Yolculuğa Dönüş Bileti Olmadan Çıkılır; Öteki Türlüsü Turizm Olur

Türk dili ve edebiyatının en zengin damarından biri olan yol ve yolculuk konusunda 2004 yılında 100 kadar bildirinin sunulduğu bir sempozyum düzenlenmiş: 'Bir Metafor Olarak Yol Ve Yolculuk'. Sosyal bilimler alanının edebiyattan tarihe, felsefeden iletişime, oradan ilahiyata ve tasavvufa uzanan geniş yelpazesinden birçok katılımcının konuştuğu bu sempozyumdaki bildirilerin derlendiği aynı adlı kitaba dair Yasemin Dutoğlu yazdı.

Yolculuğa Dönüş Bileti Olmadan Çıkılır; Öteki Türlüsü Turizm Olur

Yol, Türkçemizin en güzel ve kullanışlı kelimelerinden biri. Gerek gerçek, gerek mecazi anlamlarıyla çok yönlü, derin çağrışımlı bir kelime olarak sıklıkla karşımıza çıkıyor. Bu kelimenin kullanıldığı deyimler, atasözleri, bileşik kelimeler ile bu kökten oluşmuş yolcu ve yolculuk kelimelerini de işin içine katacak olursak dilin en gümrah kanallarından biri olarak karşımıza çıkıyor “yol”.

Türk dilinin en zengin damarından biri olan yol ve yolculuk konusunda 2004 yılında 100 kadar bildirinin sunulduğu bir sempozyum düzenlenmiş: Bir Metafor Olarak Yol Ve YolculukSosyal bilimler alanının edebiyattan tarihe, felsefeden iletişime, oradan ilahiyata uzanan geniş yelpazesinden birçok katılımcının konuştuğu bu sempozyum, o yıllar için Türkiye’de pek de tartışmaya açılmamış bir kavram olan yol metaforu gibi spesifik bir konuyu eksene almış olmasıyla gerçekten dikkate değer bir çalışma olmuş. Aradan 14 yıl geçtikten sonra bu yıl, sempozyumda sunulan bildirilerden 25 tanesi tekrar gözden geçirilerek İbrahim Şahin ve Deniz Depe’nin editörlüğü ile Doğu Kütüphanesi Yayınları tarafından kültür dünyamıza kazandırılmış.

Kitabın ilk makalesinde Kayhan Şahan, ‘metafor’un bir kelimeler problemi olmaktan çok kavramlar üzerinden anlaşılması gerektiğine vurgu yaparak, iki farklı kavramsal alandan birinin diğeri üzerine haritalanması diye bir tanımlama getiriyor. Metaforlarda kültürel hakimiyetin çok bariz olduğunu, bazen farklı toplumlarda aynı metafor kullanılsa bile, değişik kültürlerde değişik metaforlar olabileceğini ve dilin metaforlarla birlikte öğrenilip anlam kazandığını söylüyor. Toplumda herkes tarafından kolayca anlaşılan metaforlar olduğu ve bunların şiir dilini beslediği gibi, şairlerin de yeni metaforlar yaratarak şiir dilini standart dilden ayırıp toplum zihnine yani kavramlar kazandırabileceklerini ifade ediyor. Kanımca sairlerin gücü ve kalıcılığı da bunu başardıkları ölçüde oluyor.

Tarihsel macerası yolculuk olarak tahakkuk etmiş Türk milletinin

Hakan Poyraz ise tebliğinde içinde “yol” geçen kelime ve deyimlerin sözlüklerimizde çok ciddi bir yekûn oluşturduğunu, göçebe bir geçmişe sahip ve tarihsel macerası yolculuk olarak tahakkuk etmiş Türk milleti için bu zenginliğin çok doğal olduğunu belirtiyor. Birçok dil ve kültürde insanın bağlı olduğu moral dünya, doğruluk ve adalet gibi kavramlarla yol arasında bir bağlantı bulunduğunu Sümerce’den Grekçeye, Arapçadan Sanskritçeye kadar çeşitli örneklerle açıklıyor. Din, şeriat ve tarikat gibi kavramların yol anlamına gelmesi üzerinden dini veçhede de aynı kavramsal bağın varlığına işaret ediyor.

