Biz Lise öğrencisiyken Kültür-Edebiyat diye bir dergi vardı, hafif İkindi Yazıları’nı andırır. Yeni Taşova Gazetesi’nın eki... İstedik, adresimize geldi. Genç yazarların ergenlik heyecanı bir dergi… İki yaprak, dört sayfa… Yusuf Turan Günaydın’ı ilk o dergicikten tanırız.  Sonrasında, bir insanı tanımak için gelenek ne diyorsa hepsi gerçekleşti. Yediğimiz içtiğimiz bizim olsun, gördüğümüz şu:

Gördüğümüze geçmeden önce tatlı bir hikâyecik, malum, ne malumu, söyledim malum oldu, babası Oflu ya, Of’ta da aile bağları etkin, çocuk doğunca Yusuf dede, Yusuf Turan’ın babasına, o bilindik şive ile “adını ne koydun” diyor. “Turan”. Af buyurun, “Turan da ne şeyim oluyor, çocuğun adını Yusuf koyacaksın.” Babası da gidip nüfusa Yusuf Turan yazdırıyor. Taşova’da muhacir babası… Tek matbaanın ve tek gazetenin sahibi… Bir partinin ilçe başkanı… Nasip olursa babasına dair de iki kelam ederiz.Yusuf Turan Günaydın

Eski yazıyı en iyi okuyanlarımızdan biri olduğunu…

Ne mi gördük?

Onun iyi bir mücellit ve eski kitap tamircisi olduğunu,

Çok iyi bir kütüphanesi bulunduğunu, özellikle süreli yayınları ciltleyip raflara sıra sıra dizdiğini,

Bir derginin kendisinde eksik bir sayısını bulmadan rahat edemediğini,

Eski yazıyı en iyi okuyanlarımızdan biri olduğunu; Arapçaya tam, Farsçaya tama yakın vukufiyetini,

Türk Tasavvuf Edebiyatı alanında ne varsa gördüğünü, okuduğunu,

Erinip üşenmeden Tasavvuf Mütercimleri Bibliyografyası hazırladığını,

Bir biyografiyi tamamlamak için üstadı Ali Birinci gibi, kütüphanelerde, arşivlerde, ağır havalı penceresiz tozlu mekânlarda, mahalli neşriyatı bile tarayarak bilgi kırıntıcıklarından iz sürdüğünü,

İhsan Işık’ın Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi’ndeki üç bine yakın “yazar”ın biyografisini telif ettiğini,

Eline geçen parayla kitap alıp, borçlanıp kitap alıp, günlerce sıcak yemek yemeden, masa başından kalkmadan çalıştığını,

Bir bibliyografya üstadı olduğunu…

Yusuf Turan GünaydınŞu dünya zindanında ziya olan az sayıda insandan biri

Bu ve buna benzer “kronik hastalık” belirtilerini gördük. Bütün bunlar malumat… İlk gördüğümüzdeki o utangaç, o sakin, o güler yüzlü adam yirmi beş yıllık dostluğumuzda hiç değişmedi. Kendisine kendinden, kalbinden, ilgilerinden adacıklar oluşturdu. Bir yerde bir kaba söz duyduğunda yüzü kızardı. Narin ve naif giysiler ördü kelimelere… Kimsenin ardından konuşmadı, gıybet etmedi. Öğrencileri dersi kaynattığında istifa etti. İstifa ettiğini kimseye söylemedi.

Hani ismiyle müsemma tabiri Yusuf Turan için biçilmiş kaftan… Onda bir Hazret-i Yusuf iffeti var. Hatta o kadar ki zindana atılsa arkadaşlarına “efendinin yanında benim adını an” diyemeyecek kadar nazik ve mahcup… Rüyaları isabetli yorumlayacak kadar bilge… Gömleği arkadan yırtılacak kadar çekingen ve kendisine sahip…

İnsana huzur veren bir arkadaşlığı var Yusuf Turan’ın… Şu dünya zindanında ziya olan az sayıda insandan biri… İşlek zekâsından süzülen bilgiler hikmetle damıtılmadan dökülmez dudaklarından… Sözü az söyler, yerinde söyler. Çokça susar. Susamışlığı kandırılacak gibi değil. O da farkında fani olduğunun…

Yüzü güvercinlerin konarkenki kanat süzüşü… Gülümsemesi gökyüzü…

 

Mehmet Aycı yazdı

GYY notu: Yusuf Turan Günaydın benim kitaplardaki hazinelere açlık duymama vesile olan ilk insandır belki de. 6-7 yaşlarındayım. Ağabeyim İmam Hatip'ten sınıf arkadaşları ile ateşli tartışmalar, sohbetler ediyorlar sık sık. İçlerinden birisi bilgisi, meselelere getirdiği zengin açıklamaları ile öyle dikkatimi çekiyor ki her seferinde: Yusuf Turan Günaydın Ağabey o işte! Allah ondan hep razı olsun. Aradığı kitabı bulmakta zorlanmasın. Okuduklarını aktarabileceği ilim talep eden aklı başında insanları eksik etmesin çevresinden. Sadece ilmini değil, edebini, ahlakının güzelliğini de alabilsin kendisine gelenler... Rabbim ondan razı olsun... Beni onun kardeşliğinden mahrum etmesin... (Amin)