Şair, gönül insanı, Mevlevi Şeyhi Şeyh Galib Hazretleri, 1757 yılında İstanbul’da Yenikapı Mevlevihanesi’ne yakın bir evde dünyaya teşrif ederler. Asıl isimleri Muhammed Es’ad’dır. Bu ismi babasına Yenikapı Mevlevihanesi Şeyhi Küçek Muhammed Dede müjdeleyerek tavsiye eder. Hazreti Galib Efendi’nin doğumuna düşülen tarih, “eser-i aşk” ve “cezbetu’llah” tır. Dedesi Muhammed Efendi ve babası Mustafa Reşit Efendi, Mevlevi’dir. Babası onun ilk hocası ve mürşidi olur. Muhammed Es’ad, Mevlevilikte ilk yol gösterici olarak babasını görür ve onun himmet ve feyziyle terbiye olur. Ondan sonra da düzenli bir eğitim hayatı olmaz. 26 yaşında iken manzum bir eser olan Hüsn ü Aşk’ı yazar.
Ailesi ve yakın çevresi Mevlevi’dir. Bu atmosfer içinde büyüyen Gâlib, anne ve babasının tasvip etmemesine rağmen Konya’ya giderek Mevlânâ Dergâhı’nda 1001 gün sürecek olan çileye girer. Ancak babası bu ayrılığa tahammül edemez ve Çelebi Efendi’ye müracaat eder. Ebubekir Çelebii Muhammed Esad’ı çilesini tamamlamak üzere Yenikapı Dergâhı’na göndermiştir.
Çilesini Yenikapı Mevlevihanesi’nde tamamlar ve “dede “olur. Çileden sonra Yusuf sîne-çâk’ın türbesinin yanında bir ev alır ve orada aynı yıl Yusuf Sine-çâk’ın Cezire-i Mesnevi isimli eserini şerh eder. Hüseyin Vassaf Efendi Sefine-i Evliya da Veled Çelebi’den nakleder. “Hz. Sine-çâk’ın Cezire-i Mesnevi’sine neş’e-i sûfîyâne ile bir şerh yazıp, Mesnevi şarihlerine bir numune göstermiştir. Bu eseri Sütlüce’de el’ân mevcud olan hânesinde Hz. Sine-çâk’ın hâb-gâh-ı ebedisine baka baka yazmıştır.”Daha sonra Galata Mevlevihane’si şeyhliği Gâlib Dede’ye verilir.
Şeyh Gâlib 26 yaşında iken Hüsn ü Aşk adlı bir mesnevi yazarak şiir âleminde bir çığır açar. Zamanın büyük edebiyatçılarından Recâizâde Mahmut Ekrem Bey merhum bu eser hakkında şöyle buyururlar: “Hüsn ü Aşk şairi kimdir diye bana sorarlarsa, “İrfanın yüksek tahtına oturmuş, hayalin sultanı bir dâhidir” cevabını vermekte tereddüt etmem.
“Tarz-ı selefe tekaddüm itdim
Bir başka lügat tekellüm itdim” davası nasıl teslim olunmaz.”
Sultan III. Selim, sanatkâr ruhlu bir insandır. Bir dönem hat sanatıyla meşgul olmuş, şair ve Türk musikîsinin dahi bestekârlarındandır. Şeyh Gâlib ve Sultan III. Selim, ince ruhlu ve zarif insanlardı. Aralarında bir yakınlık başlar ve sık sık görüşürler. Bu dostluk şiirlerle taşar. Aralarındaki dostluğu Hüseyin Vassaf Efendimiz, Sefine-i Evliya adlı eserinde pek güzel anlatır.