İnsanlık macerası, yola ve yoldakine ilişkin dinsel- ahlaksal çerçeveden ahlaki bir varlık olarak insanın yürüdüğü yolda geçiyor. Türk tarihine baktığımızda; Asya steplerinden Avrupa’nın içlerine kadar süren yolculuğumuzdan devşirdiklerimizle bir değer ürettik ve yola vakfedilmiş bir medeniyet inşa ettik. Yol üzerinde bir dünya kuruldu ve bu dünyanın çarkı, hanlarda, kervansaraylarda döndü. Zaman zaman yol kesenlerin tehdidi altında olsa da hayat yoldan akmaya devam etti. Sadece maddi kazanç yolundakiler için değil, manevi yolculuk yapanlar için de… Tasavvufun bu mekanda ve zamanda geçen yolculuğu, coğrafyanın vatana dönüşmesine de yol açtı.

En uzun yoldur insanın içi

Yol için niyet gerekmektedir. Yolun ahlakiliği de niyetle anlaşılır. Yine yola çıkmakla çıkmamak arasındaki fark niyetle anlaşılır. Yolculuk, niyeti gerçekleştiren bir eylem halidir. Yol boyunca çeşitli sapmalar, dönüşler, duraklar olabilir. Niyet başka, sonuç başka gerçekleşebilir. Yolda kalmaktan kurtulmak için yol ahlakına ilişkin sebat, sabır ve metanet gibi kavramlar gerekmektedir. Niyetle başlayan, sabır ve sebatla kazanılan metanet yolculuğu bir tecrübeye dönüştürmekte, yola çıkmamış ile yoldaki arasında kazanılmış bir davranış farkı oluşturmaktadır. Böylelikle beşerden Hazreti İnsan’a doğru yol alınır.

İnsan yolcu. Onun yolculuğu Âşık Veysel’in dediği gibi iki kapılı bir han olan dünyadaki yolculuğuna paralel olarak kendi içine doğru yolculuğudur. Bu yüzden “En uzun yoldur insanın içi” denilmiştir.

“İnsanın varoluş yolculuğu, kendine varma yolculuğudur ve bu yolculuk kendini aramayla başlar. Bu ahlaki bir yolculuktur, çünkü yolculuktaki son durak insanlık idealidir. O, özü itibariyle ahlaki bir varlık olduğu için, insanın kendini keşfi ahlaki olanda gerçekleşir. İnsanın kendisiyle ilgili gerçekliği keşfetmesi bağlamında, felsefenin, bilim ve dinin de amacı, bu noktada, insanın kendini tanımasıdır. Ülken’in Aşk Ahlakı’nda dediği gibi ‘âlemin mihrakı insandır.’ Ham gerçekliğe katılmış ne varsa insanın eseridir, onun içindir. İnsan ise her şeyden önce ve en mühim vasfıyla ahlaki bir varlıktır. Ahlaki varlık demek ferdin fiiliyle kamulaşması; parçanın kişilik halinde bütüne açılması demektir.” (Sayfa 32)

Yolculuğa dönüş bileti olmadan çıkılır

Besim F. Dellaloğlu da kitapta yer verilen yazısında felsefi bağlamda yol kavramına bakıyor. Jaspers’in ünlü “felsefe yolda olmaktır” tanımını zikrettikten sonra felsefenin iki önemli metaforu olan “ev” ve “yol” üzerinden, eve ulaşmak için her zaman bir hasret olsa da önemli olanın eve ulaşmaktan çok evi aramak olduğunu, turist ve yolcu arasındaki fark üzerinden şu dikkate şayan paragrafla açıklıyor: “Yolculuğa dönüş bileti olmadan çıkılır. Öteki türlüsü turizm olur. Turist kendisini ve dünyasını evinde bırakarak çıkar. Yolcu ise kendini ve tüm dünyasını valizine sığdırır. Yolcu dönmek için yola çıkmayandır. Yolculuk hep dönüp durmaktır. Dönüş bileti turistin kendilik bilincidir. Yolcunun kendilik bilinci ise yolun ta kendisidir. Turist yolda ‘öteki’ni arar, yolcu ise kendini. Turist hep tipik olanla ilgilenir. Çünkü tipik olan hep ‘öteki’dir. Kendisi ise ‘farklı’dır. Yolcu ise hem kendisi hem ötekidir. Yolcu ‘kendi’nin ötekilerden oluştuğunu bilendir. Yolcu kendinde ötekini, ötekinde kendini arayandır. Yolcu arar.” (Sayfa 41) Dellaloğlu, felsefenin sonu gelmeyen bir arayış hali olmasına vurgu yaparak ‘filozof yolcudur’ mottosuyla konuyu bağlıyor.

Hangi ‘seyir’ şaire bahşedilmiş?

Kitapta edebi eserler ve o eserlerdeki kahramanlar üzerinden yolculuk metaforu birkaç makale ile konunun uzmanlarınca açıklanıyor. Bu makaleler arasında özellikle Doğu’nun kültür başkentlerine metaforik bir yolculuk kurgulayan Sezai Karakoç’un Hızırla Kırk Saat adlı eseri ile, eski edebiyatımızın şaheserlerinden biri olan Galip Dede’nin metaforlarla dolu Hüsn ü Aşk adlı mesnevisi hakkındaki makaleler dikkat çekici.

