuğu için hazırlanamamış, içine doğru uzun bir yola çıkmamış birinin yolda gördüğü insanları anlaması, tanıması mümkün müdür? Hele bir de boşluk içindeyse, o su kadar elzem bildiği, birileriyle konuşup görüşmek ihtiyacı bütün olumsuzlukların üstüne bir perde örtüyor. Sanal arkadaşlıklarla dolandırılan, duygularıyla oynanan nice mağdur insanın yaşadıklarıyla dolu neredeyse gazete sayfaları ya da haber bültenleri. Sebepleri de hep aynı. Kendini bilmeden önce başkalarını bilmeye çalışmak, yapacağı işi eline yüzüne bulaştırmaktan başka bir şey değil de nedir?

Yalnız kalmaktan, yalnızlığımızdan utanır mı olduk ki, sıkıntı ya da sorunlarımıza gerçek olmayan ortamlardan medet umar olduk. Bu nesil için takip etmek, örnek bir şahsiyetin  ardından gitme, onun yolunda ilerlemek değil. Takip etmeyi, kök anlamı olan yetişmek ya da yakalamaktan çok “Birisinin hayatını merak etmek” ya da “Kendi hayatını ifşa etmek” olarak algılamış bir nesille karşı karşıyayız. Yalnızlık kelimesinin sırrını söküp alanlarla takip sözcüğünün içini bambaşka şeylerle dolduranlar aynı maalesef.

Cümle âlem birlik olmuş, dört bir yandan bize yalnız kalmanın ne kadar da kötü olduğunu anlatmak için uğraşıyor. Nasıl ki daha çok satılabilmesi istenilen bir ilaç için önce hastalığı üretip sonra ilaca muhtaç ediliyoruz, yalnızlık da böyle kullanılıyor. Teknoloji ve sosyal ağlara muhtaç olalım diye kötüleniyor yalnızlık.

Binalarımızın tasarımı bile yalnız kalmaya itiyor bizi. Balkonlar “ölümün cesur körfezi” olmak için inşa edilmiş sanki. Kaybeden yeşil, kaybeden yalnız insan, kazanan daha çok beton yürekli müteahhitler oluyor.

Hakikaten çok mu kötüdür yalnız kalmak?   

İnsana, “Keşke dişim ağrısa da duyduğum acıdan varlığımı hissetsem!”  dedirten ya da “Telefon çalsa da odada bir ses olsa” diye düşündüren, kendi sesini duyduğunda kendi sesini duymayı özlediğini fark eden insan, yalnızlığın hangi makamındadır acaba?

Yalnızlığı nereye dönülse batan bir kemiğe benzetiyorsa zarif bir şair, rahatsız edici bir yanı vardır elbette. Peki, hiç mi iyi yanı yoktur?  

İngiltere’de bundan iki yıl önce kurulan yalnızlık bakanlığı, bizde de bir ihtiyaç mı dersiniz?

Kendiyle baş başa kalabilmektir yalnızlık. Eninde sonunda yaşanacak olana hazırlık, hatta kıyıya köşeye konulan bir azıktır yalnızlık. İnsan, derin kuyularına inmekten korktu korkalı yalnız kalmanın adı iyi anılmaz oldu. Hâlbuki tehlikeli olan, kalabalıklar içinde kaybolmaktır, kendini bulamamaktır.

Yalnızlığın tahtından indirilip aşağılandığı, çözülmesi gereken bir problem olarak görüldüğü, hatta üstesinden gelinmesi için bakanlıkların kurulmaya ihtiyaç duyulduğu bu çağda onu aklayıp paklayıp aramıza almamız lazım bizim. Bencilliğimiz yüzünden kirlenmiş, tembelliğimiz yüzünden lekelenmiş yalnızlığı kurtarmamız lazım.

İnsan, ömrü boyunca kendisiyle baş başa kalmanın nasıl bir nimet olduğunu bilemeyince, yaşlılık çok daha çekilmez oluyor. Yalnız kalma korkusuyla kol kola giren ölüm kaygısı, insanı bastonlardan daha güçlü bir yerlerden destek almaya itiyor. Adına Darülaceze deniyor, huzurevi deniyor.

Yalnızlıktan sorumlu bir bakanlık kuruluyor çünkü yaklaşık dokuz milyon kişi bu sorunla yaşamına devam etmeye çalışıyor. Günde 15 sigaranın verdiği zarara denk geliyormuş yalnız kalmak. Sırada intiharları önlemekten sorumlu devlet bakanlığı kurma fikri varmış. Kulağa ne kadar sevimli geliyorsa çözüme de bir o kadar uzak.

Gamze Koç