“Sultan III. Selim, Şeyh Gâlib’e bağlanmış ve şiirlerine gönül vermiş idi. Saraydan Mevlevihane’ye gelirlerdi. Burada İskender Paşa Kütüphanesi vardır. Orada buluşurlar imiş. Bir gün samimiyet ve muhabbetinden, Şeyh Gâlib’in dizine başını koymuş, o da menakıbı-ı Hz. Pir’den bahsediyormuş. III. Selim, “Hz. Mevlânâ’nın zamanımızda câri bir kerameti var mıdır?” diye sorunca, “Aman padişahım! Hiç şüphe etme, koca bir yeryüzü halifesi Cenâb-ı Mevlânâ’nın miskin bir dervişinin dizine başını koymuş, bundan büyük bir kerâmet-i câriye olur mu?” demesi üzerine Sultan III. Selim’i ağlatmıştır.”
Sefine-i Evliya’da Ahmed Hikmet’in Şeyh Gâlib hakkındaki sözlerine yer verilir.
“Şeyh Gâlib merhum, renk ve ahenk, imkânsız ve hayal, zıtlık ve mübalâğa şairidir. Bülbülden ziyade gülün meftunudur. Aşktan fazla güzelliğe düşkündür. Hassas olmaktan ziyade hayâlidir.”
Şeyh Gâlib tasavvuf edebiyatındaki sembolleri ustalıkla kullanır.
“Bûm-ı gamdır şem’i bezm-i devletin pervanesi
Tig-ı matemdir bu subh-ı işretin pervânesi “
(Mum ışığında toplanan sohbet meclisinin devletlisi pervane, gam tabiatlıdır. Geceki işretten ok yarası almış olan pervanenin matemi vardır bu sabah.)
Gül, bülbül, ok, gönül yarası, bahar çok sık yer alır şiirlerinde. Ama ateş bütün şiirlerinde içten içe yanar. Bazen şiddeti artar ve şiirin tamamı ateş olur. “Belki de hayatı boyunca tanık olduğu yangınların etkisidir” diyor Mehmet Kaplan. 1790’lı yıllarda İstanbul’da pek çok yangın çıkar ve Ruslar tarafından Osmanlı donanması yakılır. Bu durumun şair üzerinde etkisi olduğu düşünülmektedir. Belki de bu, yakın zamanda okuduğumuz Yaman Dede’nin sözünü ettiği yakıcı ateştir. Yaman Dede de Mevlevi’dir. O da yanmaktan ve ateşten çok sık söz eder. Hasta yatağında yatarken doktorların “ateşinizi düşüremiyoruz efendim” demeleri üzerine Yaman Dede “sizin bu ateşe aklınız ermez evlâdım” der.
“Gül ateş gül-bün ateş gülşen ateş cûybâr ateş
Semender tıynetân-ı aşka bestir lâlezâr ateş”
(Gül ateş, gülfidanı ateş, gül bahçesi ateş. Akarsu dahi ateştir. Semender yaradılışlı âşıklara, lale bahçesi ateş olarak kâfidir.)
Hz. Mevlânâ için yazdığı pek çok şiir bulunmaktadır divanında. Sanki karşı karşıya, diz dize oturuyorlarmış gibi bir yakınlık ve muhabbetle yazar şiirlerini. Bazen çaresizlik içinde yardım diler.
“Lütfunla mesrur et hemân, afv eylemezsen iş yaman
Cürmüm bilip geldim emân Yâ Hazret-i Monlâ-yı Rûm”
Oldum kef-i nefse esir isyanıma Mevlâ habir
Rahm eyle sen ol dest-gir Yâ Hazreti Monlâ-yı Rûm”
Bu beyitleri okuyunca, “Gâlib Dede halimize tercüman olmuşsunuz.” diye düşünüyorum. Aklıma birden Mesnevi Şerif’teki Şaşkın Tutî’nin hikâyesi geliyor. “Yoksa sizde mi gülyağı şişesini döktünüz.” Mübareğin özrünü sahiplenmenin hicabıyla hüzünleniyorum. Gâlib Dede’yi anlamak için epey bir yol var gibi görünüyor.
Bazen de derin bir saygı ve muhabbetle bahseder. Asırlardır aşk ateşini canlı tutarak bağlılarına ulaştıran Hz. Mevlânâ elbette aşkın suret bulmuş hâlidir.
