Yurtsuzluktan Saraybosna'ya Bir Kendini Arama Hikayesi: Cüda

Halil İbrahim İzgi’nin 'Bir Saraybosna romanı' sloganı ile iki ay önce raflarda yerini alan 'Cüda' romanı, önce Hayfa’ya, oradan Kayzerya ve Amman’a, ardından New York’a ve son olarak Saraybosna'ya Cüda'nın kendini aramasının hikayesi... Nevra Neretva yazdı.

Yurtsuzluktan Saraybosna'ya Bir Kendini Arama Hikayesi: Cüda

“Bir Saraybosna romanı” sloganı ile iki ay önce raflarda yerini alan Cüda, Halil İbrahim İzginin kaleminden Erdem Yayınları aracılığı ile okuyucu ile buluştu. Cüda romanı, ismini baş karakterinden alan bir kitap. Karakterimiz Cüda, sırtından çantası ile köklerini bulmaya Saraybosna’ya gelir ve maceralar başlar.

Cüda, dedelerinin Osmanlı’nın son döneminde Bosna Hersek’ten Filistin’in Kayzerya bölgesine göçmeleriyle birlikte ismi gibi cüda bir hayat sürer. Cüda’nın anlamı ülkesizdir.  Amman’da doğup büyüyen Boşnak asıllı Cüda, komşusunun oğlu ve çocukluk arkadaşı olan Tarık ile evlenir ve New York’a yerleşir. New York’ta masal kitapları çizerliği yaparken hayat arkadaşı Tarık ile sorunlar yaşar ve ne zaman döneceğini bilmemek üzere Saraybosna’ya, asıl şehrine doğru süresiz bir seyahate koyulur. Peşinden Tarık’ı da Saraybosna’ya sürükleyen Cüda, kaderin Tarık ve kendisi için hazırladığı muhteşem ayrılıktan habersizdir. Öncesinde ise defalarca Saraybosna seyahati planı yapan Cüda karakterimiz bir türlü bu seyahati gerçekleştirememiş ve zamanla yaşadığı yerlere aitliğini kaybetmiştir. Kendini bulmak isteyen Cüda köklerini araştırmaya koyulur fakat sonunda bulduğu şey kendisi olacaktır. Cüda’nın içindeki seyahat aşkıyla başlayıp Saraybosna nehrine karışan buhranları ise kitabı okuyanlar kendileri gözlemleyecekler.

Cüda romanının devamı da gelecek

Halil İbrahim İzgi, kitabı yazma serüvenini ise şöyle anlatıyor: “Bugüne kadar hiç 60.000 kelimeyi planlı bir şekilde ve aynı konu hakkında yazmamıştım. Kendime bir plan çıkardım ve 50 gün içinde 60.000 kelime yazma hedefi koydum. Yazacağım şey bir romandı. Uzun zamandır kenarında gezdiğim bir nehir gibiydi ama bir türlü girip yüzmeye karar veremiyordum. İyi bir plan yapıp yüzmeye başladım. Günde 1200 kelime yazmam gerekiyordu. Her sabah saat 5’te kalktıktan yaklaşık 5 dakika sonra yazmaya başlıyordum. Yazının yarısına gelince sabah ezanları okunmaya başlıyordu. Sonraları sabah ezanları neredeyse yazmaya başladığım zamanlar okunmaya başladı. Günlerin genişlemesine an be an şahitlik etmek eşsizdi. İlk zamanlar çalar saatin sesine ihtiyaç duyarken zaman içinde 4.55’te kendi kendime uyanmaya başladım. Böylece sabah 5 vardiyası ile 50 günün sonunda 60.000 kelimeye vardım.

Yazar geçtiğimiz günlerde Saraybosna’da da kitap üzerine bir söyleşi gerçekleştirdi. Cüda karakterinin baştan aşağı dosdoğru ve erdemli bir karakter olmasının kitabı realiteden uzaklaştırdığını düşünen okuyucularına, ikinci kitapta Cüda’nın içindeki depremlerin dışa vuracağını söyleyen Halil İbrahim İzgi, böylece Cüda romanının devamının geleceği haberini de vermiş oldu. Aynı zamanda Cüda’nın yazım aşaması ve öncesindeki doğum süreci boyunca defalarca Saraybosna’ya geldiğini belirten İzgi, Saraybosna halkının, yazarın şehri bu kadar iyi tanımasının nasıl mümkün olduğu sorusuna da cevap vermiş oldu. Zira Halil İbrahim İzgi kitabında Saraybosna’nın sisli yoğun günlerindeki kasvetten tutun da çarşıya şimdi gelip gezseniz görebileceğiniz dükkânlara, Milyaçka Nehri’nin harmonisine kadar tam bir Saraybosna resmetmişti kitabında…

Saraybosna’nın 2015’inden 1868’ine

Kitaptaki sade kurgunun güzelliği dışında Bosna Hersek tarihini de enine boyuna inceleyerek hikâyesine katan yazar, Bosna Hersek’in Avusturya-Macaristan hakimiyeti altındaki dönemi ve öncesini Ayşe Kulin’in Sevdalinka romanından sonra ikinci anlatan kitap olarak raflarda yerini aldı. Okuyanlarda köklerini bulma, asıl memleketine içinden bir bakış atma isteği uyandıran kitap, aynı zamanda “doğduğun yer mi büyüdüğün yer mi vatanındır” sorusuna da cevap veriyor.

Bir Boşnak atasözü olan “Yola çıkmak için tek engel kapının eşiğidir” ile karakterini yollara koyan Halil İbrahim İzgi, Evliya Çelebi’nin Saraybosna hakkındaki şu sözleri ile kitabının açılışını yapmış: “Dünyada Saray adlı çok şehir var: Anadolu’da Ak-saray; İran, Dağıstan ve Gürcistan arasında bulunan Tabe- Saray vardır. Rumeli’de Vize-saray vb… Ama bu Bosnalı taş şehir-saray tüm bunlardan en gelişmiş, en güzel ve neşelisidir. Şehrin altında ve üstünde sınırsız ve sayılmaz içme suyu kaynakları akar. Bunlar her taraftan sayısız cennet gibi gül bahçeleriyle süslüdür.”

Saraybosna’nın 2015’inden yine Saraybosna’nın 1868’ine bizleri bir tarih macerasına çıkaran, önce Hayfa’ya, oradan Kayzerya ve Amman’a, oradan da New York’a sürükleyen bu kitabın bir göçmenlik psikolojisi kitabı olduğunu da söylemeden geçmemek gerekir. Yurdum neresi diye diye yurdunu kurmak ya da yurduna dönmek hikâyesinin tarihe ve üç kuşağın insanlarının ruhuna attığı çizikler…

Biz de son söz olarak kitabın derinliklerindeki gerçek mi kurgu mu bilmediğimiz bir Sevdalinka sözü ile iyi okumalar diliyoruz: “Ben hiç böyle olur muydum, sen hiç öyle olmasan…”

Nevra Neretva

YORUM EKLE

banner36