Şair Cem Yavuz, ten ile tin arasındaki seyrinde bir berzah olarak gördüğü rüya (hayal  alemini, Ekberi irfandan esinlenerek izah yoluna gidiyor. İnsan farkında olsun veya olmasın varoluşu ‘seyir’ üzerine kuruludur. Yavuz, doğumdan ölüme ve ölüm ötesine yolculuk anlamıyla herkes tarafından az ya da çok kavranabilecek seyirin, varoluşla daha organik ve derin bağlar içeren anlamı olan görme- temaşa boyutu ile özellikle yola yazgılı bir derviş namzeti olarak şair’e bahşedildiğini düşünüyor. Uyku ve uyanıklık hallerine nisbetle rüya ve hayal olarak ayrılan hallerin, Şeyhü’l Ekber tarafından da sıkça anılan “Siz bir rüyadasınız, ölünce uyanacaksınız” hadisi göz önüne alındığında, aslında iç içe geçmiş iki uyku durumunu imlediğini ve her ikisinin de rüya ya da hayal olarak adlandırılabileceği ifade ediyor.

İbni Arabi, Tercümanü’l Eşvak (Arzuların Tercümanı) isimli divanına yazdığı şerhte “menazır-ı ula” kavramından söz eder. Bu kavram kelime manası ile “yüksek seyir yerleri” anlamını taşımaktadır. Kozmolojik anlam itibariyle daha yüksek’in (ula) karşıtı daha aşağıdır (esfal). Daha yüksek âlem melekler ve ruhların yer aldığı görünmeyen hükümdarlık; daha aşağı âlem ise, bedenlerin bulunduğu görünen hükümdarlıktır. Bu yüzden daha aşağı seyir yerleri tensel gözümüzle algıladığımız; daha yüksek seyir yerleri ise basiret, keşf, zevk gibi isimlerle adlandırılan, iç, tinsel göz ile algıladığımız şeylere ilişkindir. Tasavvuf terminolojisinde kalp gözü olarak adlandırılan bu tinsel organ sayesinde görünmeyen daha yüksek şeyler, hatta Tanrı bile görülebilir. İbni Arabi, şerhinin pek çok yerinde “ne yere sığdım ne göğe. Lakin sığdım kulumun kalbine” seklindeki meşhur kudsi hadisi anarak bu noktaya işaret edildiğini belirtiyor.

Görme- temaşa anlamıyla özellikle şaire bahşedildiğini söylediğimiz ‘Seyr’in nihai amacı tabii ki Tanrı’yı görmektir. Ancak Tanrı’nın zatı mutlak olarak görülemez ve bilinemez. Ne ki Tanrı, tecellileri ya da tezahüratı ile müşahede edilebilir. Ve bu tecelliyat ve tezahürat seyir yerlerinde gerçekleşir. Şiir bu anlamda, şairin görünmeyen âlemlerde karşılaştığı tecelliyat ve tezahüratın, iç gözle görülen, iç kulakla işitilenlerin dile bürünmesidir.” (Sayfa -205) Cem Yavuz’un açıklamaları, Yunus Emre, Niyazi-i Mısri, Fuzuli gibi edebiyatımızda köşe taşı olmuş büyük şairlerinin kalıcılığındaki ilahi nefesi daha iyi idrak etmemizi sağlıyor.

Kitap boyunca ilerlerken kah bir tarihçi gözüyle Türk aydınının Avrupa’daki yolculuğuna uzanıyor, kah Orta Asya’dan Anadolu’ya, İstanbul’dan Felemenk’e gidip tekrar İstanbul’a döndükten sonra bir imparatorluk devrine 12 yıl boyunca ismini vermiş bir çiçek olan lalenin yolculuğuna şahit oluyorsunuz. Halk irfanının en güzel tezahürlerinden biri olan türkü sözleri ile toplum hayatına yansıyan düşünce şekillerinin izini sürüyorsunuz: “Yola yolladım seni de yollar yormasın seni/ Hızır elinden tutsun da bana yollasın seni

Sosyal bilimler alanında çalışan çok değişik disiplinlerin mensubu uzmanların yol ve yolculuk metaforu etrafında düşüncelerini açıkladıkları bu kitap, dil ve düşünce dünyamız için kuşkusuz önemli bir ufuk açıyor ve tefekküre kapı aralıyor.,

Yasemin Dutoğlu

YORUM EKLE

banner36