“Aşk kim suret-i Mevlânâ’dır
Ma’ni-i hilkat-i Mevlânâ’dır”
Şeyh Gâlib Hazretleri’nin, her bir şiiri hikmet, aşk ve coşku ile doludur. Zuhuratla seçtiğimiz bir tanesini tadalım:
Tedbirini terk eyle takdir Hüdâ’nındır
Sen yoksun o benlikler hep vehm ü gümanındır
Birdenbire bul aşkı, bu tuhfe bulanındır
Devrân olalı devrân, erbâb-ı safânındır
(Tedbirini elden bırak, takdir Allah’ındır. Sen yoksun, senin var sandığın o benliklerin hepsi senin kuruntu ve zannındır. Birdenbire aşkı bul, bu armağan bulanındır. Devran devran olalı ilâhî âşk ile safâ bulanlarındır.)
“Aşıkta keder n’eyler gam halk-ı cihanındır
Koyma kadehi elden söz pîr-i mugânındır”
(Aşıkta keder olmaz, gam dünya halkınındır. Elinden kadehi bırakma, söz pîr-i Mugânın’dır.)
Mey-hâneyi seyretdim uşşâka matâf olmuş
Teklif ü tekellüften sükkânı mu’âf olmuş
Bir neş’e gelip meclis bi-havf u hilâf olmuş
Gam sohbeti yâd olmaz meşrebleri sâf olmuş
(Meyhaneyi seyrettim, âşıkların tavaf ettiği yer olmuş. Vergiden, külfetten mekânları muaf olmuş. Bir neşe gelmiş herkese, gam ve kaygı verecek her şeyden uzaklaşmışlar. Sohbetlerinde gama yer yoktur, çünkü onlar temiz, sâf olmuşlar.)
Ey dil sen o dildâra layık mı değilsin yâ
Da’vâ-yı muhabbette sâdık mı değilsin yâ
Özrü nedir Azrâ’nın Vamık mı değilsin yâ
Bu gam ne gezer sende âşık mı değilsin yâ
(Ey gönül sen o sevgiliye lâyık mı değilsin? Muhabbet davasında sadık ve samimi mi değilsin? Sen Vâmık değil misin ki Azra uzak durur senden? Neden sende bu gam var? Yoksa sen âşık mı değilsin?)
Mahzun idi bir gün dil meyhâne-i ma’nâda
İnkâra döşenmişdim efkâr düşüp yâda
Bir pîr gelip nâ-gâh pend etdi ale’l-âde
Al destine bir bâde derd ü gamı ver bâda
(Mânâ meyhanesinde bir gün gönlüm hüzünlü idi. Türlü fikirlerle uğraşıp inkâra düşmüştüm. Bir ihtiyar yanıma gelip aniden alelade bir nasihat verdi. Al eline bir kadeh şarap, düşüncelerini de rüzgâra ver gitsin.)
Bir bade çek efzûn kap meclisde zeber-dest ol
Atma ayağın taşra meyhânede pâ-best ol
Alçağa akarsular pây-ı huma düş mest ol
Pür cûş olayım dersen Gâlib gibi sermest ol
(Bir kadeh şarap doldur, mecliste baş köşeye otur. Sakın adımını dışarı atma, meyhanede ayağı bağlı ol. Sular alçağa akar, sende şarap küpünün içine düş. Kederden kurtulup Gâlib gibi neşeli olmak istiyorsan, sen de kendinden geçip mest ol.)
Âlemlerin efendisi, Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa (sav)’e selâm olsun. Hazreti Mevlânâ’ya Hazreti Şems’e ve onların sevdalısı Hazreti Şeyh Gâlib’e, Hüseyin Vassaf Efendimiz’e, Yaman Dede’ye, Amil Çelebioğlu, Veysel Öksüz hazeratına selâm olsun. Himmetleri üzerimize olsun.
Nursema MARAŞÎ
Şeyh Galib' i severdim ama, gülizar bahçesinin ateşi eksikti tamamladınız Nursema Maraşî... Allah razı OLSUN...